Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

Sizi böyle erken aradığım için üzgünüm ama ziyaretçilerim geldi, şu ân beni bekliyorlar, bu yüzden.

(Av. Güven Yılmaz, kendisi için mesele teşkil etmediğini söylüyor.)

Yeri gelmişken, sizden birşey rica etmek istiyorum. Arka kapağında benim fotoğrafım bulunan BARAN dergisinden üç nüshayı eşim Isabelle’e gönderebilir misiniz?

(Av. Yılmaz, göndereceğini söylüyor.)

Bu arada, herhangi bir haber var mı?

(Av. Yılmaz, “evet, doğrudan sizi ilgilendiren bir haberim var” diyor, “Kumandan Mirzabeyoğlu size hem selâm ve dualarını, hem de şu mesajı gönderdi” dedikten sonra, “Kumandan Mirzabeyoğlu’nun mesajını kelimesi kelimesine okuyorum” diyerek mesajı okuyor:

- “Hakkında samimi duygum şudur; Allahın verdiği ömrü israf etmemiş şahsiyet... Devrimci müslüman kimliğin ile hep gurur duydum. Allah hakkımızda hayırlı olanı versin duası içinde senin ve bütün mücahid kardeşlerimizin bir ân önce kurtulmasını istiyorum. Allah zındanda veya dışarda yolundan ayırmasın, hele cihad şuurundan... Allah yardımcımız olsun.”)

Çok teşekkür ediyorum. Lütfen bu mesajın orijinalini, İngilizce tercümesiyle birlikte e-posta yoluyla Isabelle’e gönderin... Çok duygulandım şu ân... Allah, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun yardımcısı olsun, Allah razı olsun... Ah... Yeniden yargılanması hemen bitmeli ve Türkiye’de iktidar mevkiine gelmelidir... Gerçekten!.. Bu ülkede etkisizleştirilmesi gereken çok suçlu var çünkü... Açık fikirli olunarak elbette...

Neyse...

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Fransa hakkında konuşmak istiyorum bugün; çok ilginç bir hâdise yaşanıyor çünkü...

Fransa devlet başkanı [François Hollande], “École Nationale d'Administration - Millî İdare Okulu”ndan mezundur. Dünyanın en iyilerinden olan; Fransa için idareci, organizatör ve teknokrat yetiştiren çok yüksek seviyede bir okuldur. Cumhurbaşkanı Mitterand’dan sonra, iktidara ağırlıklarını koymayı başardılar. Gerek cumhurbaşkanı, gerek başbakan, gerekse bakan olarak, çoğu mevkî hep bu okuldan çıkan teknokratlar tarafından dolduruldu. Ne var ki, ülkenin mahvolmasına da yine bunlar sebeb oldu. Berbat bir ekonomik durumda, mahvolmuş bir durumda bugün Fransa. Hernekadar hayat standardı oldukça yüksek olsa da, sözkonusu teknokratların kötü yönetimi ve yol göstermesi yüzünden borca battı bu ülke. 

Bu kötü gidiş dolayısıyla, iktidardaki Sosyalist Parti bünyesinde de bir problem yaşanıyor ve Başbakan Manuel Valls’in gösterdiği “neoliberal politik sapma” sebebiyle, üç önemli bakan kendisine başkaldırıyor. Üstelik, Fransız meclisinde çoğunluğu teşkil eden Sosyalist Parti milletvekilleri de bir toplantı düzenliyor ve milletvekillerinin çoğunluğu, Sosyalist Parti hükümetinin, özellikle –Manuel Valls’in başında olduğu ikinci hükümetin- takib ettiği “neoliberal çizgi”yi protesto ediyor. 

Derken, çok ilginç bir şey daha oluyor ve yine bu “rahatsızlık” vesilesiyle birkaç gün önce bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Hollande, ekonomik meselelerle ilgili olarak, Brüksel’de, Avrupa Birliği’ne üye 28 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının katılacağı bir toplantı yapılmasını taleb edeceğini söylüyor. Bilâhare anlaşılıyor ki, Alman hükümeti gibi Fransız hükümeti de, bu “anti-sosyalist” politik çizgiyi –özellikle ekonomide!- sürdürmek istiyorlar.

