Büyük Doğu-İbda, “Fikir ve Aksiyon” ile yürüyen bir davadır. Kendisini bu davaya muhatap kabul eden ve gören herkes “Mutlak Fikir”den şahsına düşen pay nisbetince ahlâk ve şahsiyet belirtir. Kimse “Büyük Doğu-İbda” davası mensubu oldu diye “Büyük Doğu-İbda” davası şereflenmez, yahud biri bu davadan ayrı düştü diye “Büyük Doğu-İbda” da bir eksiklik meydana gelmez. Aksine gelen şereflenir, gidenin takdiri Allah’a aittir. Hâl böyle olunca “dava” dur-durak kabul etmez ve muhatabından sürekli hareket bekler; bıkmadan usanmadan ve “bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” hadisinden mülhem “her dem yeniden, daha taze ve güçlü olarak” fikir ve aksiyon üretmesi istenir. 

Namaz gibi; diriltici temizleyici bir nefesle, duayla, aşkla ve ölüm anına kadar bitmeyen bir aksiyonla, samimiyetle ve ihlâsla… Zekât gibi; fedakârane, cömertçe, hesabı ilahi terazide tutarak ve her yıl yeniden, malı mülkü dondurmadan, kokuşturmadan, tükenişe ve azalışa bırakmadan; zevkle, inatla, emekle… Hac gibi; muhteşem bir nizamla, harikulade bir senfoni ile hasetsiz, sonsuzun idrakine varan “ölmeden ölünüz” prensibini yaşatan, dostuna ve düşmanına ilahi rahmet dairesinde “merhamet gözü” ile bir kez daha bakan, affedilmek için affetmeyi bilen, Ümmetin renkleri karşısında kibirden, kinden ve riyadan kalbi arındıran muhteşem bir mahşeri duruşla. Oruç gibi; Allah’la baş başa, kalpte olanı yalnızca ona açık olanı tertemiz bir edeb tufanına sokan, şehvetin ve öfkenin tuzağından secdenin ve nefsi terbiye eden açlık ve susuzluğun suladığı sabrın kollarına kaçan bir varoluşla. Cihad  gibi; bir ömrü Allah yoluna feda eden, şehitlik davası ile yanıp tutuşan, şehadet anına kadar İslâm inanç ve itikadını muhafaza gayesi güden ve ibadetlerinde “şehid namzedi” manası tüttürmek için inanılmaz bir vecd ve aşk hali yaşayan mücahid ruhu ve nuruyla... 

Her mü’min, küfre karşı ihtilâlci-nizam bozucu, kalbî noktaya da inkılabî bir nazarla bakar. Kendini ve çevresini küfürden arındırırken aynı zaman İMANÎ fikir ve aksiyon ile de teçhizatlandırır, inkılab eder.

Bu hale ne kadar yakın, ne kadar uzağız. Hesap etmeli!.. Hangi noktadayız… Başkalarına getirdiğimiz eleştiri ve dilimizin uzunluğu nispetinde biz neredeyiz? Bizim gençlerimiz nerede? Bizim yapmamız gerekirken yapmadıklarımız şimdilerde nelere mal oldu. Yahud “yapmasaydık daha iyi olurdu” dediklerimiz şimdilerde bizi “İlahi adalet” karşısında ne hale düşürdü. Sorduk mu hiç? Uzatmayalım ve tekrar edelim Büyük Doğu-İbda, “Fikir ve Aksiyon” ile yürüyen bir davadır. Kendisini bu davaya muhatap kabul eden ve gören herkes “Mutlak Fikir”den şahsına düşen pay nispetince ahlak ve şahsiyet belirtir. Ya dosttur ya düşman… Haktan yana görünenleri ayıklamanın tek yolu fikir ve iş üretmektir. Bedel ödemeyi göze alamayan hiç kimse dava içinde zerre miktarı hak sahibi olamaz. 

