Hint düşüncesinde -mitolojisinde veya metafiziğinde de diyebiliriz, bahsimizin nokta-i nazarından aşağı yukarı aynı kapıya çıkar- “İndra’nın Ağı” diye bir kavram vardır. Bütün var olanların bir ağ şeklinde konumlandığı, ağın-ipin her düğüm noktasında bir incinin bulunduğu devasa bir ağ. Evrenin bir temsilidir bu ve hakikatin ışığı, bu her bir incinin üzerine düşer ve her biri kendi hüviyetince bu ışığı yansıtır. Sadece bu ışığı değil; inciler birbirlerinden yansıyan ışığı da yansıtırlar.

Bu ontolojik veya epistemolojik (bunlar da aynı kapıya çıkar) temsilin hakikatine dair bir ipucunu “Ölüm Odası B-7”den takip edelim:

“…Kıpçak Lügatı’nda, Ak-mermer. Beyaz taş= 101: Ak. Kıpçak Lügatı’nda, ağ… Tağak: Tağağ… Tag: Kalb. Kurt, Ebu Halid, canavar. İz süren. Basiret. ‘Kalb’… Tağağ: Kalb ağı… Bu ağa malik olundukça, eşya ve hadiselerin ve teshirinin hakikati belirir…” ( Ölüm Odası B-7 /20)

Bu ağa malik olundukça, eşya ve hadiselerin ve teshirinin hakikati belirir…” hükmündeki “hakikat” kısmında olmasa bile “teshiri” konusunda, kültür ve medeniyet tarihinde müşterek bir şuurdan bahsetmek mümkün. Modernite öncesi tüm kültürlerde; başta işlediğimiz konunun, örneğin menbaı olan Hint medeniyeti, Çin, Asya, Eski İran, eski Yunan, Mezopotamya’dan tutun, Afrika ve Amerika yerlilerinden, Avusturalya’daki Aborjinlere, kutuplardaki İnuitlere kadar neredeyse bedahet halinde bilinirdi. Moderniteyle beraber; mantıkçı pozitivistlerin kurmacalarıyla inşâ edilen bilime taparlık moda olduğundan beri bu zengin ve sayısız imkâna yol açan ruh ve fikir dünyası çölleşti.

“İlişki” ve “teshir” kesindir ve bu başlangıç noktasıdır. Bundan sonra “doğru-güzel ve iyi” teshirin hangisi olduğu ve nasıl kurulacağı problemi belirir. İman sırrına bitişik bir keyfiyet olarak “Bütün Fikrin Gerekliliği” ve “bilinen ve bulunan aranır” hikmetince, “Doğru bağlantı”; İslam’dır. Ve İslam’a muhatap bir anlayışın sistem ve örgüsü olarak tüm bir Büyük Doğu-İbda külliyatı, bu hakikatleri lif lif, gergef gibi dokumuştur. 

Her şey birbirine bağlıysa, “doğru bağlantı”ya ne gerek var? diye bir soru sorulabilir. Cevabı şudur: Altta yatan yahut önceki –bunlar izafettir- hal olan tüm var olanların birbirine bağlı olduğu görünüm, var olanların başka seçeneklerinin olmadığı bir alandır. İstese de istemese de her mahlûk kuldur ve burası zorunluluğun mutlak olduğu yerdir. İlahî iradenin tecellisidir. Diğeri ise “ışığı doğru yansıtacak”, ilahî rızaya uygun doğru bağlantıdır, hürriyetin ve “eşya ve hadiseleri teshir etmek için yaratılan halife” insanın kulluk hakikatinin görünümüdür. Şeyh-i Ekber’in tabirleri ile ifade edecek olursak, ilki “Kur’an”, ikincisi “Furkan” tezahürüdür.

Her bir inci tanesinin hüviyeti farklıdır ve buna bağlı olarak ışığı yansıtma potansiyelleri değişiklik arz eder. Var olanlar arasında en yüksek mevki, insana aittir. Tabii insan derken, buradaki insan hüviyeti de bir potansiyeldir, verili ve hazır değil, hedeftir. Ve insandan murad; “Gaye İnsan” Allah Resûlu’dür. Veliler, yukarıda “Ölüm Odası B-7”den iktibasımızda gösterdiğimiz “Kalb ağı”nın malikidirler. Tasavvuf külliyatında çok sık geçen “ayna ve cila” metaforlarını bahsimizin mânâ hizasında değerlendirmek mümkündür. “Cila” nefs terbiyesidir, Tasavvuf bunun rejimidir. Kâinattaki tüm hakikatleri kendinde toplamış bir var olan olarak, ihsan mertebesine ulaşmayı, ulaştırmayı hedefler.

