15 Temmuz ile beraber Türkiye’ye yapılan operasyonlar en üst seviyeye çıktı. Batılılar tarafından bir darbeler yurduna çevrilen Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz hâdisesi sadece basit bir darbe girişimi midir?

Evvela Baran Dergisi ve sizlere emeklerinizden dolayı teşekkür ederim. Darbenin iyisi olmaz; bütün darbeler gayr-i meşrudur, hukuk dışıdır, cinayet ve kötüdür. Darbeler ülkeleri en az 50-100 sene geriye götüren kalkışmalardır. Ben bu darbeyi daha evvel kitabını hazırladığım, “Bilinmeyen Yönleriyle İnönü Menderes Mücadelesi ve 27 Mayıs Darbesi” adlı 500 sayfalık kitabımdaki bilgilerle Menderes’e karşı yapılan, bir başbakan ve iki önemli bakanımızın idamıyla sonuçlanan 27 Mayıs 1960 darbesiyle mukayese ederek özetle cevaplamak isterim. Türkiye Cumhuriyet’inde darbeler ve darbecilik geleneği 27 Mayıs 1960 tarihiyle başlamıştır. Bu tarihçiler tarafından böyle görülmektedir. Türkiye’yi 27 Mayıs darbesine götüren şartlara bakıldığı zaman, darbeyi gerektiren şartların olmadığını görürüz. Oluşturulan şartlar ise sunî şartlardır. Günümüzde söylendiği gibi algı operasyonları ve psikolojik savaş teknikleridir.

Medya o zamanlar şimdiki gibi değildi, doğrular hemen kamuoyu ile paylaşılmıyordu. Daha çok sosyalist yayınlar etkiliydi. Rahmetli Menderes 10 yıl başbakanlık yapıyor. Kurtuluş Harbi’nin sıkıntılarını çekmiş bir memleketin halkını fakir fukaralık ve açlıktan kurtarıyor. Barajlar, çimento fabrikaları, şeker fabrikaları ve yollar yaptırıyor. Çiftçilik ve ziraat alanında büyük teşvikler veriyor, traktör getirip köylüyü destekliyor. Türkiye daha sonra ziraat alanında en büyük beşinci ülke oluyor. Yüzde beş buçuk, altıya yakın bir kalkınma hızı yakalıyor. Türkiye’nin gayri safi milli hasılasını beş milyardan, elli milyarın üzerine çıkarıyor. Dolayısıyla Menderes büyük, mazlum ve şehit bir lider. Allah gani gani rahmet eylesin. Kitabımda da geçiyor, kendisine “iki uçak dolusu altınla yurt dışına çıkarken yakalandı” gibi iftiralar atılmış, karalama kampanyaları yürütülmüştür. 1950-1960 arası üç adet seçim oluyor ve hiçbirisinde Demokrat Parti’yi tek başına iktidardan düşüremiyorlar. Yani Menderes’i halkın iradesi ve seçim yoluyla yenemiyorlar. Sanki çok tehlikeliymiş gibi “DP mebusu Konya’da hutbe okudu ve Cuma Namazı kıldırdı” diye manşetler atıyorlar. Menderes’in 1960’da bir yıl sonra seçim yapılacağını açıklamasına rağmen Menderes’in diktatör olduğu ve bir daha asla seçime gitmeyeceği yönünde algı oluşturuyorlar. Başbakan Menderes ve arkadaşlarını idam ettirmek için yalana, iftiraya ve algı operasyonlarına devam ediyorlar. Buna bütün medya destek veriyor. Darbeye doğru giden süreçte yapılan algı operasyonları bugünküne benziyor; fakat 15 Temmuz’da darbe günü bütün yayın kuruluşları “bu darbe kötüdür, bu bir silahlı terör örgütüdür, bunlar asker elbisesi giymiş FETÖ’nün mensuplarıdır, bunlar gayrı meşrudur” şeklinde karşı çıktı.

