Birçoğumuza daha dün gibi geliyorsa da, bu hafta 15 Temmuz’un birinci sene-i devriyesini idrak edeceğiz. Bu vesileyle, 15 Temmuz gecesinin çeşitli kesimler açısından ne gibi anlamlar ihtiva ettiğine bakarak ve tarafları bu hadise merkezinde bir kez daha tanıyarak başlayalım; ardından da aradan geçen bir yıllık zaman zarfının karşılıklı olarak nasıl değerlendirildiğini ele alalım. O gün de dediğimiz gibi; 15 Temmuz bir son değil, ulvî ihtilâl sürecinin ehemmiyetli basamaklarından yalnız biridir ve arkası gelecektir.

***

15 Temmuz, çeşitli kesimler için farklı farklı mânâlar ihtiva eden bir gece oldu...

Meselâ, en başta Müslüman Anadolu İnsanı için senelerdir ıstırabını duyduğu küfür tahakkümü karşısındaki çaresizliğin kırılmasının ve kaybetti zannedilen şahsiyetinin yeniden şahlanışının vesilesi oldu.

15 Temmuz, senelerdir siyasî iktidardan nemalanan asalakların, dünyalık endişesi ve korku içinde, aslında Fetullahçı olduklarını nasıl ispatlayacaklarını düşünüp durdukları bir geceydi...

*

15 Temmuz, siyasî iktidara olan kini ve nefreti dolayısıyla memleketinin bölünmesine, parçalanmasına ve hattâ işgâl edilmesine dahi razı olanların umutlandığı bir geceydi...

*

15 Temmuz, Bazı muhalefet partilerinin, darbe muvaffak olursa, kurulacak yeni kuyrukçu düzende kendilerine tevdi edilecek emirleri bekledikleri bir geceydi...

Burada bir parantez açalım. Kemal Kılıçdaroğlu bugün “adalet” diye yürüyor, biliyorsunuz. Aynı “adam” 15 Temmuz gecesi “adalet” falan istemiyor, televizyon karşısında kurulduğu berjer koltuğun emniyetinde, eğer ki darbe girişimi muvaffak olursa, kendi hissesine düşecek kemiği nasıl kemireceğinin hayalini kuruyordu. Hadi bu adamı da bir kenara bırakalım. Bugün sokakta hür bir şekilde yürüyorsak, bunu 15 Temmuz gecesinin şehit ve gazilerine borçlu olduğumuzu bilmiyor muyuz? Kemal Efendi hadi bilmiyor, peki arkasından yürüyenler de mi bilmiyor? “Adalet” istiyormuş... Evet, biz de ADALET istiyoruz; ve sizin gibi müstemleke artıklarından, İslâm ve dolayısıyla millet düşmanlarından, oligarşik düzeni sürdürmek adına gardiyanlık edenlerden bir asırlık ihanetin hesabını hakkıyla soracak ve bu suretle memleketimizin önü açacak “Mutlak Adalet”i istiyoruz. Peki siz, siz kimin adaletini istiyorsunuz?

*

15 Temmuz, PKK, IŞİD ve Şiî milisler gibi Batı güdümündeki leş kargalarının, ayakta kalan son kale Anadolu’nun hemen eteklerinde, güneydoğu sınırında, ağızlarından salyalar akıtarak beklediği bir geceydi.

*

Biraz da dışımıza bakalım...

15 Temmuz, Avrupalıların, son bir kaç asırdır kendilerine ait olan tüm ruhî keyfiyetleriyle beraber kaybetmiş oldukları haçlı ruhunu, belki de son kez hatırladıkları, yeniden ümitlendikleri ve alışılageldiği üzere bir kez daha onlar için hüsranla neticelenen geceydi...

*

Amerikalılardan biraz uzun bahsedelim; ne de olsa 15 Temmuz gecesinin doğrudan tarafıdır kendileri... FETÖ, 1970’li yıllarda Sovyet tehdidine karşı Amerika tarafından desteklenen “Yeşil Kuşak” projesinin Türkiye’deki ayağıdır. S.S.C.B.’nin yıkılma sürecinde, 1980’lerin ortalarından itibaren bu örgüt, Anadolu’dan başlayarak bütün Müslümanların itikadını bozmak ve bu suretle Müslüman milletleri global çete düzenine entegre etmek üzere, yeniden teşkilâtlandırılmıştır. 15 Temmuz, Anadolu topraklarına ekilen zehirli bitkinin hasad gecesiydi Amerika açısından. “Son Kale Anadolu”, “Merkez Anadolu” iddiamızın ne kadar yerinde olduğu da böylelikle bir kez daha görülmüş oldu. “Manevî” bereketi dillere destan bu topraklar; kullanılan onca hormona, gübreye, kimyevî ilaca, harcanan paraya, zamana, desteğe ve modern ekipmana rağmen üzerinden hain devşirilmesine ve hıyanetin hâkimiyetine izin vermedi. Anadolu’nun çorak topraklarında yetişen Müslüman Anadolu İnsanı, dünyanın unuttuğu; insanlık onuru, haysiyet, cesaret, vakar, azamet, gayret ve heybeti bir gecede yeşertip tankların, uçakların, eli silahlı askerlerin ve tüm bunların arkasındaki global çetenin karşısına dikmesini bildi. Böylelikle 15 Temmuz gecesi, Amerika’nın dış politika tarihine yeni bir mağlubiyet olarak geçti.

