Halk tarafından Recep Tayyib Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından “Yeni Türkiye” vurgusu çok sık dile getirilir oldu. “Yeni Türkiye” vurgusundan muradın ne olduğunu kestirmek güç değil; fakat bu vurgunun sahipleri şimdiye dek altını üstünü doldurmadıkları için, tabir, muallakta kalmış vaziyette. Bu vesileyle, en azından kendi zaviyemizden yerimiz el verdiğince “Yeni Türkiye”yi, “yeni”yi tarif etmeye gayret edeceğiz.

İç Güvenlik

Eski Türkiye’nin milletine düşman, Batılı ve Siyonist Efendilerine köle olan figürleri kendi kendilerini tasfiye etmekteler. 90 sene boyunca Müslüman Milletimize efendilik taslayan Ulusalcı, Kemâlist ne kadar kesim varsa, kendisini Türkiye’nin siyaset sahnesinden sildi. Siyaset sahnesinden silindiler silinmesine de, özellikle bunların yerine ikâme edilen Cemaat mensubları onların yerini alarak, Müslüman milletimizi sırtından hançerlemeye teşebbüs etti. Bu bahsi biraz olsun açmak gerek.

Lozan anlaşmasından bugüne dek iktidar da, bürokrasi de Batılı efendilerinin iplerini tuttuğu yerli kuklalar tarafından idare edilmekteydi. Üstad Necib Fazıl’ın işte böyle bir çığırın başındaki zuhuru ve akabinde ondan “İslâm Sancağı”nı devralan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu ile beraber artık bu topraklarda İslâm’a mugayir politikalar izlenerek muvaffak olunamayacağı gün gibi ortaya çıkmıştır. 1980’li yıllarda bu durumu fark eden Batılılar da, kendilerine takkeli kuklalar imâl ederek Anadolu’daki hâkimiyetlerini sürdürmek teşebbüsünde bulundular. Bu proje, daha 30 yılını doldurmadan Türkiye’deki İslâm renkli siyasî iktidarla girmiş olduğu mücadelede darmadağın oldu.

Burada şundan da bahsetmek icab ediyor: Malûm takkeli şahıs, son dönemlerde Erdoğan’ın hasta olduğu ve bu sebeble de yakın bir zamanda vefat edeceği şeklinde bir argüman ile cemaati bir arada tutmaya çalışıyormuş. O kadar okuyor ediyor da, ömrü takdir edenin hâlâ hastalık olduğunu sanıyorsa cehaletine yazıklar olsun. Adam inanmasa bile, bir dil üzerinden sahtekârlık şekillendiriyorsa o dilin kurallarına riayet eder. Vah zavallı, vah…

Hâsılı kelâm, Müslüman milletine düşman, kâfire dost zihniyet pörsüdü ve artık işlemez hâle geldi. Batı, yükselen İslâmî dalgayı sezmiş olmasına rağmen güncellemeyi ılımlılar üzerinden yaparak Müslüman Milletimizi anlamaktan ne kadar uzak olduğunu ve “Mutlak Fikir”in karşısında ne denli çaresiz kaldığını beyan etmiş oldu.

Geldiğimiz noktada, milletimizin ruh köküne düşman bütün kutuplar, pörsüyen zihniyetleri doğrultusunda kendi kendilerini iptal ediyorlar. Aynı şekilde senelerdir bu topraklarda Batı adına ajanlık yapan, bilgi toplayan ve servis eden, adaleti Batı’nın ve Batılıların lehine işleten, ekonomide operasyon yapan, millî kaynaklarımızı ciğeri fiyatına peşkeş çeken bu kimselerin gözünün yaşına bakılmaksızın en şiddetli şekilde cezalandırılmaları iç güvenliğin sağlanmasının olmazsa olmaz şartıdır.

Meselâ, Üstad Necib Fazıl’ın “500 yıldır beklenen mütefekkir” diye takdim ettiği İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 16 senelik mahpus hayatının sona erdirilmiş olması son derece önemli bir hamledir. Yalnız, en az bunun kadar önemli bir hâmle daha vardır ki, o da, İBDA Mimarı’nın maruz kaldığı hukuksuzluğun ardında kim varsa bulunup cezalandırılması, işledikleri cürmün hesabının sorulmasıdır. Bu ülkede işlenen suçlar, hele ki millete karşı, başka bir devlet adına devlete karşı, istikbâle karşı işlenen suçlar layıkıyla cezalandırılmadıkça Türkiye’de iç güvenliğin sağlanmasından bahsedilemez.