Bugün böyle olmasının sebebi darbenin başarısız olacağının fark edilmesi mi yahut da bunun sadece bir darbe değil işgal girişimi olduğunun fark edilmesi mi?

Birçok sebebi var bunun. O zamanki millet şimdiki gibi bilgiye kolayca ulaşamıyordu. Millet şimdiki gibi kültür ve demokratik kazanımlar elde edememiş ve tecrübesizdi. Halkın yaşadığı eziyetler ve sıkıntılar vardı, ses edemiyorlardı. Medya kuruluşları da bugünkü gibi halkla bütünleşemiyordu. Güçlü bir liderlik yoktu.

Tabiî şimdiki gibi o zamanlar da “dış güçler”in parmağı vardı; fakat bugün halk Amerika’nın darbenin arkasında olduğunu ve darbeci Fetullah’ın Amerika’da olduğunu biliyor.
Ayrıca halk 15 Temmuz’un darbeden ziyade bir işgal girişimi olduğunu fark etti.

Şunu da belirtelim ki, Menderes’in idam edilme sebeplerinden birisi de, Menderes’in İslâmlaşmaya verdiği önem. Menderes 1950’de iktidara geldikten bir ay sonra ezanı aslına çeviriyor. Ezan, on sekiz sene “Tanrı uludur” diye okutulmuştu. Bu memleketin ezanıyla bile oynanmıştır. Menderes gelir gelmez ilk yaptığı icraat budur.

Menderes’e duyulan nefretle Tayyip Erdoğan’a duyulan nefretin sebebi aynı sanıyoruz?

Tabiî ki… “Senin sonun Menderes gibi olur” demelerinin sebebi bu. Bunu söyleyenler 15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarılı sonuçlanmasını ümit etmişlerdir.

Bir de şöyle bir şey var; 15 Temmuz’a kadar Türkiye’deki darbeleri yapan aynı damar, fakat bugün o damar mağdur edebiyatı yapıyor…

“Fatih Camii bombalanacak” diyen insanlar böyle yaparak kendilerine yer kapma çabasına giriyorlar. Mesela onlar “biz sivil iktidara saygılıyız, meclisin yaptığı kanunlara saygılıyız, meclisin yapacağı anayasaya saygımız var, başörtünün serbest olması TBMM’nin ve başbakanın bileceği iş, bizim görevimiz bu değil” dediler mi? Hayır demediler. Dolayısıyla, “411 el kaosa kalktı” diyen zihniyet, maalesef bugün “darbe kötüdür” dese bile “biz tam manasıyla darbeye karşıyız” diyemez de, deseler de biz yemeyiz.

Darbe başarılı olsa “karşıyız” derler miydi?

Başarılı olmasını istediler.

Bağdat Caddesi’nde tankları alkışlayanları gördük.

Halkın millî irade nöbeti için, “niye gürültü yapıyorlar, bu otobüsler niye ücretsiz” diyenler var. Otobüslerin ücretsiz olmasından ziyade halkın toplanarak, “ya Allah, Bismillah, Allah-u Ekber”, “biz irademize sahip çıkarız, gerekirse bu uğurda canımızı feda ederiz” demesini çekemeyen bir kesim var. Bu küçük kesimin rahatsız olması gerçeği değiştirmiyor! Rahmetli Aydın Menderes’in söylediği gibi “Milletimiz Müslümandır ve Müslüman kalacaktır!” Cemal Madanoğlu isimli darbeci bir subay “Menderes ezanı Türkçeden, Arapçaya çevirdiği zaman biz Menderes’in idam edilmesine karar vermiştik!” diyor.

Ezici bir çoğunluğu Müslüman olan ülkede, Müslümanlara karşı yapılan darbelere sessiz kalan halk 15 Temmuz’da hangi his ile direndi?

