Fâili meçhul cinayetler, intiharlar, suikastlar, hukuksuz yargı kararları, şantajlar, darbe teşebbüsleri, kilitlenmiş bürokrasi, teslim olmuş istihbarat ve hükümetlerin elinden alınmış irade… 1980’den beri, Türkiye, çok enteresan hadiselere sahne oldu… Tamam da tüm bunlar niçin oldu? Artık, Türkiye’nin üzerindeki pusu ortadan kaldırmanın, kafalardaki karışıklığa bir son vermenin ve dalların birleştiği zehirli sarmaşığı aydınlatmanın vakti geldi artık… 

Vukuu bulan onca hadise, mahkemeler, darbeler, suikastlar, şantaj kasetleri, hukukla bağdaşmayan yargı kararları, milletine tasallut eden istihbarat, emniyet ve ordu üçlüsü… Tüm bunlar ne içindi, hadi artık konuşalım. Kimsenin konuşmadığını, en cevvallerin(!) birbirine bağlayamadığı aşikârı konuşalım, bilenlerin söylemekten korktuğu hakikati gün yüzüne çıkartalım. Maddî delilleri üst üste koymak da araştırmacı(!) gazetecilere kalsın…

1980’den beri Türkiye’de çok enteresan işler vukuu buldu. Hayatı günübirlik okuyanlar, bu işleri sıradan addetseler de, çok büyük bir değişim-dönüşüm harekâtı planlandı ve 1980’den itibaren sahneye kondu. Lozan Barış Anlaşmasından beri Batının gönüllü gardiyanlığını yapanların artık bu topraklarda işlevini yitirdiğini gören ABD ve hempaları, yalnız Anadolu topraklarını değil, bütün bir İslâm Âlemini hedef alan mükemmel(!) planını uygulamaya koydu. Öncelikle ABD'nin neden böyle bir işe kalkıştığıyla başlayalım ve ardından uygulamaya konan planı safha safha anlatalım ki artık şu komik kafa karşıklığına bahane kalmasın…

Tanzimat Fermanı zamanında Devlet-i Aliyye’de aklın yitip gittiğini gören Halid-i Bağdadî Hazretleri, Hindistan’a kadar gidip irşad edicisini bulmuş ve Nakşî Sırrını kavganın, dâvânın tam kalbi olan Anadolu’ya taşımıştır. "Mehdi'yi hamil 10 kişi" bahsi. Devlet-i Aliyye’nin yıkılması ve Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber her ne kadar Bâtılın hâkimiyeti tesis edilmiş gibi görünse de, bir Nakşî büyüğünün buyurduğu üzere:

— “Ne garib taifedir şu Nakşîler; kafileyi GİZLİ yollardan sevkederler!”
Cumhuriyetin kurulmasının ardından Batı gardiyanlarının temsil ettiği Bâtıl, bir taraftan kendi dar zümresinde palazlanırken, diğer taraftan bütün bir Anadolu’ya yayılan Nakşî sırrı, ortadan kaldırılmak istenen İslâm itikadının ayakta kalmasını ve güçlenmesini sağladı. Bu güçlenme ve yükseliş öyle bir raddeye varmıştır ki, Batılılar artık bu işi eskiden olduğu kuduz Kemalistlerle sürdüremeyeceklerini görmüş ve başka yollar aramak zorunda kalmışlardır. Onlar da en az bizim kadar iyi biliyorlar ki; Anadolu’dan başlayarak kıtalar çapında cereyan edecek olan İslâm İhtilâl ve İnkılâbının önü, yalnızca Müslümanların itikadının bozulmasıyla kesilebilir.

Önce Paul Henze'in ardından ve tabiî asıl olarak, Fuller'in 80’li yıllardan itibaren; “Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için en iyi yol Ilımlı İslâm’dır. Etnik kimlikler kendilerini ifade edebilmelidir” sözü bundan sonra izledikleri yolun anlaşılması bakımından önemlidir. 

