17 Aralık 2016 Cumartesi günü Türkiye’nin Kayseri ilinde askerlere yönelik olarak gerçekleştirilen ve 14 askerin hayatını kaybettiği PKK saldırısı çok üzücü oldu. Ne var ki, hükümetin hatası hep bunlar. Zira bu savaş uzun zaman önce sona erdirilebilirdi ama devam ettiler.

PKK bir gerilla örgütüdür ve eylemler düzenler, burası aşikâr. Fakat hükümetin barış yaparak bu eylemleri durdurma şansı vardı, ancak bu şansı kullanmadılar.

Diğer taraftan, Kürt milliyetçileri ve devrimcilerinin içerisine de CIA ajanları sızmıştır. Oradaki insanların yüzde 99’u CIA ajanı değil elbette ama içlerinde bir sızma ve yönlendirme var. Unutmayınız ki, Kürt “Marksist” milliyetçilerine her türlü silâhı sağlayan da ABD’dir bugün. Bu da çok kuşku uyandırıcı doğrusu…

Türkiye NATO’dan ayrılmalıdır hemen ve yabancı askerî üsler olmamalıdır artık Türkiye’de. Ülkeye de barış getirmelidirler yine. Türkiye tarihinin en iyi devlet başkanı olarak Erdoğan’a da bir 25 yıl daha sahib olabilirsiniz bu şekilde. Fakat şimdiki gibi olursa, gidilecek hiçbir yer yoktur. Öldürülecektir Erdoğan ve bu da çok üzüntü vericidir.

 Diğer bir meseleye geçmeden önce, bulunduğum cezaevine Perşembe günü ulaşan mesajı dolayısıyla BARAN’a bilvesile çok teşekkür ediyorum.

Yine bu arada, Cuma günü Türkiye’den ziyaretime gelen şair Ümit Yaşar Işıkhan’a yazdığım mektub, benim hakkımda bir kitab yazmakta olan ve bu aralar hemen her hafta ziyaretime gelen bir gazeteciye verilmiş yanlışlıkla. Şu hâlde Işıkhan’a da yanlış mektub verilmiştir. Bilgisi olsun.

2017 Mart ayında yargılanacağım davaya gelince, bu çok acayib bir mesele öncelikle. En baştan başlayayım en iyisi…

1974’de Saint-Germaine Eczanesi’ne yönelik olarak el bombalı bir saldırı gerçekleştirildi. Birkaç insan öldü, başka insanlar da yaralandı bu saldırıda. Bundan birkaç gün önce de Lahey’deki Fransa Büyükelçiliği’nde bir başka eylem başlamıştı. Üç Japon komando, Fransa’daki La Sante Cezaevi’nde mahpus bulunan Japon arkadaşlarının serbest bırakılmasını taleb ediyorlardı. Söz konusu Japon mahpus, Beyrut’tan Fransa Orly Havaalanı’na geldiğinde, sahte pasaport ve evraklarla yakalanmıştı.

Bundan dokuz yıl sonra, 1983’de ise, hâkim, hâdise hakkında herhangi bir bilgi ve delil olmadığı için; aynı çerçevede, Saint-Germaine Eczanesi hâdisesinin bizimle ve Lahey’deki eylemle bir alâkasını da görmediği için, davayı kapatmıştı. Zira saldırıyı kimin yaptığına dair herhangi bir malûmat yoktu, benimle ise hiçbir alâkası yoktu, kaldı ki bombayı atan kişi şahidler tarafından görülmüştü ve bu kişi de ben değildim.

