Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üç aday var: CHP ve MHP’nin çatı adayı İhsanoğlu, HDP adayı Demirtaş ve Ak Parti adayı Erdoğan.

Dindar bir kişi olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP-MHP adayı olarak Kemalist sistemle uzlaşması dikkat çekiyor, statükodan yana olurken İsrail’e de tepkisi cılız. Selahattin Demirtaş’ın ise Kürtçü bir çizgide olduğu malum.

Tayyip Erdoğan ise halkın değerlerine yakın olarak Batı ve İsrail karşıtı bir çizgiyi temsil ediyor, millî ve yerli bir duruşu temsil ediyor. Bunu oy saikiyle veya geleneksel İslâmî çizgiden yapmış olabilir. Anadolu’nun millet olma iradesini temsil eden Ak Parti’nin İslâmî yönü ve antiemperyalistliği şuurlu olmayıp “halkçı” siyaseti gereği olsa da, bu hal bizim onu desteklememiz için yeterlidir. Nihayetinde Tayyip Erdoğan’a biat etmiyoruz, siyasî bir tercihte bulunuyoruz.

Tayyip Erdoğan’ı desteklememiz diğer adaylara nazaran olup, her siyasî olay için farklı tavır alınabilir. Çünkü her mevzu kendi usûl, esas ve kuralları içinde ele alınır. Şu ân mevzuumuz Cumhurbaşkanlığı seçimidir ve başka bir olayda başka bir tavrımız olabilir. Tayyip Erdoğan bizim ideolojik liderimiz değildir ve İslâm inkılâbının liderlerinden biri olma vasıflarını da taşımamaktadır; esasen böyle bir dava da gütmemektedir. Demek ki, siyasî aktörlerin İslâm davasına ne kadar faydalı olduğu ve olabileceği muhasebesine istinaden tahlillerimizi yapmak durumundayız.

2012 Referandumunda “evet!” oyu vermiş ve doğru bir siyasî tercihte bulunmuştuk. Gelinen noktada bunlar görülüyor. Suriye politikasında ise hükümeti eleştirmiştik ve BARAN’ın Suriye politikasındaki ön görüsünün doğruluğu da gelinen noktada gayet iyi anlaşılıyor.

Ak Parti-Cemaat kavgasında da safımız net idi. Cemaat veya camia denilen örgüt, ajan bir yapılanma olup, esasen İBDA bağlıları 30 senedir bunu söylüyorlardı. Ak Partililerin İBDA’nın tutarlı çizgisini görmezden gelmelerinin altında yatan saik, yıllardır cemaate verdikleri desteğin itirafı veya İBDA’nın haklılığını, onun devrimci ve ideolojik çizgisinin de haklılığının itirafını zorunlu kılması idi. Ak Parti’nin ideolojik muhasebe yapacak kapasitesinin olmadığı da söylenebilir. Ak Parti ve kurmaylarının siyaset telakkisi, günlük siyaset yapmak ve anketlerle belirlenen oy potansiyeline göre davranmaktan ibarettir. Ak Parti’nin zaafı da burada, birbirine kenetli bir azınlık tarafından neredeyse devrilme noktasına gelmesinin sebebi de burada… Şeytanî cemaat yapılanması az kalsın bunu gerçekleştirecekti. Nerede Rahmanîler ve onların birbirine kenetlenmiş kadrosu?..

Mavi Marmara yolcularının pasaport fotoğrafları İsrail polisine verilmiş ve bu şekilde esir aldıklarını sorgulamışlar. Bu fotoğrafları hain paralelci polisler İsrailli meslektaşlarına iletmişler.

Ak Parti’nin şeriat getirmek gibi bir derdi yok, fakat bir yanda İsrailci cemaat ve CHP şekavet ocağı var, öbür yanda Ak Parti. Halkın ve Hakk’ın sesine yakın başka bir parti olsa onu desteklerdik. Yani, Ak Parti için göbek bağımız yok. Fakat, keskinlik yapacağız diye Ak Parti’ye söverek muhalif çizgi temsil edilemez.

Bizler bir dünya görüşüne (BD-İBDA) mensup olduğumuz için herhangi bir siyasî partinin ideolojik olarak mensubu olamayız, ancak taktik olarak destekleyebiliriz. CHP şer ocağı’ndan uzak dururken ve bu açıdan Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını desteklerken, İsrail ajanı paralel çetenin temizlenmesini de memnuniyetle karşılarız. AK Parti İslâm inkılâpçısı değil diye, Ergenekon ve Cemaat gibi şer ocaklarına yakın duramayız. 

