Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen NATO zirvesi, NATO’nun içinde bulunduğu acınası hâli deklare etmesi bakımından son derece verimli geçti bize göre. Bugüne kadar Batı hakkında koymuş olduğumuz teşhislerin de uzun uzun tasdik edildiği bu NATO zirvesinden yola çıkarak, Batı’nın bugünkü içler acısı hâlini şöyle bir değerlendirelim istedik.

Ukrayna ve “İslâm Devleti” ana başlıkları altında gerçekleştirilen zirve, NATO’nun artık bir caydırıcılığının kalmadığının ve askerî-ekonomik bakımdan ne kadar güçlü olursa olsun psikolojik üstünlüğü kaybetmiş olduğunu gözler önüne serdi. Bugüne kadar Batı hakkında dergi sayfalarında koymuş olduğumuz teşhisler de bu toplantı vesilesiyle tasdik edilmiş oldu. Bu vesileyle biz de birkaç bakımdan Galler’de gerçekleştirilen NATO Zirvesini değerlendirelim istiyoruz. 

Rusya

Soğuk Savaş döneminin sona ermesinden sonra kendisini tek güç addeden ABD ve onun hegemonyasındaki NATO, Rusya’nın Ukrayna müdahalesiyle yeniden oyuna girmesiyle beraber, paniklemiş görünüyor.  “Süper güç” olarak girdiği Afganistan ve Irak topraklarında inisiyatifi kaybederek çıkan veya çıkmaya hazırlanan ABD ve NATO, Rusya'nın Ukrayna üzerinden gerçekleştirdiği meydan okuma  karşısında ne yapacağını şaşırmış vaziyette.

Bu bahsi biraz açalım; Soğuk Savaş döneminde ABD ve NATO ile SSCB ve Varşova Paktı arasında diyalektik bir ilişki vardı. SSCB’nin dağılmasının ardından NATO her ne kadar “tek güç” olarak kalmış gibi olsa da, bu diyalektik ilişki çöktü. Bu ilişkinin merkezinde, karşılıklı menfaat ve denetleme vardı. SSCB’nin dağılmasının akabinde, bu ilişkinin çökmesinin başına ne açacağını hiç düşünmeden, “tek güç” olmanın verdiği özgüvenle kalkışılan Afganistan ve Irak işgalleri, Batı’nın hanesindeki bütün artı değerleri süpürüp attı. Afganistan dağlarındaki bir avuç mücahit NATO ordusuna kök söktürdü. Afganistan, NATO askeri için “Mezaristan” hâline geldi. Hemen hemen eş zamanlı olarak başlayan Irak işgalinin neticesi de bugün ortada. Tam da böyle bir konjonktürde, elinde gaz ve nükleer silâh kartlarıyla Rusya’nın yeniden oyuna dönmesi, NATO’nun son dönemde gördüğü en korkunç kâbuslardan birisidir sanıyoruz. Geçmiş zamanda kurulan diyalektik ilişkinin çöktüğünü, yeni bir diyalektik düzenin -mecburen- kurulması gerektiğini, bu seferki rakibin kontrol edilemeyen, asimetrik savaş yöntemini benimseyen devlet ötesi gruplar olacağını ve Batı’nın yeni dünyanın ruhunu kaçırmış olduğunu da hesaba katacak olursak, işler sanıldığından daha kötü birileri için…

SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya ile hinterlandını birbirinden tecrit etmek adına Batı tarafından kurulan işbirlikçi kukla iktidarlar da bir bir Batı’nın elinden kaçıp gidiyor. Senelerce ilmik ilmik işlenen politikalarla Batı’nın elinde kalan iktidarlara karşı Rusya’nın takındığı pervasız tutum da işin cabası... NATO, amiyane tabirle madara olmuş vaziyette…. 

IŞID

Galler’de gerçekleştirilen NATO Zirvesi’nin bir diğer gündem maddesi de Irak Şam İslâm Devleti’ydi. Gerek Batı’nın Irak’ta kurduğu tezgâhın bozulması bakımından, gerekse Avrupa’dan IŞID’a katılanların geri dönmesiyle beraber meydana gelecek güvenlik tehdidi hasebiyle Batı diken üstünde. 

Yazımızın Rusya bölümünde dile getirdiğimiz üzere NATO psikolojik üstünlüğünü, caydırıcılığını yitirmiş vaziyette. 2001’de İkiz Kulelerin vurulmasından beri sürekli dibe seyreden Batı, panik hâlinde kalkıştığı işleri de yüzüne gözüne bulaştırıyor. Bunca başarısızlık ve beceriksizliğin arından adım atacak mecali kalmamış vaziyette sağdan soldan medet umar hâle geliyor. IŞID kıtır kıtır adam kesiyor, Amerikan Başkanına meydan okuyor.  IŞID’ın bile sallamadığı Batı’nın, Rusya’nın hamlelerine akıl sır erdiremiyor oluşundaki akılsızlık da buradan anlaşılıyordur herhâlde…

