Üstad Necip Fazıl’a göre insan soyunun İslâm karşısındaki "(prototip) baş örneği İbn-i Sebe'... İçi ve dışıyla numûnelik Yahudi..." Bu kadar tehlikeli bir fitneci başı... İbn-i Sebe' nasıl bu işin başı ise İbn-i Teymiyye de bu fitnenin en mühim kolbaşlarından; çünkü kendisinden sonra Ehli Sünnet Ve'l-Cemaat anlayışı karşısındaki bütün fitneler ve fitnecilere fidelik etmiş, ilhâm olmuştur. Kendisinden sonra gelen her sapık fırka şu yahut bu şekilde onun tasavvufu inkâr eden ve her şeyi Pozitivist-Akılcı tavra büründüren sapık anlayışından yol bulmuştur. Bugün, Altun Silsile'nin 33. Kolbaşı olan Esseyyid Abdülhâkîm Arvasî Hazretleri'nin "dini içten yıkan kâfir" dediği Teymiyye'ye "Allah rahmet etsin" diyeninden fikirlerini bilerek-bilmeyerek savunana kadar bin bir türlü kafa karışıklığı içerisinde bir manzara var. Aklı karıştırılmış ve kalbi şaşırtılmış gençlerimiz bir yana, ismi herkesçe bilinen ve umumiyetle "hoca" diye anılan pek meşhurların bile İbn-i Teymiyye güzellemeleri döktürdüğünü görüyoruz. Bu açıdan, EHLİ SÜNNET VE'L-CEMAAT'in bu şahıs ve mevzuları nasıl değerlendirdiğinin bilinmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yazımızın mevzuu, bugün en başta masum gençlerimiz olmak üzere halkımızın imân hassasiyetinden faydalanarak sapık fikirlere yol bulanların hangi sapık ve sapkın fikirlerden beslendiğini, beslendikleri en mühim ana damarların ne olduğudur... Bizim dayanak noktamız ise, Ehli Sünnet Ve'l-Cemaat çizgisinin fikirde ve kavgada müdafaacısı Büyük Doğu-İBDA… Kendimizi nisbet ettiğimiz fikirler ise “İslâm yenilenmez, anlayışı yenilemek gerekir” diyerek İslâm’a Muhatap Anlayış davasını örgüleştiren ve bu hayâtî meseleyi hayatı pahasına koruyan, kollayan iki isim: Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu

Bir Emperyalizm projesi olarak icad edilen ve bütün İslâm beldelerinde fitne mevzuu olan “dinde reform”cuların, yani sapık reformistlerin bugün en çok yuvalandığı yer Türkiye; çünkü Ehli Sünnet anlayışı memleketimiz kadar başka hiçbir yerde saf kalamadı ve ister istemez farklı yollara sapıldı. Ve bu anlayış, ancak burada yeniden iktidar kuvvetini bulabilirse dünyada tekrar bulabilecek. Mekke ve Medine'nin bile bugün Vahhabilik sapkınlığı altında bulunduğunu düşünürsek, son kalenin Türkiye olduğu daha iyi idrak edilebilir sanırız.

Üstad Necip Fazıl sapık kolların ilk çığır açıcısı olarak İbn-i Sebe'yi görür. İkinci devreyi ise İbn-i Teymiyye'nin başlattığını söyler... Yazımızı bu ayrıma göre tasnif edeceğiz.  

Fitnecibaşı İbn-i Sebe'

“Doğru Yolun Sapık Kolları” isimli eserinde Hazreti Ali'nin zamanında çıktığı zannedilen "Haricî"lerin, esasında Hazreti Osman devrinde ilk numûnelerinin çıktığı, tohumlarının o sıralar bu baş fitneci tarafından atıldığını söyler Üstad Necip Fazıl; Basra'dan kovulan, Küfe'ye geçip aynı muameleye tâbi tutulan, sonrasında Şam'a kapak atan bu "iki başlı yılan seciyeli" fitne tezgâhçısı, Ebû Zer Hazretleri'nin takvasını fitne kazanının malzemesi yapmaya kadar cüret etmiştir... Ardından Hazreti Muaviye tarafından Şam'dan kovuldu ve tezgâhını Mısır'a taşıdı. Boş durur mu? Basra ve Küfe'deki ruh ikizleriyle mektuplaşarak pis seciyesinin zehirli tohumlarını yaymaya devam etti...

