Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, iyiyim; hava da güzel...

Birşey soracağım; Av. Hasan Ölçer’e büyük boy iki mektub göndermiştim, herhangi birini aldınız mı?

(Av. Yılmaz, almadıklarını söylüyor.)

Çok acayib birşey bu; çok acayib.

(Av. Yılmaz, Carlos’u tasdik ediyor.)

Siz İstanbul’da mısınız peki?

(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor, İstanbul’a döndüğünü söylüyor.)

Tamamdır.

Seçimlerde Erdoğan’ı desteklediniz, değil mi?

(Av. Yılmaz, gülüyor.)

Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?

(Av. Yılmaz, kendisinin iyi ancak hâlâ İstanbul dışında olduğunu söylüyor.)

Tamamdır, güzel.

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı bu arada?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Hakkında konuşulacak çok mesele var ama Irak’ta olup bitenlerle ilgili olarak konuşmak istiyorum bugün.

Öncelikle, tamamen sun’i bir ülkedir Irak ve İngilizlerce imâl edilmiştir; bu kadar basit. 1920’den bu yana yaklaşık 100 yıldır mevcut bu ülke, önce krallar, peşinden cumhurbaşkanlarıyla idare edilmiştir. Her ne olursa olsun, oldukça önemli bir tarihî rol icrâ edegelmektedir Irak.

(Carlos, askerî üsleri ve nüfuzlarını da kullanarak bölgeyi “yeniden” işgal etmek isteyen emperyalist komplo ve plânlara karşı, Baas Partisi iktidarında, hattâ Baas’tan bile önce, Irak’ın belli bir rol oynadığını söylüyor... Ne var ki, Saddam’ın bu yüzden çok büyük bir saldırıya uğradığını ve şimdi güya iktidarda olan hainler eliyle asıldığını ekliyor... Irak’ın; politik, stratejik, jeopolitik ve İran’dan kaynaklanan mezhebî problemlerin yanısıra, maalesef Sünnî azınlığın Şiî çoğunluğa karşı geçmişte takındığı saldırganca ve hürmetsiz tutumların da bir sonucu olarak, bugün güya Şiîlerin ama aslında düşman ajanlarının elinde olan bir hükümet tarafından yönetildiğini belirtiyor...

Şu ânda, çıkış yeri Irak’ın tarihî Sünnî bölgeleri olan bir isyanın, hattâ devrim niteliği taşıyabilecek bir hareketin sözkonusu olduğunu ifâde ediyor Carlos... Bu isyanda üç merkezî temâyülün öne çıktığını, bunlardan birinin (geçmişte IŞİD -Irak ve Şam İslâm Devleti- adını taşıyan ve yakın zamanlarda lideri Ebûbekir el-Bağdadî’nin Musul’da kendisini “halife” ilân ettiği) “İslâm Devleti” hareketi olduğunu belirtiyor... Ancak, kendisi konunun bir uzmanı olmamakla birlikte, bildiği kadarıyla, bir kişinin şahsen ortaya çıkıp kendisini “halife” ilân etmesinin İslâmî zâviyeden meşrû olmadığını; kendi inisitiyatifini kullanan bir kişinin değil, halkın onu halife ilân etmesi gerektiğini vurguluyor... Aynı “halife”nin, İslâmî vasıflı bir hükümet tarafından yönetildiği düşünülen Türkiye’nin konsolosunu rehin almasının da çok ama çok acayib olduğunu belirtiyor... Dinî değil de bu defa politik bakımdan ayrıca bir değerlendirme yapmak isteyen Carlos, şayet bu “halife” emperyalistlere karşı savaş vermiş muzaffer bir komutan olarak kendisini “mü’minlerin emiri” ilân etseydi, işte o zaman bu ilânın “politik” anlamda daha kabul edilebilir ve akıllıca olabileceğini, ancak Irak’taki durumun şimdilik böyle bir nitelik arzetmediğini söylüyor...

Bu isyanda öne çıkan ikinci büyük gücün ise, Sünnî aşiretlere dayanan ve Baas kadroları tarafından idare edilen Nakşibendî Cebhesi olduğunu; bu gücün, basının kendilerini takdim ettiğinden çok daha önemli bir rol oynadığını ve isyanın o bölgedeki asıl vurucu gücünü teşkil ettiğini vurguluyor...