Türk milletinin başında Reis-i Cumhur Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir lider var, tüm dünyaca da tasdik ediliyor bu. 2 milyar Müslüman dünyasının tamamı tarafından sevilen bir lider; mazlumların yanında duruşuyla, zulme karşı çıkışıyla tanınıyor… Anadolu insanı da liderini kendi öz iradesiyle seçmiş ve her daim yanında durmuştur. Darbe gecesi gerek insanların kendi kendilerine çıkması, gerek de cumhurbaşkanının sokaklara davet etmesi sonucu emperyalist hainler durdurulmuştur. İnsanlar İslâmî değerlerini korumak için mücadele etmişlerdir; çünkü biliyorlar ki bu hainler başa geçtikleri an gerek dünyada, gerekse ahirette kendileri için zor bir süreç başlayacaktır. Tabiî ki bu vatan müdafaasında vatansever polis ve askerlerin de katkıları olmuştur, onları da unutmamak lazım. Darbeci hainler, Peygamber Ocağı’nı lekeleyen bir cuntadır, dolayısıyla FETÖ’nün yapmış olduğu darbe eğer başarılı olsaydı, Allah korusun Türkiye elli sene, yüz sene geriye gidecekti, belki de Müslümanların Kemalist devlete karşı kazandığı hakların %90’ı ortadan kalkacaktı. 12 Eylül’den daha beter bir engizisyon zulmü başlayacaktı. Allah bu memleketi korudu.

İşgal teşebbüsünün bertaraf edilmesi Batı’ya ve Batılıların içimizdeki uzantılarına nasıl mesaj içeriyordu?

Yahudilerin elindeki Amerika ve Batı basını II. Abdülhamid’e ve Osmanlı’ya nasıl düşmanlık yapıyor idiyse, bu darbede de benzer şeyi görebiliyoruz. Bu darbe Siyonist-Haçlı İttifakı’nın bir ürünüdür. Bizimle olan yüz yıllık kavgalarının bir devamıdır. Her şey net. Kim başbakan olacak, kim meclis başkanı olacak, kim genelkurmay vesaire bunların hepsinin şeması Batı yardımı ile planlanmış, çizilmiş; itiraflarla bir bir ortaya çıkıyor bunlar. Darbenin başarısız olmasının sebebi, başta da dediğimiz gibi Türkiye’nin bütünleşmiş olması, meclis ile halkın birleşmiş olmasındandır. Erdoğan’ın dik duruşu ve Hulusi Akar’ın darbecilerin başına geçmeyi reddetmesi çok önemli amillerdendir.

Burada rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun 28 Şubat döneminde söylediği şu sözdeki ruhun ortaya çıktığını söyleyelim: “Namlusunu millete çevirmiş tanka selam durmam!”
Batı’da, bu Siyonist-Haçlılara karşı Müslümanların savaşı olarak algılanıyor. Bu işgal girişiminin başarısız olmasına açıkça üzülüyorlar. Amerikalı komutanların yaptığı açıklamalar bunu gösteriyor. Zaten darbecibaşı Gülen’in Amerika’da olması bile başlı başına bir göstergedir, itiraftır. Mesela Alman basınında bir gazete diyor ki “Diktatör Erdoğan ve çaresiz Batı.” Bu bile Batılıların ruh hâlini anlatmaya yetiyor.

FETÖ’cüler son 30-40 yıl içerisinde Türkiye’de yaptığı operasyonlar bir bir ortaya çıkıyor. Bunlar arasında birçok fail-i meçhul cinayet de var. Biraz önce şehid Muhsin Yazıcıoğlu’ndan bahsettiniz. Yazıcıoğlu ile alakalı bir kitap da kaleme aldınız. Muhsin Yazıcıoğlu suikastında FETÖ’nün payı nedir ve Yazıcıoğlu neden hedef alınmıştır?