1980’li yıllara kadar, Batı gardiyanlığını devletin bütün bürokrasi kademelerini elinde tutan Kemalistler yerine getirmiştir. İslâm’ın güçlenmesi ve Müslümanların artık Kemalist zulme sessiz kalmamaları neticesinde işin artık bir halk ihtilâline doğru evrildiğini gören Batılılar, Kemalistlerle olan işbirliğini bir kenara bırakıp, Müslümanların itikadını biçimlendirmeye teşebbüs ettiler. Böylelikle hem küfür ocağı Kemalizm karşısında birleşme itiyadı duymaya başlayan Müslümanlar ya yanlış merkezler etrafında temerküz edilecek olmazsa yine bu yanlış merkezler tarafından dağıtılacak; bu sayede de uzun vadede itikatları ve imanları iğdiş edilmiş Müslümanlar, Batı için tehdit olmaktan çıkacaktır. Çok geçmeden bu iş için biçilmiş kaftan olarak imanî sapkın "Ilımanlar" Kemalistlerin yerine gardiyanlık etmek üzere seçildi. (Buradaki imanî sapkınlık, Rabbini şaşırma üzerinedir. Bizim Rabbimiz Allah'tır, onlarınki her şeyiyle Batı ve onun değerleri. Yoksa baktığınızda onlar da görünüşte Ehl-i Sünnettir(!)) Kendileri de bu vazifeyi almak için can atıyorlardı, ayrı konu… Batı, Ilımanları seçerken iki hedef birden gözetmekteydi; hem devlet kademelerine Müslümanlar(!) geleceği için Müslüman Anadolu’da T.C.’ye karşı katmerlenmiş olan iman öfkesi törpülenecekti, hem de Ilımanlar vasıtasıyla Anadolu’dan başlayarak bütün bir İslâm âleminin itikadı, Batılıların istediği şekilde biçimlendirilecekti.

1980’de tasarlanan planın neticelerinin ortaya çıkması 2005’leri buldu. Geçen zaman zarfında bir yandan kaz kafalı Kemalistler eliyle Cemaatin önüne çıkacak olan unsurlar temizlenmeye çalışılırken, bir taraftan da cemaatin kadroları devletin bürokrasi kademelerine yerleştirildi. Şimdi geldik bam teline. Türkiye’nin son 20-30 senesinde vukuu bulan hadiselerin niçin ve kim tarafından gerçekleştirildiği meselesine. 

Geçtiğimiz günlerde Akit Gazetesinde “Bayram Ali Hoca’yı paralel mi katletti?” başlığı altında bir haber yayınlandı, dergimizde de yer verdik hatırlarsınız. Bu haber üzerine Cemaat sazan gibi atlayıp, arşivlerden bu cinayetin Ergenekon tarafından işlendiğine dair çıkan haberleri derleyip kendi yayın organları vasıtasıyla çok başarılı(!) bir propaganda yaptı güya… İşin asıl enteresan tarafı, hükümet “Paralel Yapı”yı bu denli hedef almışken, hükümet kanadından da, İslâmcı(!) camiadan da bir Allah’ın kulu çıkıp da “siz aynı zehirli sarmaşığın iki dalı değil misiniz?” diyemedi… Şehid Bayram Ali Hoca suikasti üzerinden gerçekleştirilmek istenen algı operasyonuyla beraber Türkiye’nin son 20-30 senesinde meydana gelen hadiseleri de artık aydınlığa kavuşturalım.

Kemalist Kesime Yönelik Gerçekleştirilen Suikastlar

Özellikle 1990’lı yıllarda ard arda Kemalist kesimin aydın addettiği çeşitli isimlere İslâmî örgütler tarafından düzenlendiği iddia edilen suikastlar hâlen gündemde. Buradan bu suikastların adresini biz verelim, üzerine gidecek cesareti olanlar da araştırsınlar.

1990’lı yıllarda başlayan suikastların birçoğu, Batılıların artık Kemalist kesimi terk edip de Ilımanlarla iş tutacağını öğrenen ve bu durumun karşısında pozisyon almaya yeltenenlerdir. Suikastlarda silâhın tetiğini kimin çektiği değil, sonuçların kime yaradığının araştırılması gerekir. Bu suikastlar neticesinde hem Ilımanların karşısında duracak Müslümanlar terörize edilmiştir, hem de Kemalist kesimin kendi içinden doğan karşı sesler susturulmuştur.
İyi anlamak gerek, iyi okumak; Türkiye’de son 30 senede meydana gelen hadislerin bir çoğu bu planın gereğidir yahut bu plan çerçevesindedir.

Kürt Meselesi

1980’lerde Batı’da tezgâhlanıp Türkiye’de uygulamaya konan plana göre, Türkiye’deki Müslümanların bir vesileyle bölünmesi, planın bundan sonraki safhalarının salahiyeti bakımından son derece ehemmiyetlidir. 1980 Askerî Darbesinde, devletin şark vilâyetlerinde geliştirdiği insanlık dışı uygulamalar ve bu uygulamalardan hâsıl olan kin ve nefret, Müslümanların bölünmesi için gereken şartların da adresi oldu.