Diğer taraftan cepheleşme zarureti iş yapan içindir, laf geveleyen için değil. İş yapan yaptığı işin niteliğine göre “sır, zevk, edeb, güven, kararlılık, propaganda ve hedef” üzerine çalışmasını inşa etmek zorundadır. Yaptığı işin cakasını satmak bir tarafa, sürekliliğini artırmak gerektiği malum olduğundan “dili tutmak, hesap yapmak, gölge gibi hareket etmek” zorundadır. Yapıp etmelerini çeşitli medya araçlarını kullanarak “reklâm” edebileceği gibi, esas propagandanın Büyük Doğu-İbda dili ile çıkan neşir organlarında gerçekleştirileceğini bilmelidir. “Fikirde müphem aksiyonda açık”  hikmeti üzereyiz… Bazen yapılan iş öyle bir noktaya varır ki “ben yaptım” demek lüzumlu olmaz. O vakit buna verilecek en güzel isim cephe ismidir. Yapıp etmelerimiz bize maaş veya dünyevi anlamda bir makam kazandırmayacağı veya övünç kaynağı olmayacağına göre, her şeyi Allah’ın rızası istikametine bırakmak ve iş sonrası mükâfatı Allah’a havale etmek erdemi gösterilmelidir. Cephe esprisi bu manada müthiş bir ruhi oluşu sağlar.

İşlerin niteliği değil gerekliliği mühimdir. İş yapacak kişi yahud kişiler yapacakları işin İslam ve Ümmet menfaatine olup olmadığının muhasebesini ve muhakemesini yapmak zorundadır. Bugünlerde İBDA cepheleri çok nefis ve gıptayla bakılacak eylemlere imza atmaktadır. Yine de şuurlara alternatif babından;

İşler; toplu gösteriler olabildiği gibi, bildiri dağıtma, konferans ve seminerlerde kitlesel protestolar düzenleme, dev afişler açma, duvarlara dev yazılar yazma, Salih Mirzabeyoğlu ve Dava Arkadaşları adına, üniversitelerde, konferans salonlarının önünde, siyasi parti mitinglerinde standlar açma, Büyük Doğu-İbda çerçevesinde yayın yapan dergiler adına bürolar, temsilcilikler, kulüpler açarak propaganda alanı oluşturma, İslam’a ve Müslümanlara dönük kavgacı tepkiler gösterenlere aynı dilden cevabı vermek için gerekli donanıma sahip olma, medya kuruluşlarını manipüle edici ve kendi cephesinin propagandasını yaptırıcı alt kültürü ve dili konuşma…

Bu minval üzere zihnimizi daha açık ve şuurlarımızı daha idrak ettirici hale gelmesini sağlayan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun şu beyanına müracaat edelim; “Bir sistem, fikir, sanat, hareket, dernek ve parti etrafındaki faaliyetlerin yoğurduğu «siyasi şuur» ve «hareket» oranında sosyal hayata hâkim kılınabilir… Kısaca siyaset, bağlı olunan sistemin hayata geçirilmesi için gereken aksiyon dehasıdır.” (S.M. Bütün Fikrin Gerekliliği, sh. 46)

Ve diğer taraftan “zaruretler mazeretleri ortadan kaldırır” hikmetine binaen İslâm Davasının önünde kim yahud kimler engel ise “gereken yerde gerekeni yapmak” şuurundan payla gerekenin yapılması; Fikirse fikir kavgaysa kavga… Gençliğin heyecanını pörsüten, kendi yapamayış ve edemeyişini “yapılması gereken bu” şeklinde başkalarına lanse edenler uzak durulması gerekenlerdir.

Büyük Doğu-İbda muhatabından bir çok şey beklediği gibi “Bir eylem!.. Bir eylem daha!.. Her eylem yeniden diriltir bizi” dizelerindeki hali de murad eder. Mesela genelevlerini sevmiyorsun, bundan hem dini hem politik olarak rahatsızsın, peki bu rahatsızlığını “aksiyonda açık” dile getirdin mi? Yok!.. Sıkıntı burada zaten. 