Peşmergelere gelince; “İslâm Devleti”nin saldırılarıyla karşı karşıya kaldıklarında ABD’nin peşmergelere destek çıkarak bugün “İslâm Devleti”nin Kuzey Irak’taki mevzilerini bombaladığını, ancak Irak’a müdahale etmeye ve bombalamaya ahlâkî, tarihî, politik bakımdan hakkı olan son ülkenin ABD olduğunu vurguluyor... Irak’ı tahrib eden, bugünkü karmaşayı doğuran, kullandıkları seyreltilmiş uranyumlu bombaların yaydığı radyasyondan dolayı yüzbinlerce bebeğin sakat doğmasına yolaçan, nihâyet kendilerini fedâya hazır hafif silâhlı mücahidlerin direnişi sebebiyle Irak’ı terketmek zorunda kalan ABD’nin, sanki tüm bunların sorumlusu kendisi değilmiş gibi, bugün Irak’a müdahale etmeye hiçbir hakkının bulunmadığını söylüyor...

Mevcut Şiî hükümetin ise, “bağımsız” Irak ordusundan kendilerine kalmış olanlara ek olarak, ABD’nin kendilerine sağlamış olduğu onca modern silâha ve büyük asker sayılarına rağmen, hâlâ paralı askerlerden oluşan bir yığın vasfı taşıdığını ve mücahidlere karşı tutunabilecek cesaretten mahrum oldukları için de ABD’yi yardıma çağırdığını vurguluyor...

Kuzey Irak’taki “mücahidler”i bombalayan uçakların Türkiye’yi kullandığını ve Türkiye üzerinden geçtiğini belirten Carlos, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu NATO güçlerinin İslâm ve Arab topraklarını bombalamak için Türkiye’yi kullanmasına izin vermeyecek tedbirleri alması gerektiğini söylüyor...

Kendisinin Barzanî taraftarı olmadığını, ancak çektikleri bunca sefaletten, yaşadıkları onca bombardımandan, katliamdan ve adlî takibattan sonra, artık uluslararası platformda ilân edilecek ve tanınacak bir Kürdistan Cumhuriyeti’ni kurmalarının Kürtler için büyük bir zafer olacağını ifâde ediyor...

Diğer yandan, her kim olursa olsun, Amerikan uçaklarının kendilerini bombaladığı insanların da hiçbir zaman o kadar kötü olamayacağını belirtiyor Carlos... Fakat aşırı uçtaki bu selefîlerin, kendi dinî görüşleri dolayısıyla Irak’taki hıristiyanları ve yezidîleri katletmesinin yanlış olduğunu, bu tür saldırıların oradaki hıristiyanları ve İslâm dışı unsurları Irak dışına kaçmak zorunda bırakacağını, bölge hıristiyanlardan ve diğerlerinden boşalınca, daha önce de yıllardır bundan korktuğu gibi, emperyalist güçlerin bölgedeki müslümanları rahatça bombalayıp toplu olarak katledebileceğini, yüzbinlerce müslümanın bu şekilde katledilmesini Batı dünyasında kimsenin umursamayacağını, “mücahidler”in yaptığı bu tür saldırıların da işte böylesi bir felâketin zeminini hazırladığını vurguluyor...

“Allah Irak’taki dinî ve etnik tüm grubları korusun” deyip tekbir getiriyor ve Irak hakkındaki konuşmasını sonlandırıyor Carlos...

Peşinden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ülkesindeki Amerikan varlığını sonlandırması ve Türkiye’yi bağımsız bir ülke yapması gerektiğini söylüyor; Amerikan ve NATO askerlerinin Türk kadınlarıyla yatmak için Türkiye’deki “genelev”lere nasıl olup da hâlâ gidebildiğini soruyor. Osmanlının muhteşem zamanlarındaki gibi herkesin huzur içinde yaşayabileceği bir Türkiye’ye ihtiyacımız olduğunu ifâde ediyor.)

Selâmetle kalın.

 9 Ağustos 2014
Baran Dergisi 396. Sayı...