“Seçkin bir kimse değilim

ismimin baş harfleri acz tutuyor

Bağışlamanı dilerim.”


Herhâlde hiç yaşlanmayacak şairlerden biri de A. Cahit Zarifoğlu’dur. Genç yaşında vefat eden şair, şiirden çocuk edebiyatına, hikâyeden romana, denemeden günlüklere kadar pek çok alanda eser vermiştir. “İsmimin baş harfleri acz tutuyor” demesi, pek de bilinmeyen ilk isminden kaynaklanıyor: Abdurrahman… 47 yaşında kanser hastalığına yakalandığında, kimse onun kısa sürede vefat edeceğini düşünmemiş, hatta ailesinden kanser olduğu bile saklanmıştı. Şiddetli karın ağrıları sebebiyle yapılan tetkikler neticesinde mide kanseri olduğu ve 6 ay ömrü kaldığı söylenmiş, fakat Zarifoğlu iki ay içinde vefat etmişti. Üçü kız, biri erkek, dört evladı vardır. Şöyle özetliyor hayat hikâyesini:

- "1940'ta Ankara'da doğdum. Rahmetli babam hâkimdi. Bu vesile ile çocukluğum Güneydoğu'da geçti. İlkokula Siverek'te başladım. Maraş ve Ankara'da bitirdim. Ortaokula ise Kızılcahamam'da başladım, liseyi Maraş'ta tamamladım. Aslen Maraşlıyım. Ceddimiz 300 yıl kadar önce Kafkasya'dan Maraş'a gelip yerleşmişler. Bunlar üç kardeşmiş ve içlerinden birinin adı Zarif'miş. İşte bizim aile bu Kafkasyalı Zarif'ten geliyor. Daha çok bu sebeple olacak Kafkasya'yı çok seviyorum. Edebiyata lise yıllarında şiir ve kompozisyonlar yazarak başladım. Usta hikâyeci Rasim Özdenören, şair Erdem Beyazıt, şair Alaaddin Özdenören ile aynı sıralarda okuduk. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı’nı bitirdim. Öğrenciliğim sırasında çalışmak zorundaydım. Muhtelif gazetelerde sayfa sekreteri olarak çalıştım. Bu yüzden tahsilim biraz ağır aksak ilerledi. Bütün bunlar zarfında vazgeçmediğim, değişmeyen, istikrarlı bir yönüm vardı, o da şairliğim ve yazarlığımdı. Bir yerde çok titiz bir insanım, bir bakıma da hiç titiz değilim. Görünüşte bir düzensizlik içindeyim, ama her şey zihnimde benim de şaştığım bir disiplin ve düzen içindedir. Şu masanın hâlini görüyorsun. Çekmeceler de öyle. Ama söyleyin bir şey, onu gözüm kapalı çıkarayım. Hayatım da öyle. Bir telaş içinde parçalanmış gibiyim. Ama saati saatine programlanmışımdır. Şiiri de ne zaman yazacağımı bilmiyorum. Memur gibi. Durum öyle gerektiriyor. Sezai Karakoç ağabeyin yayınladığı Diriliş dergisinde şiirlerim yayınlandı. Ağabeyin sohbetlerinden ve yazdıklarından çok şeyler öğrendik. Her anlamda bizim hocamızdı. Yetişmemizde çok büyük faydası oldu. Sonra Nuri Pakdil ve arkadaşlarının yayınladığı edebiyat dergisinde yazdım. 1976'dan itibaren ise ben, Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Akif İnan ve Nazif Gürdoğan'ın kurucuları olduğu Mavera dergisinde şiirlerim, bir-iki hikâyem, senaryo çalışmalarım, günlüklerim ve "okuyucularla" ismini verdiğimiz sohbetlerim yayınlandı. Bir kaç yıldan beri ise roman çalışıyorum. Bunlardan ilki Savaş Ritimleri 1985'te yayınlandı. Ayrıca çocuk edebiyatı dalında kitaplar yazdım."

