Esselâmü aleyküm.

Bayramınız mübarek olsun.

(Av. Güven Yılmaz da Carlos’un Kurban Bayramını tebrik ediyor.)

Nasılsınız?

(Av. Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, teşekkür ediyorum.

Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?

(Av. Yılmaz, O’nun da iyi olduğunu ve bayram münasebetiyle Bursa’ya gittiğini söylüyor.)

Tamamdır. O şimdi özgür ki, başka herşeyden önemli olan da bu.

(Av. Yılmaz, hem Kumandan Mirzabeyoğlu’nun hem de tüm gönüldaşların Carlos’a selâm söylediğini ve Carlos’un bayramını tebrik ettiğini söylüyor.)

Ben de hepsine selâm söylüyor ve bayramlarını tebrik ediyorum. Zaten Pazartesi günü sizlere yazacak ve çok sayıda mektub göndereceğim.

Bana söyleyeceğiniz yeni bir gelişme var mı?

(Av. Yılmaz, yeni bir gelişme olmadığını söylüyor.)

“Vatan Kurtuluş Nakşibendî Cebhesi”nden yeni bir haber var mı peki? Bu insanları seviyorum ben. İyi insanlar ve iyi askerî profesyoneller.

(Av. Yılmaz, Irak ve Suriye’deki “IŞİD - İslâm Devleti” kurmay kadrosu içindeki eski Baas subaylarından bahseden Carlos’un bu değerlendirmelerine “elbette” şeklinde mukabele ediyor.)

Ayrıca, iyi müslümanlar, iyi Arablar, iyi Iraklılar...

Diğerlerini ise tanımıyorum, ancak onlar da doğru taraftalar.

Her neyse...

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını söylüyor. Bu arada, Carlos’un Türkiye’deki sevenlerinden aktivist-şair-heykeltraş Ümit Yaşar Işıkhan’ın Carlos’a selâm söylediğini belirtiyor.)

Aa, Işıkhan!.. İlginç ve iyi bir insan o. Benimle de dayanışma içerisinde.

Hep söylemişimdir; hatırlayın. Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra iktidarı devralan ve ajan bir rejim tesis eden hainlerle, Kemalistler arasında bir fark vardır. Gerçek Kemalistler, müslümandırlar fakat dindar değillerdir, ama aynı zamanda vatanseverdirler. Sabetayist kökenli olanları ise, aralarındaki belli bir kesimdir sadece. Gerçi Atatürk de bir Sabetayistti ama bir Türk vatanseveriydi o. Bu bir gerçek...

Bazı Kemalistlerle karşılaşmıştım zamanında; oldukça iyi insanlardı bunlar. Filistin davasında bizimle dayanışma içerisindeydiler ve Amerikan ajanı da değillerdi.

Türk ordusu içerisindeki Sabetayistlerdir ki, kontrolü ele geçirmiş, herşeye ihanet etmiş ve Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu duruma sokmuşlardır. Nedir şimdi bu? Bunlar yüzünden, Amerika’nın “şunu yapın, bunu yapın!” diyen ağzına bakılıyor bugün.

Bunun sonu yok. Asla yabancı asker olmamalıdır Türkiye içerisinde. Yabancı üsler de olmamalıdır aynı şekilde. Sanıyorum, o bölgede savaşan müslümanları bombalamak için İncirlik ve diğer üsleri kullanıyorlar şu ân.

Uzun zaman önce, galiba başka herkesten önce, Erdoğan’dan bahsediyordum size; hatırlarsınız. Hattâ onun hakkında olumlu konuşan belki tek insandım.

Bence kötü bir insan değil o... Halk çocuğu... Bir müslüman... Ne var ki, kurtulması gereken bazı kötü bağlantıları vardı... Yeri gelmişken, “Gülen Hoca”nın pek sesi soluğu çıkmıyor bu aralar. Hiç haber yok hakkında. Irak’ta ve Suriye’de olan bitenlerle ilgili olarak şimdiki pozisyonunun ne olduğunu bilmek isterdim. Şimdi ne yapıyor acaba?..

Neyse...

Biz, daha doğrusu ben -çünkü yazmak ve konuşmaktan başka fazla bir şey yapamıyorum cezaevinde-, Irak’la ilgili olarak şunu söyleyeceğim:

Benim Irak’ta yaşadığım dönemde, Irak’taki Sünnî Arab müslümanlar, nüfusun sadece yüzde 17’sini teşkil ediyordu. Yüzde 17’sini!.. Diğer Sünnî müslümanlar ise, Türkmenler, elbette Kürtler, aynı zamanda da Türklerdi. 

