15 Temmuz sonrasında Türkiye’de oluşan manevî iklimin muhafaza edilebildiğini düşünüyor musunuz?
Bismillah.
90 yıl boyunca profanlaşma bombardımanı altında kalan milletimiz değerlerini korumada asla taviz vermedi. Ancak bunun ağır bedelleri olmadı değil.
15 Temmuz yani dünyanın en alçak ve acımasız darbe teşebbüsü olarak tarihe geçen Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ülkemizi hem madden, hem manen ve hem de siyaseten oldukça zor durumda bıraktı. Ancak millet olarak bu zorlu süreci maneviyatın gücü ile aştığımız da ayan beyan ortadadır.

Milletleri seçkin millet kılan unsurlar değerleri, inançları ve bunun üzerine inşa ettikleri kültür ve medeniyetidir. İslâm dini seçkin millet oluşturma konusunda tarihe altın harflerle adını ve ayrıcalıklı makamını yazdırmıştır. Değil mi ki “din”, “medeniyet”, “Medine/şehir” hem sözcük kökü hem de “ilgili olma” konusunda akraba sözcüklerdir.

Bu aziz dinin mensupları olarak maneviyatımızı bırakmamakla beraber, maruz kaldığımız dünya meşgalesi ve yenilikleri yüzünden seküler bir mecraya girmediğimizi iddia edemem. İletişim ve ileri teknoloji imkânlarını birden elimizin altında bulduğumuz günden beridir “ne oluyoruz?” sorularıyla karşılaşıyoruz. Çünkü bu imkânlar kendi buluş ve üretimlerimiz değil, maneviyatı kiliseye hapsetmiş Batının icat ettiği, tahrip ve tahrik edici haz ve ayartıcı özelliklerle donattığı bu teknolojik aygıtlar aynı zamanda “imançalar” görevini de görüyordur. Bu sebeple teknoloji büyük oranda bizim değil, sekülerizmi din haline getiren profan garbın işine yaradı.

15 Temmuz FETÖ işgal teşebbüsü ülkede yitik değerlerimizi bulma sürecini beraberinde getirdi. İnsanoğlu tabiatı gereği zor zamanlarda maneviyata yönelir. Kendisini aşan tehlikeli bir hal ile karşılaştığında aşkın/muteal güce sığınır. Rahata erdiğinde ise yeniden önceki durumunu sürdürür. İnanan insanlar/mü’minler için de durum bundan pek farksız değildir. İnancın şiddeti içinde bulunduğu ahval ile yakından ilgilidir. Bunu yadırgayamayız, insanımızda sürekli aynı takva ölçüsünü aramamız gerçekçi değildir.

Dolayısıyla 15 Temmuz özel bir süreç idi ve o günlerdeki manevî iklim işgale uğrayan bir milletin maneviyatına sarılması ile sağlanabildi. O iklimi sürdürmek gerek, elhamdulillah o manevi bereket devam ediyor, lakin şiddeti ilk günkü gibi mi diye soracak olursanız cevabım hayır olacak.

Bugün milliyetçi-muhafazakâr tabana sahip Ak Parti ile MHP’nin aynı hat üzerinde durduğunu görüyoruz. Karşıda ise CHP’nin başını çektiği bir ittifak yer alıyor. İstikbalimize ipotek koymaya çalışanlarla iş tuttuğu açık olan bu ittifakın akıbeti ne olur?
İttifaklar dünya hatta kâinat tasavvuru ile ilgili olunca ilânihaye devam eder. CHP’nin öncülüğündeki blok laiklikten öte laikçiliği esas alan seküler kesimden oluşuyor. Aynı kesim Türkiye’nin değişim ve dönüşümünden rahatsızlık duyuyor. Çünkü kendilerini milletten yana konuşlandırmayan güçler vesayetlerle ayakta kalabiliyor. Bu nedenle her yeniliği varlıklarına tehdit olarak algılıyorlar.

Diğer bir konu da CHP ittifak bloku “karşıtlık” üzerine kurulduğu için ömrü konjonktüre göredir. Sürekliliği de verimliliği de yoktur.
Bizim Batı’cı, eklemlenmeci, taklitçi laikçilerimiz dinin ve dindarın karşısında konuşlanmayı bir siyaset tarzı olarak seçtikleri için millet ve devlet olarak gelişip güçlenmeyi, hak ve hakkaniyeti esas almayı değil, statükonun devamını arzulayan bu jakoben anlayışa sahip. Bu yüzden bugünden yarına bu ittifakın dağılabileceğini düşünmek Türkiye gerçeği ile örtüşmüyor. Lakin milletin asil duruşu ittifakın etkisini kıracağı gibi ömrünü de kısaltır.

Anadolu Evet Platformu adında bir oluşum kurdunuz. Bu platformu kurmaktaki amacınız nedir, ne gibi faaliyetler yürütüyorsunuz?
16 Nisan günü oylanacak anayasa değişikliği Türkiye’nin gelecek yüzyıllarını etkileyecek sistem değişikliğini içerir. Pek çok yeniliğin yer aldığı anayasa değişiklik paketi yüz yıllık kaybın telafisi için gerekli düzenlemedir. Bu yüzden referandumdan sonra “keşke”lere sahip olmak istemedik. Siyasi partilerin unuttukları, göz ardı ettikleri ya da yetersiz kaldıkları bir alan olur ise o alanı doldurmak ve diğer hususlar için böyle bir platforma ihtiyaç duyduk.

Ayrıca, bölgede ciddi oranda kararsız kesimin varlığını bizim bu kararsızları kazanmak için harekete geçmemizi sağladı. Kaldı ki her ilde kimi gruplara, çevrelere siyasi kimlikle gitmenin pek faydalı olamayabileceği de bir vakıa. Bizler bu kesimlere de giderek “EVET” oyu vermeleri noktasında çalışmamız gerektiği kanaatine vararak bu platformu kurduk.