“İndra’nın Ağı” resmine bakmaya devam edersek; lisan ve kozmos, kâinat nizamı (bunlar da aynı kapıya çıkar) hakkında da belli bir anlayış temin etmek mümkündür. Bu sefer inciler harflere dönüşür. Harflerin bir araya gelerek oluşturduğu kelimeler de başka kesişim momentlerini ve topluluk hakikatlerini izhâr eder. Hepsi ışığı ve ışığın yansıttıklarını, yani birbirlerini yansıtırlar. Teemmül, tefekkür anlamına gelen “refleksiyon” kavramının kökeni de ışık ve yansıma mânâlarını taşır. Buradan da “Tilki Günlüğü” ve “Ölüm Odası B-7” de, aslında tüm İbda Külliyatında işlenen, “Denizlerde deniz içi hayatı kurcalayan” seyyah ve kâşifin, kendine özgü, “misli olmayan” mübdi metodunu anlar gibi oluruz. Büyük Kitab-Büyük Kur’an olan kâinatı doğru şekilde okumanın ölçüsü İslâm’dır ve ona muhatap anlayış olarak Büyük Doğu-İbda; halk-ı cedit’in her tezahürü üzerine insanın varoluş gayesini yerine getirme ve tanımlama misyonu olarak, bir kod çözücü anlam kurma ameliyesidir.

Eski Türkçe’de “Tüş”; düş, rüya anlamına gelir. “Düşünce” ve “düşünmek” de aynı kökten. Düşünce düşen bir şeydir ve düşünmek “kendi içine düşmek”, “özüne dönmek” anlamındadır. Shakespeare’in; “biz rüyalarla aynı kumaştan yapılmışız” sözünde belirttiği gibi, rüyalar ve düşünceler aynı şeyin farklı görünümleridir. “Filozof Taşı”, simyadaki altın elde etmede kullanılan anahtar unsurdur ve ölümsüzlüğü elde etmeye yarar. Bu minval veya rota üzerinde; “Ölüm Odası B-7”den:

“…Karaçay-Malkar Lügatı’nda, Tüşe: At… Tüş: Rüya… Tüş: Gerekmek, İcabettirmek… Tüş: Doğru çıkarmak, haklı çıkarmak… Tüş: Düşmek, Halletmek… Tüşün: İnanmak, kanaat getirmek. Anlamak, kavramak.”  (Ölüm Odası B-Yedi /Baran Dergisi sayı:379)

“Hadir: Kadim. Hudare: İlim, lisan. Kâinat nizamı.” (Ölüm Odası B-7, Tarih, sh: 298 İbda Yay.)

“Şahide: Mezar TAŞı. Kadın Şahid.” (Ölüm Odası B-7, Tarih, sh: 241 İbda yay.)

Varlığın münfail-kadın özelliği ile birlikte düşünürsek, “Işığın Şahideleri”, yani inciler, bu sefer bize pırıl pırıl parlayan bir “fikir ağı” olarak gözükür. Burada da hemen Üstad’ın dizeleri hatırımıza geliverir: “…Suda bir gizli yol pırıltılı iz/ Suda ezel fikri ebed duygusu”

“Fikir Ağı” denilince; Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Büyük Doğu” tarifi, yazımızda konu edindiğimiz temsili; doğruya ircâ ve hakikati hâlinde, İslâm’a Muhatap Anlayış olarak –en üst seviyede- çerçeveler:

“Koskocaman, top şeklinde bir yumak gibi iplik iplik sarılı, kangal kangal bükülü, ilk ucundan son ucuna kadar üst üste devşirili; dışarıya doğru lif lif dağınık ve içeriye doğru kol kol toplu, muhitte nâmütenâhi ve tek; ve nihayet gelmiş ve gelecek zaman boyunca bütün eşya ve hadiseler zeminini avlamaya memur bir fikir ağı hâlinde düğüm düğüm çerçeveli bir manzume… Yekpâre bir inanış, görüş ve ölçülendiriliş manzumesi… İsmi de BÜYÜK DOĞU…” (İdeolocya Örgüsü, sh:9, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yay.)

Son olarak bir hatırlatma: Metin okumada, metnin bize verdiği ipuçlarından yola çıkarız. Yalnız, bu iplerin uçları muhatabın pozisyonuna doğru sarkar. Yani, bizim tabii ve kültürel gerçeklik olarak durduğumuz yere, istidadımıza, takatimize göre seyrimizin değişiklik arz edeceğini unutmamamız gerekir. Her ipucu aynı merkeze gidecektir ama farklı yollardan. Yeterince sabırlı ve dikkatli olursak kendi kıssamızdan hissemize yahut hissemizden kıssamıza kavuşabiliriz. BD-İbda’nın bize öğrettiği temel edep düsturlarının en önemlilerinden biri olan; “…dır, …tır” kalabalığı ve kibrinden uzak durup, “meçhule hürmet” bahsinde ihtiyatı elden bırakmamalıyız.

Düşüncelerimizde buna riayet etmeye gayret ettik.


Baran Dergisi 385. Sayı...