İnsanların unuttuğu bir şey de, Suriye ve Irak’ta bir Türk nüfusunun bulunduğudur. Hâlâ oradalar mı bilmiyorum ama meselâ Musul’da ve civarında, yüzlerce yıldır orada yaşayan büyük bir Türk nüfusu vardı. Gelenek ve dillerini de muhafaza ediyorlardı. Şam’da yaşayan Türkler, Türkçe konuşuyorlardı meselâ. Arabçayı da belli bir Türkçe aksanıyla konuşuyorlardı. Daha yaşlı olanlarından bahsediyorum elbette; sonraki nesillerse Arablaşmışlardır. Hattâ kendileriyle akran yaşlı Arab komşuları bile Türkçe konuşurdu onlarla. Çünkü onların da büyükanne ve büyükbabalarının tamamı [Osmanlı idaresi altında olduklarından] Türkçe konuşabiliyordu.

Zamanın Türk devleti [Osmanlı] hakkında olumsuz bazı değerlendirmeler sözkonusu olabilir, hattâ bazen olumsuz bir rol oynamış da olabilirler, ancak genel itibariyle konuşur ve bir hakikati teslim edersek, tüm müslümanları tek bir bayrak altında birleştirmek gibi önemli bir tarihî rol oynamışlardır. İslâmî bir bayrak altında!.. I. Dünya Savaşı’nda kesin olarak kaybettiğimiz şey de bu oldu. Maalesef...

Türkiye şimdi yeniden savaşsın ve Akdeniz civarındaki müslüman topraklarını fethedip hürriyetine kavuştursun demiyor, ancak oynayacağı önemli bir rolün bulunduğunu söylüyorum.

Unutmayınız ki, çalışkan insanlardan oluşan muazzam bir nüfusu vardır Türkiye’nin. Aynı şekilde, entellektüel bir seçkin sınıfı da vardır. Üstelik, dışarıya başkalarından çok daha fazla şey ihraç eden bir ülke olarak, mutlaka yapabileceği bir şey vardır Türkiye’nin. En azından, ABD ve siyonistlerin baskıları karşısında diz çökmekten vazgeçebilir.

Bunun o kadar kolay olmadığını biliyorum. Ankara ve İstanbul’da iktidardaysanız, dünyada “tek başına” değilsiniz demektir. Yetmiyormuş gibi, yabancıların ajanları tarafından tamamen kangrenleştirilmiş bir durumdadır bugün Türkiye. Sadece Sabetayistleri kasdetmiyorum burada; Gülenciler ve diğerleri de var. Oldukça karmaşık bir durum sözkonusu.

Yine de, sadece Türklerin değil, Türkiye’deki tüm halkların bunu başaracağına inanıyorum. Unutmamalıyız ki, büyük bir adam ve büyük bir müslüman olduğu kadar, aynı zamanda büyük bir vatansever olan Kumandan Mirzabeyoğlu’nun, Kürtlere dayanan kökleri de vardır. Ancak bu, O’nun mükemmel bir Türk vatandaşı olmasına engel değil.

Öyleyse, ideolojik olarak ister sağdan ister soldan ancak ülkesine sadık olan Türkiye’deki herkes, Türkiye’deki tüm halklar; ülkeyi savunacak ve tam bağımsızlığını kazandıracak millî bir İslâmî hükümeti desteklemek üzere, millî bir İslâmî cebhe içerisinde bir araya gelmelidir.

Tam bağımsız olmak, dünyanın kalan ülkelerine düşman olmak değildir. Hayır! Çünkü bu, Avrupa’dan, özellikle ABD’den artık emir almamak demektir.

(Carlos, sözünün burasında, daha önce BARAN için teferruatlı biçimde tahlil ettiği üzere, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin bir parçası olmaması gerektiğini; merkezi Frankfurt’ta olan Avrupa Merkez Bankası’nın kontrolüne girmemesi gerektiğini; bunların aldığı ve ne Avrupalıların ne de Türklerin çıkarına olan kararlara tâbi olmaması gerektiğini; Avrupa’yla veya dünyanın kalanıyla sosyal, ekonomik ve malî iyi ilişkiler kurmakla beraber, onların malî, ekonomik ve gümrük birliği çerçevesindeki kararlarına asla bağımlı olmaması gerektiğini vurguluyor... Böylesi kararların Türkiye’de ve Türklerin çıkarına olacak şekilde alınması gerektiğini; yakında bağımsızlığına kavuşacağı anlaşılan Kürdistan dahil, tüm komşularına karşı hangi gümrük tarifesini uygulayacağına Türkiye’nin kendisinin karar vermesi gerektiğini ifâde ediyor...)

Ne var ki, kendisine dışarıdan yapılan emperyalist ve siyonist baskıdan dolayı, Türkiye’nin DAİŞ’e [Irak ve Şam İslâm Devleti] karşı oluşturulan ittifaka katıldığını görüyorum bugün. Doğru değildir bu. Yanlıştır.