Daha önce de söylemiştim: Mevcut borçlarını ödeyebilmek için, bu süreçte hiçbir yeni borç almamak üzere, Fransa’nın –bu “zengin ülke”nin!- 20 seneye ihtiyacı var. Dış borçlar sözkonusu olduğunda, hep “Üçüncü Dünya Ülkeleri”ne atıf yapılır. Oysa Fransa’nın veya ABD’nin dış borçlarıyla karşılaştırıldığında, o ülkelerin dış borçları bir hiçtir. Meselâ ABD, borçlarını asla ve asla ödeyemeyecektir. Her yıl trilyonlarca dolar borca giriyor ABD. Bu “sistem” çöküyor ve şu ân hâlâ güç mevkiinde olması da, tamamen o sun’i parası –herhangi bir karşılığı olmayan “kâğıt” parası!- sayesinde mümkün olabiliyor. Bedelini de şu veya bu şekilde Afrika’nın, Asya’nın, Latin Amerika’nın sömürülen halkları ödüyor. Çünkü ekonomik sistem “dolar” tarafından kontrol ediliyor.

Evet, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, bir yandan bir açıklama yapıp Sosyalist Parti’nin takib ettiği “neoliberal” politik ve ekonomik çizgiyi destekliyor, diğer yandan da bu desteği “Avrupa Birliği” seviyesinde pekiştiriyor. Hâlbuki bu “neoliberal” çizgi yüzünden tüm Avrupa halkı günden güne fakirleşirken, bankacılarsa günden güne zenginleşiyor.

Size söyleyeceğim şudur ki, bana sorarsanız, ancak bir “devrim” değiştirebilir bu gidişi. “Devrim” derken, insanlar silâha sarılıp sokaklarda çatışsın demek istemiyorum. Komünist bir devrimi de kasdetmiyorum. Kelimenin ideolojik anlamını, tüm bu ekonomik sapmaları durdurabilecek bir “devrim”i kastediyorum.

Şayet borç para alıyor ve bunu ödeyemiyorsam ne olur? Paranızı alamayacağınız için, elbette o vakitten sonra benim mülkümü, evimi, arabamı kullanırsınız; hepsi bu. Benim borcumu size ödeyebilecek millî bir bankacılık sistemi olmadığı için, varıma yoğuma el koyarsınız. Bugün Yunanistan’da yaşanan da budur. O felâket çapındaki ekonomik durum yüzünden Yunan halkı borcunu geri ödeyemeyince, korkunç büyüklükte paralar “özel” yabancı bankalara transfer ediliyor. 

Daha önce de konuştuğumuz gibi, sözkonusu “çizgi” bu şekilde sürüyor, sürüyor, sürüyor.

Diğer taraftan; Çinliler, daha da gelişip dünyaya ağırlığını koyacak; ticaret âlemi ise dolar veya euro yerine, daha çok kendi para birimlerini kullanmayı tercih edecektir. Sanıyorum, yakın gelecekte, gelecek on yıl içinde, aklı başında tüm ülkeler, dolar ve euro dışında başka uluslararası para birimleriyle ticaret yapacaktır. 

Burada cezaevinde bulunduğum 20 senedir, günlük ve haftalık gazeteleri okuyarak, radyo ve televizyon kanallarını takib ederek, ülke içinde ve dışında yapılan haberleri karşılaştırarak, Fransa’nın saplandığı berbat ekonomik durumu izliyorum. Ne kadar üzücüdür ki, böylesine berbat bir duruma ve devlet borçlarının bu kadar derinleşmesine rağmen, Fransa tüm bunları örtbas etmeye çalışıyor ve sözkonusu kötü gidiş böylece sürüp gidiyor.

Soru şudur: Kim bu “özel” bankacılar? Bunlar, uluslararası bir “apartheid” kitlesidir ve herhangi bir anavatanları olmayıp, tek bir milliyetleri vardır sadece: “Kapitalist” ve “kapital-sermaye”...

Fransa’da bunlar yaşanırken, Türkiye günden güne ileriye gidiyor; böyle giderse, I. Dünya Savaşı’nda kaybettiği tarihî seviyeye yeniden yükselebilecek bir görüntü çiziyor. 

Ben, “Müslüman Kardeşler”den değilim. Ancak, “Müslüman Kardeşler” ideolojisini bir şekilde paylaşan ve bu çizginin bir bakıma Türkiye’deki mukabili olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, benim kanaatime göre, Türkiye’yi bağımsızlığına kavuşturmaya çalışıyor. Fakat Fransa’ya baktığımızda, onun günden güne bağımsızlığını yitirdiğini görüyoruz.

“Bağımsızlık”, topraklarınızın yabancı askerlerin işgali altında olup olmaması meselesinden ibaret değildir. Borçlu olup olmamanız da tâyin eder bunu. Şayet size borçluysam, nasıl sizden “bağımsız” olabilirim ki?