Allah neleri nelere vesile kılar bilinmez ama, görünen o ki, eğer Ergenekoncular temizlenmese ve paralel yargı biraz geriletilmese idi Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun da çıkması mümkün olmayacaktı.

Siyasî hadiselere göre Ak Parti’yi desteklerken kimseye de “Ak Partici olun!” demiyoruz. Zaten ideolojik olarak “Ak Partici” olamayız, çünkü bizler muhafazakâr ve demokrat bir çizgide değiliz, BD-İBDA çizgisindeyiz. Şunu da ifade edelim ki, demokrasinin karşıtlığı yobazca her şeye karşı çıkmak değildir. Başyücelik sistemini her mevzuda işlemektir esas olan. Yaşanmaya değer rejimin hasretini çeken inkılâpçı bir dünya görüşüne bağlılık iddiasında olanlar, teori ve politika arasında, politikayı sürekli denetim altına alıcı bir denge kurmalı ve taktik mahiyetteki politikalarını her daim bu şekilde belirlemelidir.

Gezi ve 17-25 Aralık operasyonlarında teşebbüs edildiği gibi Batıcı çizgide darbelere karşıyız ve bu açıdan Ak Parti’yi desteklemenin zaruretine inanıyoruz. Batı ve İsrail’e düşman kaldıkça Erdoğan’ı desteklemeyi de zaruret görüyoruz. Başbakan’ın “millî mücadele” ve “haçlı ittifakı ile karşı karşıyayız” tesbitlerine de katılıyoruz. İleride Ak Parti ile başka bir İslâmî grubun çatışması olsa, her zaman olduğu gibi pusula değerindeki ideolocyamıza (BD-İBDA) bakar ve saflarımızı belirleriz.

Gezi hadiselerindeki toplumsal muhalefet damarını ayrı bir yerde tutup saygı duymakla beraber, nihayetinde Gezi hadiselerinin hayat tarzları kavgasına döndüğünü ve Batıcı bir darbe öykünmesi olduğunu BARAN dergisinde defaatle işledik. Dış basının da hararetle desteklediği Gazi hadiselerinin, Ak Parti’nin vehmettirdiği İslâmî köke düşman ve Batıcı bir darbe hevesi taşıdıkları görüldü.

Şu hususu vurgulayalım ki, Sovyetlerin göçmesinden sonra Türkiye ve dünyada toplumsal muhalefet İslâmcıların elinde idi. Dünyada El-Kaide eylemleri ve Türkiye’de İBDA-C eylemleri ve 28 Şubat’a karşı Metris direnişleri vesair faaliyetlerde olduğu üzere. Ak Parti’nin 2002’deki iktidarından sonra Müslümanlarda bir rehavet oldu. Ancak Mavi Marmara ile biraz heyecan geldi. Hâlbuki rejim değişmemişti, sistem aynı sistem idi. Ak Parti’nin iktidarda olması Müslümanlardaki toplumsal muhalefet psikolojisini köreltti. Sadece BD-İBDA bağlıları bu tuzağa düşmedi. İBDA’nın bir cephesi olarak 11 Ocak 2007’den beri 8 yıldır faaliyette bulunan haftalık BARAN dergisi, dostun ve düşmanın kabul edeceği üzere, her daim sistem teklifini siyasî, sosyal ve iktisadî hadiseler içinde işleyerek her hafta okuyuculara ulaştırmaya çalıştı-çabaladı. Gerektiğinde yazı işleri müdürleri tutuklandı, gerektiğinde sokaklara inildi ve kardeş cephe faaliyetlerini duyurdu. Burada, her birinin emeği inkâr edilemez cephe kardeşlerimizi de saygıyla analım. Birlikten kuvvet doğar.

“Halk İhtilâli” şıkkını işaretlemiş bir anlayışın, halkın oylarının yarısını almış bir kitle partisine karşı toplumsal muhalefetini, Müslümanları ılımlaştırması, demokratik-Batıcı sisteme entegre etmesi ve gençliği yozlaştırması minvalinde yine halka anlatarak ve gerekirse uyararak yapmalıdır. Yani, “Ak Parti’ye sövdüm, ben toplumsal muhalefetimi yaptım” demek, yanlış olur. Yıkmak için yıkmak değil, yapmak için yıkmak durumundayız ve eleştirdiğimiz her yanlışın yerine doğrusunu göstermek zorundayız.