Düne kadar Müslümanların her onurlu ve izzetli çıkışını ve yine Büyük Doğu-İbda bağlılarının küfrün yaşam konforunu bozan, onları bulundukları keyif ortamında rahatsız eden, zevk içinde eğlendikleri fuhuş yuvalarını başlarına yıkan tavırlarını “İslam’da bu var mı? Yok şu bu” diye engelleyenler bugün görüldü ki, üç kuruşluk çıkarları için cami önlerinde yasadışı bildiri dağıtmalar, dev afişlerle hükümet aleyhine pankartlar açmalar, çeşitli sosyal medya ortamında kitlesel protestolar falan düzenlemeler yapıyorlar. 

Demek ki eylem, toplu hipnoz halini-dilini kırmanın ve yerli yerine oturtmanın en önemli yollarındandır; bir değil bir kaç tane, birkaç tane değil devamı gelen sürekliliği olan inançlı ve inatçı bir gözü karalılıkla. Nihayetinde hem içteki hain can havliyle bağıracak, hem de dıştaki düşman çöküşe doğru geçecek. Ve kalbi marazlı olanlar ile konforu bozulanlar tam bir trajedi yaşayacak. Diğer taraftan ise gençlik aradığı heyecanı ve aksiyonu dosdoğru olması gereken adreste bulacak ve emeklerini zayi eden çeşitli fraksiyonlara sapmayacak. Gelinen nokta göstermiştir ki; İBDA’ya kimsenin diyecek sözü kalmadığı gibi her biri kendi cephesinden İBDA’yı kırk yıl geriden takip ve taklit etmektedir.

Çok ince zarif bir yol üzereyiz; hem işi öğretmek hem de bunun fikre bakan yönünü yaşayarak göstermek gibi zorların zoru bir mesuliyet içindeyiz. Bir hareketsizlik söz konusu, yahud istenilen çapa erişmeyen bir eylemsizlik hali var. Ama bizim tartıştığımız hareketsizlik mevzusu değil, Müslümanların yaşadığı Kemalist rejimi savunan, korumaya kalkışan dünün “İslâmcı”larının yaşadığı hipnoz hali… Ve sahneye çıkmış ve ‘ilerleyin’ ‘ilerleyin’ diye marş söyleyen ve askeri adımlar atar ve güya hareket eder gibi yere vuran askeri marş grubunun hali. Sahte dava adamları, dava fareleri… Fikir ve eylem kaçkını zenneler.