Bir başbakan [Manuel Valls] var... Yahudilikten hıristiyanlığa “dönme” bir aileden gelen; bu bakımdan yahudilikte de sapkın bir mezhebi temsil edenlerin, bu şekilde güya “katolik”, hem de “koyu katolik”, gerçek katoliklerden bile “daha katolik” olduklarını göstermeye bakanların soyundan gelen; İspanya’da, Katalonya’da doğmuş biri... Fransa’daki politik yükselişini, güya Filistin davasına gösterdiği ilgiden dolayı Kuzey Afrikalı seçmenlerden aldığı destekle seçilmesine borçlu olmasına rağmen, âniden karısından boşanan ve siyonist kadrodan meşhur bir müzisyen kadınla evlenip, şimdi de açıkça, alenen, İsrail’i ve yahudi cemaatini destekleyen bir ikiyüzlü!.. “Riya”nın çapına bakın!.. 

Kuşkusuz, bu yolla önce iktidar katına nüfuz edip, sonra da başbakan olabilmek, kendi gibiler bakımından bir “fazilet” olarak bile görülebilir. 

Ancak, bulunduğu iktidar mevkiinde yalnız değildir Valls. Kendi gibi dönmeler, teknokratlar, hür masonlar, bankacılık sistemi, basın, hepsi birbiriyle bağlantılıdır ve herbiri kendi sahasında ülkeyi kontrol ederken, hepsinin bir şekilde bağlantılı olduğu bankacılık üssü de “Rotschild”lardır. Başkan de Gaulle’den sonra devlet başkanlığı katına bile nüfuz edecek kadar, Fransa’da işte bu siyonist “Rotschild”ların bankacılık sistemi şu veya bu seviyede hüküm sürüyor ve dünyadaki siyonist hegemonyanın politik çizgisi de buna paralel olarak Fransa’da güç kazanıyor.

Evet, güya “sosyalist” Fransız hükümetinin “neoliberal” politik çizgisi, iktidar milletvekillleri arasında bile tepki çekiyor ve önem sıralamasında dördüncü bakan olan Adalet Bakanlığı koltuğunda oturan ve Güney Amerikalı kölelerin soyundan gelen kadın bakan da dahil olmak üzere, Sosyalist Parti milletvekilleri ve bakanları bu gidişe karşı açıkça bayrak açıyor.

Komplo teorileri faslına giren hususlara temas etmek istemiyorum, fakat Fransa’da çok ama çok tuhaf birşeyler yaşandığı ortada.

Cumhurbaşkanı Hollande’ın “düşman ajanı” olduğunu düşünmüyorum; sonuçta “Fransız” bir insan... Fakat bu adam, bu teknokrat, “Suriye’ye şunu yapacağız, bunu yapacağız!” şeklinde olmadık açıklamalar yapıyor. Senin ne alıp veremediğin var Suriye’yle? O Fransa ki, 1945’te, kendisine bağımsızlık vereceği dönemde, sadece birkaç hafta içerisinde, Suriye’nin bağımsızlığı için savaşan 45 bin Suriyeliyi katletmiştir. Fransız hükümeti, güya 1943’te bağımsızlığını verdiği Suriye’ye, ancak 45 bin Suriyeliyi katlettikten sonra, “resmen” 1946’da bağımsızlık vermiştir.

Hollande çıkmış, Suriye’nin yaklaşık yarısını kontrol eden cihadçıları bombalamaktan da bahsetmektedir. Ben bir cihadçı değilim, fakat bu insanlar, yabancıların ajanı değiller; hernekadar benim kullanmayacağım savaş metodları kullanıyor olsalar da, yolsuzluğun ve yozlaşmanın olmadığı iyi ve hür bir toplum tesis etmek istiyorlar.

Fransa devlet başkanı Hollande’ın pozisyonuna kıyasla, tarihin en büyük emperyalist gücü olan ABD’nin devlet başkanı Obama’nın pozisyonu bile ılımlı kalıyor.

Tüm bu söylediğim şeyler, bir sır değil; herkesin basında görebileceği açık bilgiler, kaskatı gerçekler. Bunları söylemek, bulunduğum yer bakımından pek yararıma olmayabilir, ama hakikat hakikattir. 

Kaldı ki, hüriyetimin verileceği vaadi karşılığında taviz verecek de değilim. Söylemem gerekeni söyleyecek; inancımı savunacak; devrimci pozisyonumu, çizgimi ve davranışımı hep sürdüreceğim.

Allahü Ekber

Baran Dergisi 399. Sayısı..

30 Ağustos 2014