Müslümanlardaki yozlaşma ve heyecansızlığın müsebbibi olarak en ağır eleştirileri Ak Parti’ye karşı BARAN dergisi yapmıştır. Ak Parti’ye muhalefet yapacağım diye Ergenekoncular, Geziciler ve Cemaatçilerle paralel bir çizgiye düşülmemiştir. Müzmin muhalefet psikolojisiyle, “Ak Parti’nin düşmanı dostumdur” anlayışı, İBDA Külliyatından Kültür Davamızda işaretlenen “sakat muhakeme”ye düşmemize yol açabilir. Kısaca söylersek “papağan gibi, zıddını söyleyerek muhalefet olmaz.”

İfrat ve tefrit kutuplarında gezinen bazı gönüldaşlar gibi ne müzmin Ak Parti karşıtı olduk, ne de Ak Parti muhibbi olduk. Bazı eski arkadaşların hizipleri ve beylikleri görülmesinden ibaret seviyesiz ve samimiyetsiz tartışmaları ise, siyasî bir görüş farkı bile olmayıp, muhatap almaya değmez. BARAN’ın yorumlarına zıt bile olsa, en ince tahlillerden geçen, delillerle ve en son verilerle desteklenen araştırmacı çalışmalara ise can kurban! Böyle çalışmalardan dayanışmalı fikir oluşumu temin edilirken, aksi halde ise toz duman olur. Cehd ve çabayı zor görüp kolaycılığından dolayı polemik ve sövmeyi tercih edenler, teori ve pratik arasındaki diyalektik münasebeti anlamayan ve anlamamakta ısrar edenler ise davayı karartanlardır. Doğru pratik yaklaşım, ancak teoriyi gerçekten özümsemekten ve yapılan her işi teorik tenkide maruz tutacak şuur süzgecini kuşanmaktan geçer.

İBDA’cıların da yobazları vardır. BD-İBDA dünya görüşünü özümseyerek kendi branşında derinleşeceğine, Haricî-Vehhabî mantığıyla birbirini tekfir edercesine suçlayanlar ise yobazlığa ve seviyesizliğe misaldir. Samimiyetsiz ve çapsızlık illetine düşen bu tiplerin kitap okumak ve her şeyden önce estetik idraki başa almak gibi bir dertleri de yoktur. İslâm ahlâkının olmadığı bir temelde İBDA yükselemez. Samimiyetin olmadığı yerde de tekâmül olmaz. 

Cepheleşme ilkesine bağlı olan ve her cephenin faaliyetine saygı duyan (herkes usulünce ve kendi alanında fikriyatını pırıldatır) BARAN cephesi, siyasî yorumlarımıza katılmayan gönüldaşlara da saygılıdır. Yeter ki, ilkeli ve seviyeli olsun… Esasen, lafı çok uzatmaya da gerek yoktur, İBDA’nın bizden istedikleri malumdur. Herkes işine baksın, iş ve eseriyle görülsün. Lütfen işine bakmayanlara biz de bakmayalım, yoksa onlardan oluruz.

İslâm inkılâbının sesini Anadolu’dan fezalara yükselttik de Ak Parti veya başka bir güç mü mani oldu? Toplumun genel fikir çerçevesine BÜYÜK DOĞU’yu yerleştireceğimize internet üzerinden kısır tartışmalara veya en son mutlu günümüzde bir tesiste gördüğümüz “sarhoş kavgaları” gibi rezilliklere düşmeyelim. Kumandan’ın zuhuruna biz de zuhurlarımızla zemin hazırlayalım. Tek kişilik orkestraya haddimizi bilerek senfonya olalım. Yerimiz ve sıramız gelmeden kaba sesler çıkarmayalım.

Oyumuz Erdoğan’a, fakat İslâm inkılâbının cemiyet inşacılığı vazifesi hepimizin başınadır. Nasılsak öyle idare olunuruz! Kurtuluşa lâyık olmanın çile ve aksiyonuna talip olalım. Hem ferden, hem toplum olarak bu halimizden kurtulalım ve ayağa kalkalım!

Erdoğan Cumhurbaşkanı olacak ama, iş Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ile bitmiyor. Asıl anlatmak istediğimiz budur!..


Baran Dergisi 395. Sayı...