Evvela rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu önemli bir liderdi. Kendisine Allah’tan gani gani rahmet diliyorum. Yazıcıoğlu Türkiye’nin yetiştirdiği büyük liderlerden birisiydi, kolay yetişen bir insan değildi, dolayısıyla düşmanı da çok olan bir liderdi. Tabiî bu düşmanlar arasında dış ve iç unsurlar vardı. 12 Eylül’de kimin Muhsin Yazıcıoğlu’na düşman olduğunu biliyoruz. 28 Şubat darbesine karşı oluşunu belirttiği sözünü biraz önce telaffuz ettik. Yazıcıoğlu, imanlı, cesur, kararlı, memleket ve halkı için her şeyi göze alan, fakat kendisi için hiçbir şey istemeyen bir liderdi. Dolayısıyla helikopterinin Kahramanmaraş’ta düşürülmesi tesadüfî bir şey değildir. Halk, Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğüne değil, düşürüldüğüne inanmaktadır. Kitabımda da bunun üzerinde durdum. Büyük Birlik Partisi lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava arkadaşlarının şahitliklerinden ve kanaatlerinden bahsettim. Onlar da Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin normal bir şekilde düşmediği, çok sayıda ihmal ve anormallikler olduğunu düşünüyorlar. Büyük çoğunluğu düşürüldüğüne inanıyor.

Yazıcıoğlu’nun 25 Mart 2009 yılında Yozgat’a gitmek için bindiği helikopter, Keşdağı’nda düşüyor ve arkadaşlarıyla beraber şehid oluyor. Kitapta rahmetli Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düşmesiyle alakalı meclis raporu ve bu suikastin niçin yapıldığı da var. İHA muhabiri merhum İsmail Güneş tarafından çekilen son görüşme fotoğrafları da var. 15 Temmuz’da darbeye teşebbüs edenler arasında Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri düştükten sonra kaza araştırma ekibinde olanlar da var.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun avukatı Selami Ekici, “bu iki kişi aynı zamanda helikopterin düşme sebebini ortaya çıkaracak cihazları sökmüşler” diyor.

Evet.

Yine Ekici’nin söylediğine göre darbecilerden birisi, “Yazıcıoğlu’nun kazasını araştıran ekipteydim, FETÖ’cüler bana gözdağı verdiler. FETÖ beni kendine çekmek için helikopterden sökülen cihazlar üzerinden bana baskı yaparak beni kullandı” demiş. Yazıcıoğlu şehid olduktan sonra Fetullah Gülen’in bir konuşması var, “aldansanız bile kimseyi aldatmayın, çünkü aldatmak günahtır. Aldanırsanız böyle kurban gidersiniz, bir Perşembe akşamı vefat edersiniz, bir Cuma günü cenazenize ulaşırlar” diyor. Aslında parçaları birleştirince her şey ortaya çıkıyor.

Aynı zamanda Abdullah Gül “bu helikopterin kara kutusunu ve diğer cihazları keçiler mi söktü” demişti. Cep telefonlarına kadar her şeyi götürüyorlar, bunların hesabının sorulması lazım. TBMM de raporu madde madde saymış. Hasan Özdemir, Kürşat Atılgan gibi iki tane milletvekilinin kaydı raporda geçiyor. Yine şu anki Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak da rapor hazırlama komisyonu başkanıydı. Veysi beyin de bu raporda emeği var. Yalnız raporda çok ihmal var.

Türkiye’ye içeride FETÖ gibi yapılar tarafından birçok operasyon yapılırken dış politikada da bir takım ithamlarla karşı karşıya bırakılıyor. MeselaErmeni meselesi her sene temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze koyuluyor. Bir sene Fransa meclisi “soykırım” diye onaylıyor, bir sene Amerika, bir sene Almanya… Sizin de Ermeni meselesiyle alakalı bir kitabınız var. 1915’te ne oldu ki sürekli bu hâdiseleri karşımıza çıkartıyorlar?

I. Dünya Harbi yıllarında hatta daha evvelinde Ermenilerin II. Abdülhamid’e bombalı saldırısı, 15 Temmuz’a benzer bir darbe teşebbüsüdür. Ermenilerin Yıldız Camii’nin yakınlarında II. Abdülhamid için koyduğu bomba 26 kişinin şehid olmasına 50’den fazla kişinin de yaralanmasına sebep olmuştur. Bombayı koyan Edward Joris yakalanmıştır, kendisinin Macar kökenli bir Yahudi olduğu söyleniyor. Yahut da Ermenilikten Yahudiliği seçtiği söyleniyor. Netice olarak gayr-i Müslim kiralık bir teröristtir kendisi.