Cahit Zarifoğlu’nu diğer yol arkadaşlarından ayıran en önemli özelliği, tabiîliğinden hiçbir şey kaybetmemiş olmasıdır. “Yaşamak” isimli günlüğünde hemen göze çarpıyor bu durum. Hasbî, içten bir dil, kendini kasmayan, üzerinde sırıtmayan bir üslup… Bir konuşmasında şöyle diyor:

- “Benim yıllardan beri temel bir görüşüm vardır. Dervişanedir bu. Bu görüşün içinde “ben” fikri adeta yoktur. Bundan çok memnunum. Biri benimle şiirim yüzünden ilgilenirse bundan çok sıkılırım. En çok da bu alanda konuşurken sıkılıyorum. Tepeleme bir şair gibi yaşarım. Ama şiir, hayatımda hiç yer almaz. Şiir yazdığımdan habersiz, çok samimi arkadaşlarım vardır. Bilmelerini de istemem, zira hemen tavır alırlar. Onlar bu yönde belli bir tavır alınca da, benim şair yaşayışımı etkiler. Zira, dostlarım, halktan tabir edilen kişilerdir. Esnaf, küçük memur, şoför, balıkçı, küçük muhasebeci, işçi v.s. gibi kişiler. Bunların tam zıddı arkadaşlarım da vardır. Doğrusu hayatları çok kayıt içindedir. Onlardan bazılarını uzun süre görmem. Yeniden karşılaştığımda, hayatlarının olduğu kadar, konuşmalarının da hiç değişmediğini, yine aynı şeyleri tekrarladıklarını hayretle görürüm. Sadece, değişik yeni terimler bulmuşlardır. Doğrusu onlarla olmak, entellektüel susuzluğumu giderdikten sonra, fena halde sıkmaya başlar beni. Ben yaşarım. Hareketli, canlı, kıvıl kıvıl yaşarım.” (1)

Zarifoğlu’nun şiirlerinin “anlaşılmazlığı” üzerine o kadar çok şey söylenmiş ki, kendisi de bu durumdan şikayet eder olmuş. Ancak anlaşılamamayı bir “marifet” gibi görmemiş. Şöyle diyor:

- “Şimdilerde, şiirin ayağı yere basmalı diyorum. Şairlere, yeni yeni şiire koyulanlara anlaşılır olmalarını salık veririm. Şiirin sırrını aynı zamanda anlaşılır olmanın içinde yakalamaya çalışsınlar. Keşke ben de en başta bunu yapabilseydim. Bir Yunus Emre olmak isterdim. Herkes anlar onun şiirini. Bir okuma-yazma bilmez, eğitim görmemiş köylü de, bir veli de. Onların hepsine bir şey anlatır. Görünüşte ön planda basit bir yakarış ve arz vardır. Bunun altı ise derin de derindir. Herkes nasibi miktarıncayı eşeler, anlar, yararlanır.” (2)


YAŞAMAK’TAN: ÜSTAD NECİB FAZIL

“Yaşamak” isimli günlüğünde Necib Fazıl’dan bahsederken, ona olan saygısını ve muhabbetini görebiliyorsunuz:

- “Necib Fazıl’ı onbeş-yirmi dakika dinleyen biri, kendi dünyasının ne kadar küçük, değersiz olduğunu derin derin anlar. Sohbetlerin, büyüklerin dizlerinin dibine oturmanın neler ifade ettiğini anlıyorum. Tasavvuftaki sohbet medeniyetini anlıyorum.

Üstad, bütün o alabildiğine geniş ufuklarına, o derin idrakine, buluşlarına, dile hâkimiyetine, o nefis İstanbul şivesine ve dinleyen herkesin onun verdiği eserlerden de büyük olduğunu tasdik etmesine ve temel konularda bütün hassasiyetine rağmen, bazı pratik konularda bir çocuk kadar saf. Kendi de farkında bunun: “Beni herkes kandırabilir” diyor. Meselâ para konusunda, dünya menfaatleri konusunda. Teorik zekasının büyüklüğü, görüyorum ki, onda büyük ve aldatıcı, kandırıcı, kurnazlık edici zekaya yer bırakmamış, bu yaşına rağmen kalbi çocuk kalbi gibi temiz ve berrak. Onda hesabîlik yoktur. Onun bize menfi ya da müsbet gibi görünen her hareketinde ve eyleminde, sadece tarihî büyük misyonunu yerine getirdiğine inanırım.

Televizyonda uzay filmi gösterilirken, onunla ilgili olarak, “bunlar insan fantazisi ile alay etmektir” şeklinde konuşurken, üç yaşındaki torunu elini ekrana uzatarak, “bunlar benim oyuncaklarım” demiş. “Tam isabet, tam teşhis” diyor Üstad, “meçhulü arayan zeka budur işte” diyor.”