Not: Milletlerarası münasebetler derslerinde, Amerikalıların öve öve bitiremedikleri esnek politikası, her seferinde başarısız oluşları ve ardından da yüzsüzce, hiçbir şey olmamış gibi münasebetlerini sürdürme çabasından başka bir şey değildir. Kötüden emsâl olmayacağı gibi, bu ahlâksızlık nev’inden de bir doktrin çıkmaz.

*

Şimdi gelelim tüm bu kuklaları büyük bir maharetle oynatan, kendisiyse perde arkasından dışarı o çirkin burnunu dahi uzatmayan elin sahibine; yani Yahudi’ye. Arab Baharı ile başlayan süreç, kendilerine vaadedildiğine inandıkları coğrafyada, Müslümanların itikadî yahut olmazsa fiilî olarak tasfiyesini hedefleyen bir plandır. 15 Temmuz gecesi cereyan eden hadiseler de, aslına bakarsanız bu planın Anadolu’yu hedef alan merhalesidir. Her ne kadar askerî bir darbeden, yani ordu içindeki bir kesimin Türkiye’de iktidara el koyma girişiminden bahsediliyorsa da, darbeler tarihini bilen herkes hemen üzerinde ittifak edecektir ki; 15 Temmuz gecesi yaşanan bir askerî darbe değil; iç savaş çıkarma, işgâle zemin hazırlama ve böylelikle Müslümanları teslim alma girişimdir. Elhamdülillah muvaffak olamadılar; fakat başarısız olmaları, vazgeçtikleri anlamına da gelmiyor elbet.

Öyleyse aradan geçen bir yıllık zaman zarfında karşılıklı olarak yapılan hamleleri de şöyle kısaca bir muhasebe edelim.

Bir Senenin Kısa Muhasebesi

Evvelâ global planda başlayalım ki, 15 Temmuz ve aradan geçen bir yıllık zaman zarfında yaşananlar, evvelâ bütün içindeki yerine otursun.

Dünya çapında sermaye odaklarının, yeni kıtadan eski kıtaya, eski kıtanın da doğusuna doğru kaymaya başladığı bir dönemden geçiyoruz. Bu sebeble bir yandan Müslümanları hâl ederek yeni düzenin bekasını teminat altında almaya ve diğer taraftan da bu değişimi kontrollü bir şekilde gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bilhassa Batılı devletlerin, millî birlik ve beraberlikleri ile dış münasebetlerinin tamamının merkezinde sermaye olduğunu hesaba katacak olursak, bu değişimin sancısız bir şekilde gerçekleştirilmesi mümkün değil. Senelerce refah seviyesini maddî bolluk ile bu bolluğa dayanan nefsanî hazza irca eden ve bu düzeni tesis edebilmek için de tüm manevî değerleri hayatın dışında bırakan Batı için bundan sonrası tufan olacaktır. Anadolu’nun düşürülmesi, ilerleyen günlerde Batı’da çıkacak kargaşa ve kaosun tek bir el tarafından kontrol edilmesi, kontrolden çıkmaması açısından ehemmiyetli. Bir diğer taraftan Anadolu’nun merkezi olduğu İslâm, son bir küsur asırdır yapılan tüm çalışmalara rağmen bir türlü sisteme entegre edilemiyor; hesablarını, Müslümanların itikadının iğdiş edilmesi ve böylelikle gönüllü bir şekilde sisteme entegre edilmesi üzerine kurguladılar ve başarısız oldular. Bu şekilde muvaffak olamadıklarına göre, bundan sonra onlar için Müslümanları topyekûn ortadan kaldırmaktan başka alternatif de kalmadı. Dolayısıyla bundan sonrasında bizi hedef alacak olan saldırıların dozunun yükselerek artacağını beklemek ve buna göre devletten adalete, ordudan ekonomiye, cemiyetten aileye kadar, tüm müesseselerimizle beraber bütün bir fikir ekseninde, Müslüman halk nezdinde “meşru” bir fikir çevresinde, bizi biz ve bir yapan bir ideolocya etrafında yeniden teşkilatlanmamız icab etmektedir.