Erdoğan ve onun samimi müslüman destekçilerinin, Amerikalı ve Avrupalı “küffâr”la, aynı şekilde, Arab Yarımadası’nın münafıklarıyla girilen bu “ittifaka” canıgönülden iştirak ettiklerini sanmıyorum.

Kızıldeniz’den Basra Körfezi’ne uzanan Arab Yarımadası’nın bu münafıkları, Suudî Arabistan, Ürdün ve Emirlikler, şimdi kalkıp Suriye’yi bombalıyorlar.

(Carlos, zamanında çoluk çocuklarıyla beraber Mekke’de Kâbe’yi işgal eden ve yozlaşmış ajan Riyad rejimini protesto eden binden fazla gerçek müslümana karşı Suudî Arabistan hükümetinin yabancı birliklere ihtiyaç duyduğunu; Mekke’ye gelip Kâbe’ye saldırmaları ve bu müslümanları etkisizleştirmeleri için Fransa’dan –tek biri bile müslüman olmayan!- özel jandarma birlikleri getirttiğini; 1994’de illegal biçimde Fransa’ya kaçırıldığında işte bu birliklerde görev yapmış bazı Fransız jandarmalarıyla karşılaştığını; bu jandarmaların kendisine anlattığına göre, başarılı bazı teknikler uygulayan bu askerlerin sözkonusu cihadçı müslümanları etkisizleştirmesine ve çoğunun canlı olarak ele geçirilebilecek olmasına rağmen, hemen arkalarından gelen Suudî kuvvetlerin o müslümanlara saldırdıklarını, acımasızca katlettiklerini, hattâ başlarını kestiklerini; Fransız askerlerin bile bundan dehşete düştüklerini söylüyor. Yetmiyormuş gibi, Suudî Arabistan’da o güya tatbik ettikleri Şeriat Hukuku’na da hiçbir hürmet göstermeksizin, bu yaptıklarını televizyondan gösterdiklerini ilâve ediyor.)

Suudî Arabistan’ın başındaki bu kişiler, bu suçlular, bu münafıklar, bu yozlaşmış tipler, bundan sadece 250 yıl önce “müslüman” olmuşlardır. Evet, daha önce yahudiydi bunlar!..

Şimdi bu kraliyet takımı, yalnızca cihadçıları değil, o bölgede yaşayan müslüman halkı da katletmek üzere, bombardıman uçakları gönderiyorlar. Başka müslümanlarla politik farklılıklarının olması, kimseye onları bu şekilde katletme hakkı vermez. 

Üstelik ABD, Suriye’deki rafinerilerden başladı bombalamaya! Suriye’yi iyi bilirim. Yoldaşlarımın bazıları da hâlâ Suriye’de savaşmaktadır hattâ. Demek istediğim, Suriye’nin rafineri sahibi olmasını bile engellemek istiyorlar. İnanılmaz bir hâdise bu ve dünya basını da örtbas ediyor bunu. Neymiş, “teröristlerle” savaşıyorlarmış!..

Erdoğan ve onunla beraber olan iyi müslümanlar, aynı şekilde liderleri yabancı güçlerle işbirliği içerisinde olmayan Türkiye’deki tüm halklar, -müslüman olsun olmasın, semavî bir dine inansın inanmasın- tüm azınlıkların haklarının teslim edileceği Büyük Türkiye’yi inşâ etmek üzere birleşip, bir koalisyon hükümeti hâlinde bir araya gelmelidirler.

 Olmayacak bir rüyayı gördüğümü zannetmiyorum. Erdoğan iktidara geldiği günden bu yana, gerektiği kadar hızlı olmasa da, birçok şeyin değiştiği ve değişebileceği görüldü. Gülenciler yok artık meselâ.

Türkiye, sınırlarını ve hava sahasını gerek Suriye, gerekse Irak topraklarına yapılan saldırılara, aynı şekilde, o bölgelerde savaşan isyancılara yönelik saldırganlığa kapatmalı; Suriye’de süregelen ve ne Türkiye’nin ne de müslümanların çıkarına olan savaşa dahil olmaksızın, belki en fazla tıbbî veya iaşe çerçevesindeki insanî ve silâhsız yardımla kendisini sınırlamalıdır.

Tüm bu söylediklerimi, yayınlandıktan sonra, Erdoğan ve diğerleri de okur inşallah. 

Hernekadar eski bir stalinist-komünist profesyonel devrimci sıfatıyla konuşsam da, hattâ bir Türke veya Araba kıyasla pek de İslâmî olmayan bazı alışkanlıklarım bulunsa da, Filistin’in kurtuluşu için, İslâm için, ölmeye hazırız.

Allahü Ekber.


Baran Dergisi 404. Sayısı