Basra, Küfe, Şam ve Mısır... "Kuyruğu Basra'da başı Mısır'da" olan fitne seli, İran ve Bizans’ın bozguna uğratıldığı demlerde içten içe pişmektedir; Hazreti Osman devrinin bu bereketi aynı zamanda ele geçirilen yerlerde kadro zaafiyetini de doğurmuş ve fitnecibaşı İbn-i Sebe bütün tezgâhını bunun üzerine kurmuştur. Hedef, Hazreti Osman'ın otoritesini zayıflatarak İslâm'ın hükümlerini zaafa uğratmak ve sapık fikirlerin yeşereceği araziyi temin etmek... Hazreti Osman durumun farkındadır ve bütün emirlerini Medine'de toplar ve istişare yapar. Halkı cihada teşvik ile dedikoducu ve fitnecilerin önünü kesmek kararı alınır ama Küfe Valisi'nin görevden alınmaması üstüne ödeneklerin kesilmesi fitili ateşler.

Fitneler Silsilesi Geliyor

Büyük sahabî, siyaset dehâsı Hazreti Muaviye (RA) (Allah şefaatine mazhar kılsın) Medine üzerindeki ve diğer beldelerdeki toz bulutunu seziyor ve Hazreti Osman'ı kollamak için Şam'a davet ediyor. Hazreti Osman ise "- Ben Allah Resûlü'nün civarından dışarıya bir adım bile atmam!" diyorlar. Tedbir için asker gönderilmesi teklifine ise Medine ahalisini "asker ile baskı altında" tutulmasının hoş olmayacağı söyleniyor. Hazreti Muaviye'nin "sana kıyarlar!" deyişine ise "- <> Başka sözüm yok!.." diye cevap veriyorlar...

Halkı cihada teşvik ile fitnenin önünün kesilmesi de ayrıca bir fitne mevzuu oluyor; İbni Sebe' taifesi Medine'de toplanılması yönünde tezgâh açıyor ve neyi niçin yaptığını bilmeyen herkes bir fitne rüzgârının etkisine kapılıyor. Emevî valilerinden halkın hoşnutsuzluğu üzerine bir de Mısır'dan Medine'ye gelip Hazreti Osman'a Valiyi şikâyet edenlerin Mısır Valisi tarafından kırbaçlanma cezası, bu ceza esnasında bir kişinin ölmesi de işleri çığırından çıkarıyor...

Fitne kazanı böyledir; içine basit meseleler büyütülerek katılır ve bütün bu meseleler sanki dünyanın çarkını döndürüyormuş hissi verilerek katıştırılır. Ardından fitne kazanının altına çekememezlik odunları verilir, hırsla ateşlenir... Kazan kaynadıkça buharını içine çeken herkes ne olduğunu anlamadan kendisini boş bir davanın peşinde bulur.

İbn-i Sebe'nin Yahudi mizacı, halk içinde etkisini buluyor ve normalde aralarında hiçbir mesele olmaması gerekenler arasında husumetler doğuruyor; ama kimsenin husumetin ne olduğuna, neden hasım olduklarına dâir bir fikri yok! Bugün bile nerede birlik görse dağıtan bu fitnecileri gördüğümüz yerde etiketlemek lazım. Bunlar, birlikten, beraberlikten hak tarafında toplanmaktan kesinlikle hazzetmezler ve en ufak bir birlik iştiyâkı karşısında bile gece uykuları bozulur, moralleri çöker. Hak adına kim iş görürse Suret-i Hak'tan görünüp hak yolunda iş görenleri kötülemeye fırsat kollarlar. Bariz özellikleri korkak olmalarına mukâbil dişlerini geçirebildikleri herkesi tehdit etmekten geri durmamalarıdır; fakat cimrilere has bir sezişle de, kendilerini un-ufak edeceklerden illâ uzak durur ve isimlerini bile anmazlar.