“Üstada “basın şeref kartı” verildi. Toplantı bir hayli çekişmeli geçmiş. Şeref kartının basit bir maddesi var. “Basında elli yılını doldurmuş olanlara verilir” gibi. Ama yıllardır, elli yılı dolmuş olan Üstada bu kartçığı layık görmezlermiş. Gafil sefilcikler. Üstad unutulmaz bir jestle bu yıldızlı kartı çıkardı gösterdi. Bir deyim kullandı ki yazmam.”

“Merdiven inerken adımını birden peydahlanan bir boşluğa attığını görüyorum. Ama bir melek bu adımı onun dengesini bozmadan düzeltiyor ve basamağa koyuyor.”

“Bir de Müftü Efendi onun Arvas köyünde Şeyh Fehim Hazretlerini ziyaret edişini anlattı:

-Renkten renge girmeye başladı. Ateş gibi kızardı. Sonra işte şunun gibi sapsarı kesildi. Kendisine bir şey olacak zannettik. Eve giderken yıkılmasın diye kollarına girdik.” (3)

Bir not: Cahit Zarifoğlu’nun bizde şöyle bir tedaisi de var: Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü isimli eserinde, Cahit Zarifoğlu’nun bir hatırasına yer verir. Bu hatıraya göre, Üstad Necib Fazıl, Cahit Zarifoğlu’na, “sen bir gece kan ter içimde kapıma gelip, “bana ne yaptın?” diye yakama yapışan genç değil misin?” der. Cahit Zarifoğlu “hayır değildim” der ve biraz düşününce, Necib Fazıl’ın bahsettiği gencin kim olduğunu anlar. Bu genç, Salih Mirzabeyoğlu’dur. (4)


ÇOCUK EDEBİYATI

Cahit Zarifoğlu’nun dört çocuğu vardı ve çocuk edebiyatı ile haşır-neşir olmasında bunun payı büyüktü. Kısacık hayatında 10 kadar çocuk kitabı kaleme almıştı ki, hâli hazırda boş bırakılmış bu sahada, ilk örnekler olması bakımından gözümüzde oldukça değerlidir. Feridüddin Attar’ın çocuklar için sadeleştirilmiş Kuşların Dili isimli eseri, bugün dahi çocuklarımıza okuduğumuz güzel bir eserdir. Çocuk edebiyatı eserlerinin edebiyatçılar ve şairler tarafından kaleme alınmasının önemi böylece bir kez daha ortaya çıkıyor. Şöyle diyor Zarifoğlu bu konuda:

- “Çocuklar için yazmak, bana at oynatabileceğim çok geniş bir alan açtı. Burada masal, rüya, hayal, hikâye ve gerçek, gerçeküstü ve akla gelebilecek her şey vardı. Sizi bağlayan birşey yoktu. Yazarken bir tür çocuk safiyetini ve çocukluğunu giyiniyorsunuz. Karşınıza ise milyonlarca çocuğu alıyorsunuz. Herşeyi yaşamaya hakları olan ilerinin büyükleriyle bir dünya oluşturuyorsunuz ve bu sebeble de zaman zaman onların büyük hâllerine hitab ediyorsunuz. Bu yüzden benim yazdıklarım, çocuklar için yazdıklarım, aynı zamanda büyükler için görünür. Bence bunlar, aynı zamanda büyükler için yazılmadı, belirttiğim gibi çocukların içindeki büyüklere hitab ettiği için böyle oldu.”

Cahit Zarifoğlu, bu hayata veda edip, asıl hayata kanatlandığında, ardında onlarca eser bırakmıştır. 47 yaşında vefat etmiş ve bu kısa hayat sürecinde şu eserleri kaleme almıştır: 

Şiirler: İşaret Çocukları, Yedi Güzel Adam, Menziller, Korku ve Yakarış. 

Hikâye: İnsanlar.

Çocuk Edebiyatı: Serçekuş, Katıraslan, Ağaçkakanlar, Yürekdede ile Padişah, Küçük Şehzade, Motorlu Kuş, Kuşların Dili, Gülücük, Ağaçokul. 

Roman: Savaş Ritimleri, Ana. 

Günlük: Yaşamak. 

Deneme: Bir Değirmendir Bu Dünya, Zengin Hayaller Peşinde. 

Tiyatro: Sütçü İmam.


DİPNOTLAR:

1- Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Beyan Yay., İstanbul, s. 25

2- Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Beyan Yay., İstanbul, s. 94

3- Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, Beyan Yay., İstanbul, s. 43-44

4- Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü –Ufuk ile Hafiye-, İBDA Yay., c. 5, s. 401-405




Baran Dergisi 401. Sayısı