Cennetmekân II. Abdülhamid’in İslâm birliği politikası vardı; bütün İslâm Âlemi’nin halifesiydi ve devlet başkanıydı. Sözü dinlenen bir liderdi, Osmanlı beş süper güçten biriydi. Avrupa’da Hz. Peygamber’e ve Fatih Sultan Mehmet’e, bir gâvur tarafından yazılarak hakaretlerde bulunulmuştu. II. Abdülhamid peygambere saygısından dolayı bu iftira dolu piyesi yasaklatmıştır. Ve bunu sadece bir ülkede değil; Paris’te, Londra’da ve Hıristiyanlığın başkenti Roma’da yasaklatmıştır. II. Abdülhamid böyle bir insan. Ermeniler II. Abdülhamid döneminde yavaş yavaş kıpırdanmaya başlayarak, “Doğu-Güneydoğu bölgelerinde bizi vali yapacaksınız” diyorlar. Abdülhamid ise, “sizin Doğu ve Güneydoğu’daki nüfus oranınız nedir, sizi oraya vali yapmam için bir gerekçe olması lazım. Nüfusunuz için araştırma yapalım” diyor. Nüfusları yüzde onu geçmiyor. Yine Abdülhamid, “sizin yüzde sekiz nüfusunuz var. Yüzde doksan da Kürt-Türk Müslüman var. Bu durumda sizi nasıl vali yapayım, hakkınıza razı olun” diyor.

Daha sonra Kahramanmaraş, Erzincan, Kars ve Erzurum’da isyanlar başlıyor. I. Dünya Harbi’ne gidiliyor. Özellikle 1914’ten 1920’ye kadar Ermeniler dış güçlerin taşeronu oluyor. Ermeniler, Türk ordusunu ve Türk halkını arkadan katletme görevini üzerlerine alıyorlar. Ruslar Kars’ı işgal edip, Erzurum’a doğru yürüdükleri zaman Rus ordusunun içinde Ermeniler fiili olarak silahla savaşıyor. Ermenilere komutanlık dahi veriyorlar. Rusya, Ermenistan’a bir vaatte bulunuyor; “biz Türkiye’yi işgalde başarılı olduğumuz zaman size Büyük Ermenistan’ı kuracağız. Altı ila dokuz arasında vilayeti size bağlayacağız” diyorlar.

Sizin, “Ermenistan Kafkasya’nın İsrail’i” diye bir ifadeniz var. Bunu biraz açabilir misiniz?

Ermenistan’ı bilirsiniz, sürekli Azerbaycan ile çatışma içinde ve Karabağ’ı işgal etmiştir. Burası Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisine tekabül ediyor. Az bir oran değil. Ermenistan’ın Azerbaycan’da yaptığı Karabağ işgalini ne Avrupa konseyi kabul etmiştir, ne Amerika, ne de Türkiye. Bu birçok anlaşmaya aykırıdır. Bunlara mukabil işgal hâlâ sürüyor… Azerbaycan-Ermenistan arasındaki çatışmanın birinci sebebi Karabağ’ın Ermeniler tarafından işgalidir. İkinci ve üçüncü sebepleri ise, Türkiye’ye olan kinleri ve Türkiye’yi işgal plânlarıdır.
Azerbaycan’da maliye bakanlığı yapmış, başbakan yardımcılığı yapmış, Azerbaycan’ın 1918-1920 arası bağımsızlığa kavuşturulmasında yeraltı ve yerüstü faaliyetlerini yürütmüş büyük kahraman Abdül Ali Emircan, hukukçu ve çok zeki bir adamdır, Ermenilerin işgal planlarını ve hilelerinin hepsini biliyor. Rusların, İngilizlerin ve Fransızların, Ermenilere ne tür destekler verdiğini biliyor. Kendisi de hukuk mezunu olduğu için hem hukukî mücadeleyi yapıyor hem de silahlı mücadele. Vatanını korumak için karşılık veriyor. Ermenilerin arkasında birçok güç olduğu için, Abdül Ali Emircan Türkiye’ye gelip Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’dan yardım istiyor. Enver Paşa da kardeşi Nuri Paşa’yı askerlerle Azerbaycan’a gönderip Rus ve Ermeni işgalinden kurtarıyor, sene 1918-1920.  Daha sonra da bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti kuruluyor. Abdül Ali Emircan da Azerbaycan devletinde maliye bakanı oluyor. Bu gibi çok önemli hadiseler var. Kiliselerin içinde nasıl silahlar olduğu, papazların Hınçak ve Taşnak adlı Ermeni terör örgütünün ile yazışmalarının olduğuna dair birçok belge mevcut. Bu belgelerin hepsini Abdül Ali Emircan ortaya çıkarıyor.