Bu plana göre devletin sivil ve askerî bürokrasisi içindeki hâinler marifetiyle darbe döneminde doğan nefret körüklendi. Kürtlere karşı devletin takındığı tutum daha da sertleşti ve gelişen reaksiyon üzerinden milletimiz kavmiyetçilik başlığı altında bölünmeye teşebbüs edildi.

Sayın Abdullah Öcalan’a sorarak bahsettiğimiz hususu teyid edebilirsiniz. Oslo’dan beri takındığı tavır iddiamızı destekler mahiyettedir.

Ergenekon ve Balyoz Operasyonları

2005 senesiyle beraber Ilımanların kadrolaşması tamamlanmış olacak ki, yargı  ve emniyet kademelerine yerleşmiş olan unsurları marifetiyle eski ortakların tasfiyesi işine başladılar. Hükümeti de birçok kez hedef alan Ulusalcı-Kemalist kesimin bu şekilde tasfiye edilmesi, o dönem için hem hükümet, hem de millet nezdinde sevindirici bir gelişmeydi. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının gerçekleştirdiği sırada meydana gelen birçok suikast ve hadise, Ulusalcı Kemalist kesimin tutunma çabası mıydı, Batılı efendilerinin onları tasfiyesini kolaylaştırmak adına onlara verdiği emir miydi, yoksa Ilımanların ellerini kuvvetlendirmek için kurdukları tezgâh mıydı bilinmez. Bildiğimiz ise, Ilımanlar, 80 küsur senelik Kemalist-Ulusalcı işbirlikçileri, yeni işbirlikçi olmak için Batılı Efendileri adına tasfiye ettiler. 
Nihayetinde 1980’de tezgâhlanan planın bürokrasi kademeleri bölümü tamamlanmış oldu.

İsmailağa Suikastları

Ilımanların diledikleri gibi Müslümanların itikatlarında at koşturabilmeleri için fikir ve aksiyon planında İslâm dâvâsı güden İBDA’yı ortadan kaldırmak ne kadar önemliyse, pazarlıksız Allah ve Resûlü diyen, parayla pulla satın alınamayan, korkutularak yolundan döndürülemeyen İsmailağa Cemaat’ini ortadan kaldırmak da, en az bu kadar önemlidir. Yâni, İslâm dâvâsında anayol Büyük Doğu - İbda ve birbirinden ayrı olmamak kaydıyla geniş bir tabana yayılmış İsmailağa Cemaati…

İsmailağa Cemaati’ni ortadan kaldırmak için başvurulan metod, Mahmut Efendi’den sonra yerine gelmesi muhtemel liyakat sahibi hocalara suikast yapılmasıydı. İlk olarak 17 Mayıs 1999 senesinde Mahmut Efendi’nin damadı da olan Hızır Ali Hoca suikaste uğrayarak şehid oldu. Bu suikast daha aydınlatılmamışken, bu sefer de 3 Eylül 2006 tarihinde Bayram Ali Hoca şehid edildi.

Yine aynı dönemde Mahmut Efendi’nin zehirlenerek öldürülmek istendiği de konuşulanlar arasında. Allah ona uzun ömürler nasib etsin… 

Toparlamak gerekirse, bu suikastları ister Batılıların emriyle Kemalist-Ulusalcılar gerçekleştirmiş olsun, isterse Ilımanlar; maksat, Batı’nın bu topraklarda tesis edeceği hâkimiyet adına Müslümanların itikatlarını iğdiş edecek olan Ilımanların önünü açmaktır. Bu anlaşılmadan, paralelle falan mücadele edilemez!

Ana Yol Büyük Doğu-İbda

Devlet-i Aliyye’nin yıkılmasıyla beraber bağımsızlığımız ortadan kalktı ve idare Batı’nın adına içeride işbirlikçilere teslim edildi. Anadolu’da, İslâm’ı ve Müslümanları ortadan kaldırmakla vazifeli bu güruh, ellerindeki tüm imkânları seferber etmelerine rağmen muvaffak olamadılar. Özellikle Üstad Necib Fazıl’ın ortaya koyduğu Büyük Doğu çizgisi, İslâm’a karşı cebhe almışların Anadolu’da barınmasına fırsat tanımadı. 1980’li yıllar, Ulusalcı-Kemalist anlayışla Anadolu’da hâkimiyetin elde tutulamayacağının, Batı tarafından da anlaşıldığı yıllar oldu. 