ABD korkuyor, evet. IŞID’a katılmış Batılı ülke vatandaşlarının savaşı Avrupa ve Amerika’ya taşımasından korkuyor. David Cameron’un “Türkiye Endişeli” açıklamaları bile ne kadar aciz ve çaresiz bir vaziyette olduklarının göstergesi. 29 Ağustos’ta “Terör Alarmı” seviyesini “somut tehdit” seviyesinden “ciddî tehdit” seviyesine, yâni en üst tehdit seviyesinin bir alt seviyesine yükselten İngiltere’nin Başbakanı Cameron diyor ki “Türkiye Endişeli”… Lâf aramızda, biz Batı’nın içinde bulunduğu acınası hâli bu sayfalardan anlatıyorduk da, bu kadar kötü vaziyette olduklarını biz bile tam mânâsıyla görememiştik. Koca(!) Britanya ne vaziyette hesab edin…

NATO IŞID konusunda kendi başına bir hâmle yapamaz vaziyette. Afganistan ve Irak’ta muvaffak olmayan Batı IŞID’a müdahale etmekten çekiniyor. Kendi beceriksizliği ve başarısızlığını da, “bölgedeki ülkeler rol alsınlar” şeklinde yer gösterici hüviyetine bürünerek telâfi etmeye çalışıyor. Aslında yine komik duruma düşüyor.

Türkiye

Galler’de gerçekleştirilen NATO zirvesinin yıldızı tartışmasız Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Amerikan Başkanı Obama’nın planlanandan uzun tuttuğu görüşme, yapılan değerlendirmeler, David Cameron’un komik açıklamaları, değişen masa ve oturma düzenleri vesaire derken Türkiye’nin NATO için paha biçilemez bir değer olduğu anlaşıldı. Son iki senedir devirmek için ellerinden geleni ardına koymadıkları Receb Tayyib Erdoğan’a bugün ellerinin mahkûm olmasıysa bir diğer husus…

Rusya ile NATO arasındaki kriz her iki tarafla da ilişkileri olan Türkiye için bulunmaz fırsat… Şartlar Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki şartlara dönüyor ve incelikli bir siyasetle Türkiye bu krizden hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde çıkmanın fırsatını yakalıyor. 

Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’den IŞID’a katılan Batılılara geçiz izni verilmemesini isteyen Batılı liderlere verdiği cevab da son derece önemli bir hususa dikkat çekiyor:

- "Sorunun kaynağına inmek lazım, nasıl olur da Batı’da iyi eğitim almış bu gençler, böylesine Radikal bir örgüte katılmak için yola çıkar. Önemli olan onları bu arayışa sevk eden nedenleri ortadan kaldırmak. Ayrıca siz de ülkenizden göndermeyin.”

Cumhurbaşkanı’nın bu yanıtından yola çıkarak, Batı’nın Rusya ve IŞID’dan daha önemli ferdî ve içtimaî bir buhran içinde olduğunu görmek mümkün. 

IŞID konusundaysa inanılmaz bir enformasyon kirliliği söz konusu. Bu bakımdan şudur ve yahut budur dememek kaydıyla her daim şu kaideye bağlı kalmak gerekiyor; “Türkiye, Batı’nın mayın eşeği olamaz.”

Öyle sanıyoruz ki, Yeni Dünya’nın anlaşılması bakımından NATO zirvesi son derece önemlidir. 

Sonuç Olarak

SSCB’nin yıkılmasıyla beraber NATO’nun diyalektik ilişkisi çökmüştür, yeni bir ilişki kurulmaktadır. Bu yeni ilişkide dominant figür de NATO olmayacaktır. Davası için ölümü göze almış, dünyanın her yanına yayılmış, teknolojik imkanları onu geliştirenler aleyhine kullanabilen devlet üstü gruplar belirleyecektir ilişkinin gidişatını.. İdeal ve motivasyon bakımından kendisini bir türlü yenileyemeyen NATO, zamanın gerisinde kalmıştır. Tahakküm ettiği ülkelerde geçmiş yıllarda kullandığı yöntemler de iflas etmiştir. 

NATO, oyun kurucu hüviyetini kaybetmiştir ve oyuncu konumuna düşmüştür. Bununla birlikte caydırıcılığını da yitirmiş, önüne gelenin meydan okuduğu adi bir örgüt hâline gelmiştir.  

IŞID konusunda Batı kamuoyu dehşete düşmüş vaziyette. Hem orada olanlardan hem de bu olanların Batıya sıçramasından müthiş derecede korkuyorlar. Bu korku bir süre sonra Batıyı hata yapmaya zorlayacaktır.

Bugün askerî bir ortaklıktan ziyâde askerî-ekonomik bir ortaklık hâline gelen NATO organizasyonu ömrünü tamamlamıştır, askerî inisiyatifi kaybetmiştir. Birlik yalnızca ekonomik bakımdan yürümemektedir. 

Şartların da zorlamasıyla beraber Türkiye, yüzünü bambaşka bir vizyona doğru çevirmektedir. . 

Toplam olarak Galler’de gerçekleştirilen NATO Zirvesi, NATO’nun iflâsının deklare edilmesinden öte bir anlam taşımamaktadır. Şimdiye kadar üçüncü dünya ülkesi olarak gördüğü ülkelerden medet umar hâle gelen Batının nefes almasına fırsat tanımamalıdır. Bundan sonrası için Türkiye’nin önü hiç olmadığı kadar önemli fırsatlarla doludur ve lâyıkıyla değerlendirilebilirse, dünyada var görünen bütün sunî dengeler hızla altüst olacak, Anadolu merkezli yeni dengeler kurulacaktır.

Baran Dergisi 400.Sayısı...