Buraya kadar olan kısmı, işin global çaptaki manzarası. Peki biz içeride ne yapıyoruz, onlar ne yapıyorlar, bir de buna bakalım.

***

15 Temmuz sonrasında Türkiye’de atılan en isabetli adım, yönetim şeklinin değişmesine vesile olan referandum kararıydı. Birinci Meşrutiyetin ilânından beri, yabancılar, memleketimizi yönetilemez kılmak yahut daha kolay bir şekilde kontrol altında tutmak adına, yürütmeyi tek elden alıp, kontrollerinde olan bir oligarşik zümreye vermek adına ellerinden geleni artlarına koymadılar. Bu uğurda Ulu Hakan Abdülhamid Han’ı tahttan indirerek başladıkları süreci, nihayet Devlet-i Aliyye’yi yıkarak noktalamışlardı. Bugün her ne kadar monarşi yoksa da, 16 Nisan referandumu neticesinde geçilen Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile yürütmenin tek elde toplanması, mazisi 1876’yı bulan bir boyunduruğun kırılıp atılmasına vesile olmuştur. İçerideki yerleşik oligarşik yapı ile unsurlarının ve dışarıda bu oligarşinin tasmasını elinde tutanların koparmış olduğu vaveyla bu sebeble anlaşılır bir şeydir. Zaten 15 Temmuz’da milletimizin karşısına dikilmeye cüret edişlerinin arkasındaki saiklerden biri de, böylesi bir düzen değişiminin ve arkasından gelmesi mukadder olanın önünü peşinen almaktır.

*

15 Temmuz gecesi kalkışmanın daha ilk saatlerinden başlayarak, FETÖ’den arındırılmış kesimiyle yargı, operasyon üzerine operasyon yapıyor. Bu hafta bir senelik bir müddet geçmiş olmasına rağmen hâlen operasyonlar sürüyor.

FETÖ gibi örgütlerin devşirme usulüyle, aslına bakacak olursanız bizim öz evlâtlarımızı kullanıyor olması hasebiyle, haini ayıklamak, ak sütün içindeki ak kılı ayıklamaya benzer bir müşkül doğuruyor. Dolayısıyla yargının yaptığı kimi hatalar, süratli bir şekilde telâfi edilmesi kaydıyla anlaşılabilir. Bununla beraber elbette ki anlaşılması mümkün olmayan şeyler de var. Meselâ FETÖ’nün siyasî kanadına yönelik olarak yargının gösterdiği sabrı milletimiz anlamakta güçlük çekiyor. Sokaktan çevireceğimiz birinin bile, siyaset sahnesinde yer alan en az on tane FETÖ’cü sayabileceğini hesaba katacak olursak, hakikaten de anlamak güç. Bununla beraber geçtiğimiz günlerde İ.B.B. Başkanı Kadir Topbaş ve milletin her kesiminin nefretini toplamayı başarabilmiş nadir siyasetçilerden Bülent Arınç’ın damatlarının önce tutuklanıp sonra salıverilmesi de, milletimizin vicdanını kanatan yargı kararlarından. Topbaş’ın damadı yeniden tutuklandı, hamamın namusu kurtarıldı; fakat burada çıkartılan gürültü esnasında Arınç’ın damadını milletin unuttuğu zannedilmesin.

*

Gezi Olaylarından başlayarak, oligarşik düzenin aslî unsurlarından olan TÜSİAD gibi dernekler ile çeşitli odalar ve Baronun Anadolu’yu hedef alan saldırılardaki rolleri bu kadar aşikârken, bu konuda herhangi bir adım atılmamış olması hayrete şayandır. Türkiye’de mademki yönetim şekli değişmiştir, öyleyse bürokratik oligarşiye dayanaklık eden bu müesseselerin kapatılarak, yeniden düzenlemeye gidilmesi şarttır.

*

Amerika ve çeşitli Avrupa ülkelerinin 15 Temmuz gecesindeki dahli ve akabinde darbecilere yönelik hamiliği son derece açıktır. Buna mukabil Türkiye, hâlen bu konuda müşahhas bir adım atabilmiş değil. Devlet olmak, kendi vatandaşına yahut devletine kast eden her kim olursa ve her nerede ikâmet ediyor olursa olsun, işlediği cürmün hesabını sormayı gerektirir. Bizim devlet geleneğimizde bunun yeri açıktır. Dolayısıyla bu konuda devletin gerekiyorsa yeni birimler kurması ve şehitlerimiz ile gazilerimizin hesabını burunlarından fitil fitil getirmesi şarttır. İhanet müeyyidesiz kalacak olursa, benzer bir tertibe kalkışmaktan yana hainlerin çekincesi olmayacaktır.