İşte böyle bir hengâmede Mısır, Basra ve Küfe'de ayaklananlar 1000'er kişilik ordularla Medine'ye doğru yola koyuldular. Başlarında Mısır'dan Gafıki İbn-i Harp... Davalarına Kâbe'yi ziyaret süsü verdiler ve Medine’ye üç konak mesafede durdular... Fitne kazanın kaynattığı buharlar rüzgâra dönmüştür ve ne yaptığını bilmez kalabalıklar artık bu rüzgârın tesiriyle hareket etmektedir... Ayrıntıları ayrıca başka bir yazı mevzuu hâdiseler neticesinde Hazreti Osman şehid edilir... Niçin buraya kadar üzerinde durduk? Çünkü Üstad Necip Fazıl bu hâdise arkasından şöyle bir kırılmayı anlatır: "Ahmed Cevdet Paşa'ya göre, Hazret-i Osman'ın kanı Mushaf üzerine dökülmekle, fitne kapısı sadece açılmış değil, bir daha kapatılmayacak şekilde kırılmıştı."

Kırılan Fitne Kapısın Ardından

"Siyâsî ve idâri bir hak iddiası" olan "Sıffin Boğuşması"nın ardından ilk sapık kol olan "hariciler" çıktı. Harura mevkiinden isimlerini aldılar. Üstad bunlar için "dalalet aklının ilk müessesesi" der. Hemen yanı başında ise Şiâ var... Sıffin'den sonra nasıl Hazreti Muaviye'yi kötüleme ve hatta ona küfretmeye kadar varan bir yobazlık zuhur ettiyse, Hazreti Ali'yi ilahlaştırma işi de aynı koldan yürüdü; biri yürüdükçe diğeri, diğeri gittikçe de öbürü kabardı. İkisi de sapık kol; fakat biri (Haricîler) “dışyüz üzerinde akamet mantığı” diğeri içyüze mahsus “sınır bozuculuk ve putlaştırma” müessesi. Kırılan kapının ardından Haricîleşmiş ve Hz. Ali’nin gazabından korkarak kaçmış ve fitne tezgâhını işlemek için başka beldelere gitmiştir. İslâm’ın ilk asrında bu fitne öyle yayılmıştır ki bugün bile sadece Şiâ’nın 45 kola ayrıldığını söylersek durumun vahameti anlaşılır. 

 Fitnenin ikinci devresine, bir nevi bunun kolbaşısı olan İbn-i Teymiyye devrine doğru kısa çizgilerle devam edelim… Hicrî 3. Asırda “Irak tarafında Kıramıta ismi altında” Şiîlik önce küçük bir devlet kurdu sonra ise Mısır’da Fatîmiler ile devletleşti. (Hicrî 473)… Şiîliğin bir kolu olan ve İmâm-ı Rabbânî hazretleri tarafından “bugün Şiîlerin en azgın fırkasına alevî deniliyor. Çoğu okuma-yazma bilmeyen din ve dünya cahilleri bunlar.” diye çerçevelenenler. Tabiî burada bir not düşmek gerekiyor. Günümüzde Ehl-i Sünnet anlayışına mensup olup, Ehl-i Beyt’i seven ve Hazreti Ali’yi çok sevmekten ötürü kendini “Alevî” diye niteleyenlerle, dinsizliğini “Alevîlik” adı atında maskeleyenleri de ayırt etmek gerekiyor. 