Bu anlamda salon toplantılarından, açık hava etkinliklerine, STK ziyaretlerinden köy ziyaretlerine, medya ve sosyal medyadan el ilanlarına kadar maddi imkânlarımız elverdiği ölçüde gerekli bütün enstrümanları kullanmayı arzu ediyoruz.

Referandumda oyların rengini belirleyecek olan Anayasada değiştirilmesi öngörülen 18 madde midir; yoksa millî-gayrı millî ayrımı mıdır?
Ülke olarak asıl sorunumuzun milli olmak ya da milli olmamaktan kaynaklı olduğu kanaatindeyim. Şayet yüz yıl önce “milli” bir devlet kurabilseydik, bugünkü sorunların hiçbirini yaşamayabilirdik. Bizde devlet yeni bir (millet değil, millet zaten vardı) ulus inşa etmek istedi. Devletin reflekslerine uyan ve uygun bir ulus… Milli devlet ile ulus devlet farkı sadece sözcük değişikliğinden ibaret değil, sözcüklerin neşet ettiği kaynak kadar farklı olduğunu son 90 yılda gördük.

Bir de bizde ulusçuluk, Fransız ulusçuluğundan değil, Alman nasyonalizminden ilham aldı. Zira Fransız ulusçuluğu vatandaşlık temelli iken, Alman nasyonalizmi biyolojik, anatomik, fizyolojik yani ırkçılık temelindeydi. Bu, yeni bir ırk oluşturmak demekti.

Anlayacağınız CHP öncülüğünde ete kemiğe bürünen “ulusçuluk” ile “milli” olmak aynı şeyler değil. Mevcut değişiklik paketi ile ilgili tartışmalar, tarafgirlik ve nihayetinde referandumda tercihleri bu “milli”lik penceresinden değerlendirmek daha sağlıklı bir yaklaşım olur.

Yönetim sisteminde yapılacak olan şeklî değişiklik, yaklaşık 100 yıldır dinine, vatanına, iradesine tasallut edilen Müslüman Anadolu’nun dertlerine devâ olmaya yeter mi?
Her değişiklik bütün dertlere deva olmaktan acizdir. Lakin 100 yıllık yanlıştan dönmenin erdemini yaşanmasının yanı sıra aynı hataların devam etmemesi büyük kazanım olarak kabul edilmelidir.

Toplum canlı organizmadır. Tarihteki yürüyüşünde yeni “dertler”le karşılaşması mukadderdir. Dertlere deva ararken ilk adımlarda yanlış güzergaha doğru yol almışsanız bu yanlışın mesafesi atacağınız her adımda gittikçe açılır. Bugün durumumuz bu maalesef. Ama bu referandum ile sorunlarımızın büyük bir kısmını çözerken, ilerde çözülmesi gereken ve/ya yeni doğacak sorunlara deva bulmak yeni anayasa ile daha da kolaylaşır.

“İslâm’da idare şekli yoktur, idare ruhu vardır” hakikatinden mülhem, bugün idare şekli konuşulan memleketimizde idare ruhu ne zaman konuşulacak?
Aslında “irade ruhu” hep konuşuldu. Dünyanın başına musallat olan “bay konjonktür” bu ruhu enine boyuna, sahih zeminde, doğru paradigmalarla ve nihayet medeniyetimizde devasa yere sahip değer içeren külliyatımızdan referanslarla tartışmamız, konuşmamız sürekli engellendi. Hem de en ahlaksız yakıştırmalarla. Bu satırların sahibi 22 yaşından itibaren “mürteci” diye defalarca işkenceler gördü. Altı yıl 8 ay yasaklı olduğum için devletin hiçbir kurumunda çalışmama izin verilmediği gibi özel sektörde yevmiye ile çalışmam dahi engellendi. Bizim medeniyet kodlarımızı değiştirmek, bozmak, unutturmak istediler. Bu yüzden bizim “irade ruhu”nu konuşmamız hiç kesilmese de “merdiven altı” muamelesinden kurtulamadı.

Yakın gelecekte bölgemizde küresel zorbaların etkisinin kırılacağını, milletlerin kendi kaderini tayin etme tartışmaları “irade ruhu” ile birlikte masaya yatırılacak. Düştüğümüz yerden kalkma esprisinden hareketle, kaybettiğimizi de aynı yerde bulma süreci başlamıştır.

Hakkaniyet, adl ve kıst ilkeleri mucibince dünyaya örnek bir paradigmanın mukaddimesini yazan bir milletin doğuşunun muştusunu alıyoruz, mübarek ola.

Son olarak ehemmiyetli gördüğünüz ve eklemek istediğiniz husus var mı?
Reaksiyoner olmaktan çıkmamızın gerekli olduğuna inanıyorum. Apolojik retorik ile ve pesimist düşünce ile alacağımız mesafe yoktur. Millet olarak insanlığın tarihteki yürüyüşünün aşağıdan yukarıya olduğunu (ileyhi raciun) ve bunun zikzaklarla geçeceğini unutmamalıyız. Toplumsal değişim ve dönüşümün kendi yasaları var ve bu değişim nesiller boyu sürer.
Bu anlayıştan hareketle, değer ve değerle bezenmiş bilgi üreterek, taklitten kaçınarak, kompleksten kurtularak özgüvenle, sabırla, ama emin adımlarla tarihteki yerimizi alalım.
Unutmayalım ki dünya hiçbir zaman zalimlerden ve zulümden kurtularak yaşanacak bir yer değildir.

Baran Dergisi 529. Sayı