Son olarak hem toparlayalım, hem de anlaşılmamasında ısrar edilen bir meseleyi de açıklığa kavuşturalım:

Şehit Bayram Ali Hoca’nın şehadeti meselesi... Geçtiğimiz hafta bu konuyla alâkalı olarak, Bayram Ali Hoca’nın şehid edilmesinin arkasında cemaatin olduğuna dair haberler çıktı. Cemaat de savunma argümanını, “hani bu suikastın ardında Ergenekon vardı” üzerine bina etti. Bu sayfalarda defaâtle kaleme aldık, kimse salağa yatmasın. 1980’li yıllara kadar Batı’nın burada işlerini görenler Kemalist-Ulusalcı tayfaydı. Ardından Cemaat de bu kadroya dâhil edildi ve 28 Şubat hezimetinden sonra bu işin Kemalistlerle yürütülemeyeceğine kani olan Batı tarafından Cemaat eliyle Kemalist-Ulusalcı unsurlar tasfiye edildi. Cemaatle bunlar arasında usûl bakımından fark görünüyorsa da esas bakımından hiçbir fark yoktur. Aynı zehirli sarmaşığın iki dalından bahsediyoruz. Bu sebeble Bayram Ali Hoca’nın şehadetinin ardında Ergenekon da olsa Cemaat de olsa maksat birdir; bundan sonra, milletimizin itikadını bozarak Batı’nın bu topraklardaki hâkimiyetini sürdürecek “cemaat”in önündeki tek gerçek engeli, yani “Mutlak Fikir” bağlılarını ortadan kaldırmak... Cinayeti ister o işlemiş olsun, ister bu; gayedeki birlikleri hasebiyle bizim gözümüzde Ergenekon ile Cemaat arasında hiçbir fark yoktur.
İç güvenliği tehdit noktasındaki bir diğer mesele de son dönemde gündeme gelen dinleme bahsi. Almanya, Amerika ve İngiltere’nin, Türkiye’de bulunan üslerini kullanarak son derece stratejik kişi ve kurumları dinlediği konuşuluyor. Bu konuda da artık son derece kararlı adımlar atılmalı ve İncirlik’ten başlayarak, bütün emperyalist üs ve ofisler kapatılmalıdır. Bu son dinleme işi de, bu bakımdan son derece hayırlıdır ve “defol git” diyebilmek için Türkiye’nin elini güçlendirmiş bulunmaktadır. Artık “emperyalist üsler kapatılsın” talebimizin memleketin ikbali açısından ne kadar hayatî olduğu anlaşılmıştır herhalde.

Bahsi toparlayacak olursak; Türkiye’de hakiki bir iç güvenliğin tesis edilmesi noktasında, bu zehirli sarmaşığın kökünden kurutulması şarttır. Dallarını budamakla geçirilen vakit beyhudedir ve korkulur ki bu zehirli sarmaşığın yeni filizler vermesine fırsat doğurur. Gereken kanunî düzenlemeler hızlı bir şekilde yapılıp, günü birlik politik dengeler bir kenara bırakılmalı ve gereken ne ise şiddetle uygulanmalıdır. En az iç güvenlik kadar bağımsızlık yolunda da atılacak en önemli adım, içte Müslüman Milletimiz ekseninde tesis edilecek birliktir.

Türkiye’nin yeni olması için yeni bir iç güvenlik disiplini inşa edilmesi şarttır.

Ekonomi

İç güvenlikle de alâkalı olması bakımından evvelâ sermaye odaklarıyla başlayalım. Lüks ve hızlı tüketim pazarını elinde tutan sermaye odakları, millî ekonominin inşa edilmesi önündeki en önemli engeldir. Öyle ki, carî açığın ardında bunlar vardır. Elde ettikleri tasarrufu yurt dışında değerlendirerek hem devlete hem de millete karşı ihanet içindedirler. Artık, devletin ekonomiyle alâkalı çalışan kurumları bu işe seyirci kalamaz. Değişimin olmadığı yerde de yenilikten bahsedilemez.

Ekonomiyle alâkalı bir diğer husus da, Borsa İstanbul’da işlem gören bütün şirketlerin ekonomik değerlerinin toplamının, Apple’ın ekonomik değerinin ancak yarısı kadar etmesi meselesidir. Büyük devlet ideali varsa, bu borsa zihniyetinin değiştirilmesi gerekir. Bu kadar küçük olan bir borsa her zaman manipülasyona açıktır. Bu konuda son derece kararlı adımlar atılmalı ve mevcut borsa zihniyeti yenilenmelidir. Bu öyle bir manzara ki, yalnızca çeşitli kurumların denetimiyle borsada manipülasyon yapılmasının önüne geçilmesi mümkün değildir.