İnkılâb sanatçısı İbda Mimarı’nın anlatmak istediklerimizi özetleyen tesbitleriyle  “İslâmcı kesim, Kemalist rejimin adlî, idarî, askerî, polisiye ve eğitim sahasındaki bütün hatlarıyla tasallutuna maruz kalmış, ilmiye sınıfındaki ekâbirleri ezilmiş, sindirilmiş, öldürülmüş veya zindanda çürütülmüş, dâva cahil ve masum bir sürü tarafından temsile dönmüş... Böyle bir çerçeve içinde, din adına dini tepeleyici tezâhürler; din simsarları, sapık anlayışlar, düzene yamananlar, kafa kâğıdı Müslümanları... Bunun yanında, düzenin hâlâ istismâr ettiği, devlete bakış yanlışlığı; asırlarca devlet, İslâm devleti olmuştur... Teşkilât, ruhun "ifâde"si, yetişeceği ortam değil mi?.. İslâmî ruha uygunluğunca uyulması ve pörsüdükçe düzeltilmesi gereken... Diğer taraftan da, bu ruhu yetiştirme ve yaşatma çerçevesi olan teşkilât... Ruh pörsüdükçe teşkilât ve teşkilât pörsüdükçe ruh pörsümesi; ki, bizim Büyük Doğu-İbda anlayışının tarih muhasebesi bilinmeden, neyin nerden nereye, nasıl ve niçin geldiği bilinemez... Bu ilgi nisbetleri içinde, asırların oluşturduğu bir devlete itaat yapılanması ve şartlanması... Savaşlarda yitirilen erkekleriyle, erkek kıtlığına düşmüş Anadolu; dul kadın yetiştirmesi bir nesil... Bu nesil üstüne çökmüş Kemâlist rejim ki, her şeyi bir tarafa, eğitim sistemi İslâm düşmanı yetiştirmeye memur; güç, okuyup mevki sahibi olanda ve devri dâim makinesi gibi, rejimin yetiştirdiği rejimi idâme ettiriyor... Böylesine ezilmiş ve cahil insanların, rejimin devletin karakteri olduğu, devleti koruyorum diye rejimi koruduğu meselesini anlamasını bekleyemezsiniz... Bugün bile, kelli felli makam sahibi olmuş olmasına rağmen ordu çapındaki sürüyle ahmak, hem de Müslüman geçinmesine rağmen, devleti koruyorum diye Kemâlist rejimi koruduğunu anlamıyor... İslâmcı kesim, "devlet-rejim-düzen"in ne olduğunu bilmezlik içinde Kemâlizm'e gûyâ düşmanken âlet oldu ve oluyor ya; buna mukabil İslâm düşmanı -umumiyetle sol- çevreler de, gûyâ rejimi değiştirme kavgası yapma adına, rejimin İslâmî kesimi sindirme, saptırma ve kullanma adına geliştirdiği fikir ve hareketlere âlet ve destek olmuşlardır... İslâm'ın sözkonusu olduğu her yerde, hemen resmî ideolojinin seviyesiz motiflerine sarılarak onunla paralellik belirtmişler, ortamı daha garâbet hâle sokmuşlardır: Müslüman "gerici", Kemâlist "ilerici", sol ondan daha "ilerici" ya; solcu, bir Müslümanın gözünde "daha kâfir"; Müslüman, bir solcunun gözünde "daha gerici"; neticede de Kemâlizm, (mevcut düzen), hem Müslüman ve hem de solcu için, daha ehven-i şer (!)... Müslüman geçinen salak, devleti koruyorum derken Kemâlizm'i yaşattığını anlamaz, solcu geçinen ahmak da rejim değiştirme iddiasındayken, rejime âlet olduğunu anlamaz... Büyük Doğu-İbda olarak bildirelim ki, bu durum, idrâkın iğdiş edilmiş olmasından başka bir şey değildir; mücerret fikir haysiyeti adına belirtilmesi gereken dâva, Kemâlizm'in asıl buğz edilmesi gereken tarafı, ne İslâm karşıtlığı, ne dış yüz devrimleri, sadece idrâkı iğdiş etmiş olmasıdır...” (Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar)

Bu hipnoz halini kırmanın bir başka deyişle bu oyunu bozmanın tek yolu vardır; Aksiyon… Her çeşit aksiyon…

Nihai sözümüz İslam devlet idealinin sarsılmaz fikir ve aksiyon adamı Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan olsun; “Mücadele edebileceğimiz bir rejimi mücadele edemeyeceğimiz bir rejime tercih etmemek, tek kelimeyle aptallık olur. “Mutlak Fikir” bağlılarının kafalarının bulandığı bulandırıldığı noktada burada başlıyor. Mücadele edebileceğimiz bir rejimi, particilik ve dernekçilik oynayacağımız, yan gelip yatacağımız, korumakla mükellef olduğumuz bir rejim gibi anlayanlar var. Mesele, onu tepelemenin şartlarını hazırlamada… Kanun yolunun bütün imkânlarından faydalanılması hesabı bu noktada.” (S.M. İdeolocya ve İhtilal, 88)



Baran Dergisi 385. Sayı...