Batılılar, Anadolu’da Kemalizm gibi bir anlayışla hâkimiyetin sürdürülemeyeceğini teşhis ettikten sonra, “Ilımlı İslâm” silâhına sarıldılar demiştik. Bugün gelinen noktaya nisbetle geçmişi değerlendirecek olursak; bir yandan devletin kademelerine “Ilımlı İslâmcı” kadrolar yerleştirilirken, diğer taraftan da Kemalist anlayışın hâlen hâkim olan unsurları vasıtasıyla, Yürüyen Büyük Doğu İBDA ve yine onun gibi pazarlıksız Allah ve Resulü diyen İsmailağa Cemaati ortadan kaldırılarak “Ilımlı İslâmcı”ların önü açılmak istendi. 

28 Şubat Operasyonu, bu amaca yönelik olarak özellikle İbda’yı ortadan kaldırmak adına yapıldı. “Ilımlı İslâm”ın dilediği gibi hareket edebilmesi, gerçek bir İslâm İhtilâli ve İnkılâbı dâvâsı güden, bu davayı fikir planında sistemli bir şekilde örgüleştiren ve maddî planda da bu amaca yönelik olarak hareket eden İbda'nın itibarsızlaştırıp ortadan kaldırılmasına bağlıydı. İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve İbda bağlıları askerî ve yargı bürokrasisi tarafından ortadan kaldırılabilseydi, Ulusalcı-Kemalist işbirlikçilerin yerine göreve getirilecek olan “Ilımlı İslâmcı”ların önü açılacak ve onlara kalan meydanda, İslâmî(!) maskeleriyle istedikleri gibi at koşturabileceklerdi.

Peki, İbda’yı ortadan kaldırmak adına neler yaptılar? Öncelikle uyduruk yargı kararlarıyla Kumandan Salih Mirzabeyoğlu başta olmak üzere, İbda bağlılarını zindana attılar. Küfür hâkimiyetindeki devlete karşı, “yumruğa karşı yumruk” düsturunca hareket ederek, Müslümanlara umut olan İBDA’cıların cemiyetteki bu imajını kırmak adına cezaevine operasyon üzerine operasyon yaptılar. Bunlardan ilki olan 5 Aralık’ta, hiç beklemedik bir şey gerçekleşti. Devlet, tutsaklar tarafından tutsak edildi. Planlananın aksine İbda’nın Müslüman Anadolu’ya umut olan imajı daha da güçlendi. Ardından 25 Ocak tarihinde Noel Baba diye adlandırılan bir operasyon daha gerçekleşti. Küfrün elinde oyuncak olmuş olan devlet, en ahlâksız ve çirkin yüzünü Metris cezaevinde gösterdi. Yine istediklerini alamadılar; fakat komiktir ki cezaevindeki tutsakları tutsak etmeyi marifet sayarak zafer kazanmış gibi medyada günlerce yayın yaptılar. Bu operasyon da İbda’nın Anadolu’daki imajını zedelemeye yetmediği gibi bir de devletin itibarı yerle bir oldu.  

Bu işin fizikî işkenceyle, öldürmekle, şiddetle olmayacağını anlamaları uzun sürmedi tabiî… Hâl böyle olunca bu kez de ellerindeki garanti(!) çözüm olan Telegram’a sarıldılar. Öyle ya, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu öldürülse efsane olacak, meydana getirdiği fikriyât daha hızlı bir şekilde yayılacak ve Anadolu’da meydana gelebilecek bir İslâm İhtilâlinin önü alınmayacaktı. Ama eğer ki Telegram marifetiyle Kumandan Salih Mirzabeyoğlu kontrol altına alınabilir, Kemalist yapılabilir ve hatta bir de Kemalizm’in ideolojisi kendisine yazdırılabilseydi, o vakit Ilımlı İslâm’la beraber Anadolu’daki hâkimiyetlerini perçinlemeleri önünde hiçbir mâni kalmamış olacaktı. Bu da olmadı, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu Telegram işkencesine de boyun eğmedi. 