Sorunuza tekrar dönecek olursak, Ermenistan Azerbaycan’a düşman olduğu gibi Türkiye’ye de düşmandır. Ermenistan Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı zamanında Türkiye’nin elini sıkmamıştır, Davutoğlu’nda da öyle. Daha evveline giderseniz de aynen öyledir. Ermenistan Türkiye’nin elini sıkmış bile olsa, sıkar gibi görünüp yeniden ihanete başvurmuştur. Hiçbir zaman bizimle dost olmamıştır. Ermenistan’ın söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmuyor. Dolayısıyla, en başta Karabağ işgalinin kaldırılması lazım. Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye ile bir münasebet kurmak istiyorsa evvela işgalden vazgeçecek. Ermenistan 400’den fazla insanı Karabağ’da şehid etmiş, bin 500 kişiyi yaralamıştır. Bu kan hâlâ kurumadı. Ermenistan bunun hesabını vermedi. Acilen bu işgalden vazgeçilmeli. Türkiye bu işgalin peşinde, mücadele veriyor; ama Türkiye’nin de başı sürekli dolu bir vaziyette. 15 Temmuz, ekonomik baskılar, algı operasyonlarını biliyoruz. Türkiye’nin, Filistin’e, Mısır’a, Azerbaycan’a, Tunus’a, Afrika’ya ve tüm mazlumlara el uzatmaması için her şey yapılıyor. Kim tarafından? Tabiî ki Batı ve Amerika tarafından… Bunların bir kısmı dost kılığında bir kısmı da düşman olarak faaliyet yapıyor. Tarih alanında ne kadar kitap okur, ne kadar eser yazar, Osmanlıca-Arapça vb. dillerdeki kitapları ne kadar tercüme edersek, dostumuzu düşmanımızı daha iyi tanırız.

Ermeniler Doğu ve Güney Doğu’da resmî kayıtlara göre bir milyon 200 bin Müslüman’ı şehid etmişler. Gayr-ı resmi rakamlara göre bir buçuk milyonun üzerinde şehid var. Müslümanlar, kendileriyle savaşmayanları, kadınları ve çocukları asla öldürmezler ve öldürmemişlerdir. Bu Hz. Peygamber (s.a.v)’ın sünnetine, Kur’an’a ve Müslüman devletlerin geleneklerine aykırıdır. Müslümanlar sadece kendileriyle savaşanlarla savaşmıştır. Bu I. Dünya Harbi’nde böyledir, Çaldıran’da da böyledir, Malazgirt’te de böyledir. Dolayısıyla Kars’ta ve İstanbul’un işgalinde de bu böyledir. Çanakkale’de de böyle! Bu milletin Çanakkale şuurunu, İslâm şuurunu yok etmek isteyenler Haçlı-Siyonistler’in ta kendisidir.

Önümüzdeki süreçte Ermeni meselesi üzerinden Türkiye aleyhine başka hamleler yapılabilir mi?