*

Yine iktidar planından meseleye yanaşacak olursak... FETÖ’nün kötülüğünün temel kaynağı, taşıdığı “Ilıman İslâm” zihniyetini Müslümanlara zerk ederek itikadımızı bozmak çabasında oluşuydu. Hainliği bile bundan sonra gelir. Ak Parti’yse, FETÖ’cü olmasa bile aynı zihniyeti taşıyanlar tarafından idare edilen parti hüviyetinden bir türlü kurtarılamıyor. FETÖ ne kadar büyük bir sıkıntıya sebeb olmuşsa, bu kadrolar da ilerleyen zamanlarda benzer müşküllere gebe. Dolayısıyla Ak Parti’nin evvelâ zihniyetini, akabinde vizyonunu ve bu vizyona göre de kadrolarını yenilemesi zarurettir. Ak Parti, hiçbir şey için olmasa bile, sırf 2019 seçimlerine kadar ayakta kalmak istiyorsa bu değişimi gerçekleştirmek zorunda.

Hâlâ yol, köprü, havaalanı söyleminde ısrar edenler bilsinler ki, düşman bu söylemle dalga geçiyor. Şu kerteden sonra bizim için ideal ancak hududsuz ulvî ufuklar olur ki, gerisi palavra...

Türkiye Cumhuriyeti’nin reaksiyoner politikayı yavaş yavaş terk edip, belirlenen ve Müslüman milletimizle mutabık bir istikâmete doğru aksiyoner bir hüviyete bürünmesi şart.

***

Karşı tarafın bu bir senede attığı adımlara kısaca bakacak olursak.

PYD ile ABD ittifakı malûm. Anadolu’yu fiilî olarak İslâm Âleminden tecrit etme planı son sürat devam ediyor. Bununla beraber İslâmî mücadelenin remzi hâline gelmiş ve Anadolu’nun İslâm Âlemi nazarındaki itibarının da kaynaklarından olan Gazze’de iktidarı ele geçirmeye çalışıyor. Bir diğer taraftan Türkiye’yi ekonomik olarak darboğaza sokmak için de Katar’ı hedef alıyorlar. Son bir kaç senedir bilhassa askerî planda Türkiye’ye yönelik uygulanan ambargo da sürüyor.

***

Bir Alman ajanının Gezi Parkı’na bakan bir otele kurduğu teçhizat ile dağıttığı ayaklanma bildirisi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “adalet” başlıklı yürüyüşü, Suriye’li mültecileri hedef alan provokasyonların gün geçtikçe büyümesi, Büyükada’da gerçekleşen ve 15 Temmuz gecesini hatırlatan toplantı, içten içe bir şeylerin bu günlerde yeniden kaynamakta olduğunun alâmeti...

***

*

Çok hesab, kitab yapıyorlar. Kurdukları denklemler muhtemelen sayfalara sığmıyor... Buna mukabil “Mutlak Faal” Allah’a dayanmayan hiçbir hesabın tutmayacağını anlayamıyorlar. Şeytanın iğvasına kapılıp zaman zaman kazandıklarını zannetseler bile, hiçbir zaman mutlak mânâda muvaffak olamayacaklar. Müslüman Anadolu İnsanı, Kemalizmin “Ilımlı İslâm” dahil her çeşidine yumruk üstüne yumruk indirmeye devam edecek ve bu topraklar yeni bir İslâmî dirilişin, şahlanışın merkezi olacak. Yazımız içinde de dediğimiz üzere, bundan sonra, biz, “dönüştürülemeyen” sınıfına geçmiş bulunuyoruz; ve muhtemeldir ki, bizimle alâkalı hesabların yapıldığı defter kapağında, artık “yok edilmesi gereken” başlığı yazıyordur. Vazgeçmeyecekler ve bilin ki bundan sonrası çok daha çetin olacak. Eşyanın tabiatı gereği, böylesi çetin dönemlerin aynı zamanda sahte ile hakiki olanı da ayrıştıran bir keyfiyete haiz olacağı muhakkak. Muhtemeldir ki azalarak çoğalacak ve güçleneceğiz. Nihayetinde de Allah’ın izniyle biz kazanacağız.

*

Son sözümüz de, tüm bu işlerin arkasında kâh avuçlarını oğuşturan, kah kan ter içinde tir tir titreyen Yahudiye olsun: Biz, Allah’ın yeryüzüne halife kıldığı, cismen ve ruhen insan olan Müslümanlar, Davut Yıldızı’nın hakiki mirasçıları; size, toprağın altından başka üstünde hiçbir şey vadetmiyoruz. Bunu da böyle bilin.

Her daim teyakkuzdayız, hazır ve nazır... Hesab insanlık çapında kabarık, sakın geç kalmayın, tez bekleriz.

Baran Dergisi 548. Sayı