Yine ekonomiden devam edecek olursak, ele alınması gereken bir diğer önemli mesele de bankacılık ve finans sektörüdür. Bu iki sektör Türkiye’de yabancı şirket ortaklığında ve inisiyatifinde faaliyet göstermektedir. Yabancıların elinde şekillenen sektörün en büyük problemi denetim noktasındadır. Yeni bir Türkiye idealinin olmazsa olmazlarından birisi de bu sektörün millîleştirilmesi ve sıkı bir denetim altına sokulmasıdır. Unutulmamalı ki, bizde anlaşıldığı anlamıyla “liberalizm” sadece sömürücülerin ekmeğine yağ sürer ve onların olmasını istemediği, patırtı çıkardığı her husus bu memleketin menfaatinedir.
Her ne kadar iktidar tarafından çeşitli adımlar atılmaya çalışılıyorsa da millî üretim bahsi Türkiye’nin kanayan yaralarından biri olmaya devam etmektedir. Burada iktidarın hatası gayr-ı millî sermaye odaklarından millî üretim yatırımı beklemesidir. Bunun yerine milletimiz önüne bir ideal hedefi konsa ve ardından da bilgi ve maddî kaynak noktasında gereken destek sağlansa, biz inanıyoruz ki, Türkiye’nin ekonomisi millîleşir ve ekonomi devleriyle rekabet eder hâle kısa bir sürede erişir.  

Eğer ki “Yeni Türkiye” ideali varsa, hakiki bir bağımsızlıktan söz ediliyorsa, mevcut iktisadî nizamın baştan aşağı yenilenmesi ve taklidçi değil de taklid edilen olunması gerekmektedir. En küçük bir ideal kıvılcımını gördüğünde heyecandan yerinde duramayan Müslüman Milletimiz, kendisine hakkıyla izah edilecek gerçek bir ideal ekseninde buluştuğunda, her türlü sıkıntıyı göğüslemeye, bertaraf etmeye muktedirdir. Yeter ki kararlı olunsun ve gayr-ı millî sermayenin çok çıkan sesine aldanılmasın.

Eğitim

Ak Parti hükümeti döneminde, eğitim konusunda maddî bakımdan gerçekten de çok ciddî yatırımlar gerçekleştirildi, fakat maddî ve manevî iki ayağı olan eğitimin, manevî ayağı güdük kaldığı için hakiki mânâda bir ilerleme sağlanamadı.

Kimi hususlar vardır, varlığıyla değil de yokluğuyla kendisini belli eder. Üstad Necib Fazıl, “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinde diyor ki:
- “Mektep, dâvanın muhtaç olduğu yeni ve dayanak nesli yetiştirmeye mahsus aileyle el ele bütün bir talim, terbiye ve telkin ocağı olacak; ve mâlum bandrollü bilgi posalarını veren tarafsız bir müessise olmaktan çıkacaktır.

Şimdi, “Yeni Türkiye” deniyor. Yeni bir Türkiye’nin şekillenmesinde en önemli husus gençliktir. Gençlik, Üstad Necib Fazıl’ın yukarıda tarif ettiği maksada hizmet edecek şekilde yetiştirilmiyorsa eğer, orada bir yeniden bahsedilemez. Bugüne kadar ferdî, kendi kendisini yetiştirmeye çalışan gençlerin omuzlarında bin bir meşakkatle doğrulan bu dâvâ, bütün bir gençlik tarafından sırtlanmadığı takdirde yekpare ve som bir bütün haline getirilemez.

Yeni Türkiye

Dergide kendimize ayrılan sayfa üzerinden bazı meseleleri ancak parça parça ele alabiliyor, en azından gerçek meseleleri vakalar üzerinden hissettirmeye çalışıp, kaynağı işaretlemekle yetiniyoruz.
Şimdi, bütün hesabları bir kenara bırakalım ve soralım “yeni nedir?” diye. Cevabını da, “Yeni Türkiye”ye ufuk açıcı olması bakımından Üstad Necib Fazıl’dan iktibas edelim:


“ – *İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.

* Anlayış mı?.. Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek...

* Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.

* İslâm, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi... Ona her ân biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik...

* “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” hadisindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve yeniliğin sırrını getirmiştir.