Telegram işkencesi, hukuksuz yargı kararları derken 25 Aralık 2013’te hükümete karşı gerçekleştiren “Yargı Darbesi”nin hedeflerinden birisi de yine İbda bağlılarıydı. Bandırma Cezaevine yapılan askerî operasyon bahane edilerek, 32 Müslümana 228 sene hapis cezası uyduruldu. Öyle ya, eğer ki iktidarı bertaraf edebilselerdi, karşılarında tek mihrak olarak İbda kalacaktı ve bu yargı kararı karşılarındaki asıl problemi çözmüş olacaktı. Ne var ki ne hükümeti düşürebildiler, ne de İbda bağlılarını yıldırabildiler. 

Bu esnada son derece sevindirici bir gelişme olarak 22 Temmuz 2014 tarihinde, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, yeniden yargılanma talebinin onaylanması üzerine tutuksuz yargılanmak kaydıyla serbest bırakıldı. Hükümetin kendisine darbe teşebbüsünde bulunan yargı kadrolarına yaptığı müdahalesiyle işler birçok bakımdan tam tersine döndü. 

Yeniden görülmekte olan Noel Baba Dâvâsı’nda, son bir teşebbüsle, yeniden yapılan yargılamanın sanıklarını tutuklu yargılamaya çalışsalar da, kaybettiler. Artık anlamaları lâzım ki kendileri de efendileri de kaybettiler. 

Sonuç Olarak

Türkiye’nin son 30 senesine damga vuran neredeyse tüm menfî hadiselerin ardında, Müslüman Anadolu’dan başlayarak bütün İslâm Âlemi’nin itikadını iğdiş etmek isteyen Batı’nın, geçmişte Kemalistlerle yaptığı işbirliğini terk ederek Ilımanlarla çalışmaya karar vermesi yatmaktadır. Birçok hadise ya Kemalistlerin tasfiyesi için vukuu bulmuştur ya da Ilımanların önünü temizleyerek onlara yol açmak için… Yukarıdaki iddialarımız manipülasyon değildir. Aksi noktasında ısrar edilirse, Pensilvanya’dan, tâ has odadan gelen dokümanları da koyarız icab ederse. Aslında, Zekeriya Öz’ün girdiği sorgularda sorduğu ve sormadığı sorulara bakmak bile bu pisliğin bin bir yüzünün aydınlanmasına yeter de artar bile…

Teşbihte hata olmaması kaydıyla; Şeytan, Bedir Savaşı'ndan hemen önce insan kılığında, müşriklerin yanına gelip, Müslümanlara karşı, müşrikleri savaşa teşvik etmek için onların gururlarını okşayarak olmadık hayâllerle kışkırtır. Tâ ki Cebrail Aleyhisselâm komutasındaki 3000 melekle İslâm safında belirince kadar. Şeytan kaçıp gitmiş, müşrikleri kaderleriyle baş başa bırakmıştır.

Bugün şeytanın iğvasına kapılan Ilımanların hâli de aynı Bedir’deki müşriklerin hâline benziyor, bilmiyorlar ki şeytan onları terk edip gittiğinde olmadık hayâlleri de şeytanla beraber gidecek ve o zaman mutlak hakikatle yüzleşecekler.

Ilımanlar anlamıyorlarsa da şimdi söyleyeceklerimizi Efendileri olan Batılılar çok iyi anlayacaklardır. Kaybettiniz, 30 senedir ilmik ilmik işlediğiniz planınız, hastalıklı bir moruğa şeytanın verdiği gazla iflâs etti. Sahibi olunmayan mânânın malikliğinin sergilendiği sahne yıkıldı. Artık eldeki bu kadro ile değil Anadolu’nun, kabilelerin bile itikatları üzerine manipülasyon yapamazsınız. Ayrıca sizin yakinen biliyor olmanız gerekir ki, bu millet kanla, şiddetle ve dehşetle sizin istediğiniz şekilde biçimlendirilemez. Bizce siz şimdiden mağlubiyetinizi kabul edin, Anadolu’da abuk sabuk işlere de kalkışmayın ki, ne size olan kinimiz daha fazla artsın, ne de sorulacak olan hesab daha fazla kabarsın.

Son olarak şunu da ilâve etmekte yarar var; Ilımanların gayr-ı nizâmî savaşı iyi bilen gazetecilerinin kurduğu tuzaklara da artık düşmeyin ve Kemalist-Ulusalcı kadroların işledikleri cürümlerle Ilımanların cürümlerinin birleştiği kökü, ülkü birliğini doğru şekilde idrak edin, daha fazla madara olmayın. 


Baran Dergisi 401. Sayısı