Hamle yapabilirler, ama muvaffak olamazlar. Avrupa konseyinde ve Birleşmiş Milletler’de Ermenistan’ın işgalci ve Müslümanların haklı olduğu kabul edilmiştir. Daha sonra da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne açılan davalarda Türk ordusunun kasıtlı olarak Ermenileri katliama tâbi tutmadığı, Ermenilerin savaş, kıtlık, yol şartları gibi sebeplerden öldüğü biliniyor. Ve Tehcir olayını da yanlış anlatıyorlar. Osmanlı Devleti 1915 yılında Türk ordusunu ve milletini arkadan hançerleyen Ermenileri, Irak-Lübnan-Suriye gibi güvenli bölgelere göç ettirmek diye bir karar alıyor. Tehcir sırasında hayatını kaybedenler mutlaka olmuştur. Bu Osmanlı’nın öldürdüğü anlamına gelmiyor. Tam tarih 17 Mayıs 1915. Bu Tehcir’de ihmali olanlar da idam ve çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Dolayısıyla Osmanlı kimseye durup dururken zulüm yapmamıştır.

Ermeniler Osmanlı’da “millet-i sadıka” diye anılırdı. Bu duruma nasıl gelindi?

Osmanlı tarihi arşivindeki belgeler, kiliseler, evler ve mektepler Ermenilerin silah deposu diyor. Arşivde öldürülen kadınlar, Karabağ katliamı ve Kars’ta öldürülen insanların fotoğrafları var. Abdülhamid’in arabasına bomba koyan teröristin fotoğrafı da mevcut. Ermenilere karşı en büyük mücadeleyi veren Kazım Karabekir ve Talat Paşa. (Mehmet Emin Gerger Osmanlı arşivinden fotoğraflar gösteriyor). Bu da Berlin’de Talat Paşa’yı öldüren suikastçı Tehliryan. Yine Deniz Kuvvetleri Komutanı Cemal Paşa Ermeniler tarafından katledilmiş. Suikast kadrosundaki Ermeniler ve bombacılar… Bu ASALA’nın bizim büyükelçilerimizi, o dönemin basınını ve Müslümanları öldürürkenki fotoğrafı.

Ermeniler ile Türkler arasındaki bağın koparılmasındaki en fazla pay sanıyoruz ki İngilizlerin.

Evet. Biraz önce de bahsettiğim gibi, önce Ruslar daha sonra Fransızlar ve İngilizler maşa gibi Ermenileri kullanmışlardır. Hala da kullanıyorlar.

Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Türk milleti ve Türk gençliği, Müslüman gençlik dostunu düşmanını daha iyi tanımalı. Bu konuda üniversite ve lisedeki öğretmenlerimizin nesillerimize daha iyi bir şekilde tarih şuuru vermeleri lazım. Tarih şuurunu meydana getirici eserler okutulması lazım. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden çok kıymetli eserler çıkıyor mesela. Bu eserlerden gençliğimizi faydalandırmaları lazım. Gençlik eğer Çanakkale ruhu, İslâm şuuruyla yetişirse Haçlı-Siyonistler İslâm Âlemi’ne diş geçiremezler. Bir milleti millet yapan gelecek nesilleridir. Eğer biz gelecek nesillerimizi İslâm ahlâkıyla yetiştirip koruyabilirsek, nasıl ki biz bin yıldır Müslümanız, onlar da kıyamete kadar Türkiye’nin Müslüman olarak payidar olmasını sağlar. Gençlerimizin içinden çok daha iyi idareciler çıkacaktır. Buna inanıyorum. İnşallah bizden sonraki gelenler bizden daha iyi şeyler yaparlar. Bu duygu ve düşüncelerle de Baran Dergisi okuyucularına, dergi ekibine, yöneticilerine, saygı ve selamlarımı sunuyorum.

Aleyküm selâm… Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. Sağ olun…

Siz de sağolun.


Baran Dergisi 505. Sayı