 * Dava işte bu mânâda İslâm'ın yeni neslini yuğurmakta...

 * İslâmın en yeni, değiştirilmez ve örnek nesli, Resûl eliyle yuğurulan sahabiler...


 * Sahabilerin ardından “Tâbi”ler bu nesil çizgisini uzatmışsa da onlardan sonra dava içtimaî plânda zaafa uğramış ve büyük ferdî zuhurların çevrelediği mahzun zümrelerden öteye geçilememiştir. Bu tecellide, muhafazası en zor iş olan aşkı kaybetmenin ve kaba akılla yapayalnız dış plânda kalmanın neticesi olarak ilâhî hikmet aşikâr...

 * Emevî ve Abbasî devrelerini takip ederek Türk'ün eline geçen İslâmî devlet livası, 600 küsur yıllık gerçek devlet hayatının ancak 250 senesinde böyle bir nesle yataklık etmiş, ondan sonra 300 yıl korkunç bir aşk ve üstün anlayıştan yoksunluk çığrına girmiş, 100 küsur senedir de, aynı ham yobaz ve kaba softa idrakinin tersine dönük şekliyle bütün cehdini İslâm'a karşı çıkmakta bulmuştur.

 * O gün bugündür ki, nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslâm'dan tiksinmenin fikrî ve fiilî icracıları olmuştur.

 * İslâm'ı, zatından zerre feda etmeden olanca saffet ve asliyetiyle kucaklayabilecek ve nefslerinde yenileyecek nesillerin böylece köküne kibrit suyu dökülmeye başlanınca din ihtiyacından büsbütün kurtulamayan muvâzaacı mizaçlar her tarafta işi reformculuğa dökmüş; ve olduğu gibi bir İslâm yerine, oldurulmak istenildiği tarzda bir İslâm'a kapı açmaya bakılmıştır.

* Reformcu, İslâm'ı şu veya bu görüş ve mezhep lokomotifine bağlamak, onu zatına ve aslına göre değil, kendi şahsî nefsine ve idrakine iliştirmeye kalkmak, böylece çürük gördüğü bir binayı kendince payandalamaya yeltenmek bakımından, İslâma cepheden zıt olanlardan daha tehlikelidir; ve İslâmı kalb ve göz yenilenmesi yoluyla koruyacak olan nesil, cemiyet dairesi içinde kendisine üç düşman tanıyacaktır; aşksız ham yobaz, duygusuz kâfir, nasipsiz reformcu... Yani ruhu, kör nefsinde kabuklaştıran, büsbütün inkâr eden ve ikisi arasında arabuluculuğuna kalkışan...

 * İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye'de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye'de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait İlâhî bir ihtar...

* İslâm'ı yenileyecek olan nesil, bu ruh ve madde felâketleri Türkiye'sinde son ve som, hepçi ve bütüncü tepki hâlinde zuhur etmekle mükellef...

 * Bunca zevalin ardından ancak kemâl çığırı açılabilir...


 * Dört büyük halifenin sırayla şiarları olan merhamet, celadet, edeb ve akılda tam ikmalli ve teçhizatlı olarak, 15. İslâm Asrının eşiğinde, İslâm'ı yenileme davasını çözümlemeye güçlü nesilden, ana rahmini tekmeleyici sesler duyuluyor. Aya gitmek hüner değil, bu sesleri güneşten duyulacak derecede fikirde ve aksiyonda yükseltmek marifet...

Biz, yukarıda anlatılandan başka bir “yeni”yi ne biliriz ne de tanırız... Üstad’ın tarif ettiği “yeni”ye doğru yol alan her hareketi destekler, karşısında duranı da hakkıyla bertaraf ederiz. Büyük Doğu coğrafyasından başlayarak bütün bir dünyada ocağın kızışmaya başladığı bu demde, beşinci cihan hâkimiyeti perdesinin lehimize açılmaya hazırlandığı bu demde artık tereddüde, azınlığın çok çıkan sesine kulak asmaya, günü kurtarma siyasetine kesinlikle yer yoktur. Ocak kızışıyor ve geçen her “ân”, bir tek bu hakikati ihtar ediyor. İktibaslarımızda kaynağımızı teşkil eden “İdeolocya Örgüsü”, bugünün lisanıyla “yeni”ye götürecek yegâne stratejik yol haritasıdır. Bu haritanın da bir esprisi vardır ki; bütündür, “Bütün Fikir”i gerektirir. Parça parça işler “bütün” olan hedefe eriştirmez.
 

Baran Dergisi 399. Sayısı