Kısa kısa anlatarak devam ediyoruz…

Batınîler ve Mutezile… Ve bilindiği üzere kader meselesi, Kur’an’ın mahlûk olduğu iddiası ve buna benzer bir sürü sapıklık. Bahsettiğimiz fitne devresinin birinci kısmı 7. Hicrî asra kadar bütün şiddetiyle bu tür sapık kolların türediği devredir. 

Ehl-i Sünnet Vel Cemaat

Ehl-i Sünnet Vel Cemaat prensipleri, anlayışı bilindiği için ayrıca burada tafsilatlı izahatına girmeyeceğiz. Bu mevzuya dair Üstad Necib Fazıl’ın “Doğru Yolun Sapık Kolları” ve “İman ve İslâm Atlası” isimli eserlerinden istifade edilebilir. Bu başlığa dair iki not düşmek istiyoruz. Birincisi İtikadda ve Amelde Mezhepler hususu… İkincisiyse İçtihât meselesi… İtikadda İmâm-ı Maturîdi ve İmâm-ı Eş’âri Hazretleri, Amelde ise Dört Hak Mezhep İmamları… İmam-ı Azam Hazretleri, İmam-i Şafiî Hazretleri, İmâmı-ı Maliki Hazretleri ve İmâm-ı Ahmed Bin Hanbel Hazretleri… İçtihat meselesine gelince, Üstad Necib Fazıl’ın da belirttiği üzere devrimizde içtihât kapısının açık olmasına mukâbil “hem gerektirdiği şartlar hem de esasen getirilmesi gereken şeylerin tamamlanmış olması bakımından, apaçık içtihât kapısı yeni bir geçişe sımsıkı kapalıdır.”

Yani, Şeriat’a bağlı büyük mütefekkirler ve asır yenileyicileri devrindeyiz. Kaldı ki, Üstad Necib Fazıl’ın da ehemmiyetle dikkat çektiği üzere Müceddid’i El-fi Sanî- İkinci Binin Yenileyicisi İmâm-ı Rabbânî hazretleri  “derecede belki bütün hak mezhep müçtehitlerinden üstün olduğu halde Hanefî Mezhebindendi, bin yıllık yenileyiciliğini bu bina üzerine inşâ etmişti.

“Dini İçinden Yıkan Kâfir” İbn-i Teymiyye 

İbn-i Teymiyye 1263’te Harran’da doğmuş ve 1328’de Şam’da hapsedildiği kalede hastalanarak ölmüştür. İkiye ayrılan fitne döneminin ikinci devresi İbn-i Teymiyye ile başlar. Nakşî yolunun büyüklerinden Altun Silsile’nin otuzüçüncü ve son halkası olan “Manzur’û Nazar-ı Pîrân-ı Kirâm- Keremli Pîrlerin Nazarlarına Görünen” Es-Seyyid Abdulhakîm Arvasi Hazretleri, İbn-i Teymiyye’yi “Dini İçinden Yıkan Kâfir!” diye niteler. Yine onun sözlerinden: “Dinde reform sapıklığını ilk çıkaran İbn-i Teymiyye oldu. Bu sapıklık sonradan, cahiller ve İslâm düşmanları tarafından küfre kadar götürüldü.”

İbn-i Sebe’nin ilk defa ortaya çıkardığı birinci fitne devresinin ardından doğan Haricilik, Şiâ-Şiîlik, Alevîlik, Batınîler, Mutezile gibi sapık kolların ardından ikinci devrede İbn-i Teymiyye gelir. Dinde reform sapkınlığını ilk ortaya atan ve İslâm’ın bâtın yolunu-tasavvufu reddederek her şeyi Pozitivist-Akılcı bir yaklaşıma bağlamıştır. Üstad Necib Fazıl’ın tabiriyle “İslâm Materyalisti…” 

İbn-i Teymiyye yüksek derecede zeka ve ilim sahibi olmasına mukabil dinin incelikli meselelerini “aklı çıkmaz sokaklara sürücü ve güya mantık zırhı içinde yürütücü ve topyekûn insan ve kainatı kaybettirici” fikirlerine misaller verelim…

Günümüzde çok itibar gören, hoca diye TV’lerde boy gösteren birçok kimse tarafından büyük bir ihtiram ifadesiyle karşılanan, İslâm Ansiklopedi’lerinde bile kaynak gösterilen, çokça övülen bu adam ikinci fitne devresini başı ve en tehlikelisidir. Kendisinden sonra gelen her sapık kol ya direkt onun görüşlerinden ilham alarak “Suudi Arabistan”da olduğu gibi devletleşmiş yahut da yine onun sapkınlıklarından beslenerek başka bir sapık kol olarak türemiştir.

İbn-i Teymiyye’nin “hezeyan aklı”na dâir sapık fikirlerinden burada bahsedelim:

“Kur’an ayniyle noktası noktasına zâhirine göre anlaşılmalı ve ele alınmalıdır.”

“Allah (Benim elim her elin üstündedir!) buyururken, bu ifade mecazi değil, aynen vâkidir. Bahis mevzuu el de bildiğimiz insan elidir.”

Zaten bunu böyle söyledikten sonra Şam’da gerçekleşen ve “istiva” ile alakalı hadisenin içyüzü de ortaya çıkıyor. Bir gün Şam’da vaaz verirken, minberden aşağı birkaç basamak inerek: “İşte Allah bu minberden indiğim gibi yere iner” demiştir.

Talak (boşanma) bahsinde ve zekât bahsinde şeriat’a muhalif birçok sapkın iddiaları var.

“İcma-i Ümmetin toplu hükmü ve usulüne aykırılık ve bu ayrılığın caiz olduğu hükmü…”

Hazreti Ömer ve Hazreti Ali’ye hücumlar…

Evliya, ruh ve ruhaniyeti inkâr, onlara yönelmeyi küfür saymak…

Bu ve bunun gibi daha niceleri yukarıda saydıklarımızdan biri bile, insanı imandan etmeye yetiyor.

Osman Devlet’inin çöküşüyle birlikte “Arap Milliyetçiliği”ni kışkırtan İngilizler, İbn-i Teymiyye’nin iddialarının nüvelendiği Abdulvahhap eliyle sapıklığı, dinde reformculuğu müesseseleştirmiş ve başka sapık kollar olarak M. Abduh, Efgani, Reşit Rıza, Mevdudi gibi sapıkların türemesine de sebeb olmuştur. Bugün de gençlerimizi zehirleyen, Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’in dışında hareket eden ve Ehl-i Sünnet’e saldıran İslâmoğlu, Nurettin Yıldız, Abdulaziz Bayındır, İhsan Eliaçık, Mehmet Okuyan, Edip Yüksel gibi sapıkların hepsi İbn-i Teymiyye’nin sapık ruh ikliminden beslenmişlerdir.

Günümüzde bu kadar sapkın ve yanlış fikrin içine itilen gençlerimizin Büyük Doğu- İBDA fikriyatını, İslâm’a Muhatap Anlayış davasını kavramasını gerekmektedir. Çünkü Büyük Doğu- İBDA Ehl-i Sünnet Vel Cemaat çizgisinin müdafaacısıdır. Ve bütün kavgası, çilesi bunun içindir.

Üstad Necib Fazıl’ın “İslâm yenilenmez, anlayışı yenilemek gerekir” sözünde olduğu gibi Büyük Doğu- İBDA, ne yeni bir mezhep ne yeni bir akım ne de başka bir koldur. Büyük Doğu- İBDA fikriyatı “İslâmiyet’in emir subaylığıdır.” İslâm’a Muhatap Anlayış da “O değil O'ndan, O'ndan olduğu için O” sırrı içerisinde, insan ve toplum meselelerine yaklaşırken İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik edebilmenin fikridir, “tatbik fikri”dir.

Baran Dergisi 408. Sayısı