Bu arada polis, birçok homoseksüelin buluşma yeri olarak kullanması bakımından da soruşturmuştu bu eczaneyi. Zira saldırıdan üç ay kadar önce, kendilerini eczaneden dışarı atan eczane sorumlularını “eczanelerine bir el bombası atmakla” tehdit etmişti bir homoseksüel. Bu homoseksüeller eczanede buluşuyor, işlerini de Saint-Germaine bulvarında yapıyorlardı. El bombasını onun atıp atmadığına dair bir delil yok, fakat böyle bir tehdit vardı ve polis de soruşturmuştu bunu. Böyle daha birçok hikâye vardı o dönem…

Sonuç olarak, Lahey’deki eylem başka, Saint-Germaine’deki eylem başkaydı ve aralarında herhangi bir bağlantı yoktu, bu hususta yapılmış herhangi bir örgüt açıklaması da yoktu. Sadece birilerinin Fransız Haber Ajansı’na telefon açıp bu eczane saldırısının Lahey’deki eylemle alâkalı olduğunu söyledikleri iddia ediliyor ki bu da bir saçmalıktan başka bir şey değil.
İşte bu noktada, şimdi bana yöneltilen şu itham söz konusu oluyor ve benim Fransız Haber Ajansı’na telefon açıp, Fransız hükümetini tehdit ettiğim iddia ediliyor.
Benim de cevabım çok basit buna: Tüm bu telefon konuşmaları kaydedildiğine göre, o kayda bakarsınız ve benim o konuşmayı yapıp yapmadığımı hemen anlarsınız. Şayet benim sesimse, işte size delil!..

Dolayısıyla, bu ithamın doğru olmadığını söyledim ben de. Ne var ki, benim dediğim gibi yapmadılar ve belirtilen telefon kaydını mahkemenin önüne getirmeye yanaşmadılar asla. Çünkü o telefon konuşmasıyla benim hiçbir alâkamın olmadığı görülecekti bu sayede.

Sadece bu da değil üstelik. Macaristan’daki, Doğu Almanya’daki, diğer yerlerdeki telefon konuşmalarımdan da bahsediliyor sürekli, ama bugüne kadar önümüze getirilmiş tek bir ses kaydı bile yok ortada!..

Haydi başka yerleri geçtim, en azından Fransa’daki telefon kaydını getirin, değil mi? Sonuçta bu kanun dışı bir delil bile olsa razıyım, buyrun getirin!.. Yok, hem herhangi bir ses kaydı getiremiyorlar, hem de aynı ithamları ısrarla yöneltiyorlar.

1983’de aleyhimdeki ithamlar düşürüldü diyordum. Fakat ne zaman ki ben uzun zaman sürecek, kalıcı biçimde sürecek “tatil” için 1994’de Fransa’ya getirildim, diğer mevzular zaman aşımına uğradığı veya yanlış olduğu için, 1975’de üç Fransız polis memuruna ve Moukharbal isimli Lübnanlı Hristiyan ortodoks bir ajana silahlı saldırıda bulunduğum ve iki polisle birlikte o ajanı öldürmek zorunda kaldığım için yargılandım sadece. Bu arada Mossad’dan İsrailliler de pencereden bizi izliyorlardı. Bunlar bilinen şeyler. Ancak, bu hâdise bile zaman aşımına uğramıştı aslında!..

Hâdisenin gerçekleştiği ânda, üç de Venezüellalı şahid bulunuyordu ayrıca. Yoldaşım değillerdi ve Venezüella’ya gidecek bir yoldaşımı uğurlamak için gelmişlerdi oraya. O yoldaşım da hâdisenin gerçekleştiği sırada, uçağına binmek üzere Paris Havaalanı’nda bulunuyordu zaten. Neyse…

Söz konusu silahlı saldırı esnasında vurulan dört kişi oldu. Polislerden ikisi beni vurmaya çalışmış, ama üçüncüsü ve çok önemli bir polis şefi olan ise beni vurmaya çalışmamıştı. Ben de zaten onu diğer ikisi gibi yüzünden vurmadım bu yüzden. Diğer ikisinden daha çabuk davranıp bu ikisini öldürürken, kendisiyle öncesinde yaklaşık yarım saat konuştuğum polis şefini ensesinden, boğazından vurdum, yâni ölümcül olmayacak bir şekilde vurdum. O ânda silâhsız olduğunu da bilmiyordum ayrıca.

İlginç bir adamdı bu polis şefi. Bizim safımızda, Arab safındaydı daha ziyâde. Eskiden Fransız direnişinde yer almış bir kahramandı aynı zamanda. Kaldı ki, bizimle dayanışma içerisinde bir adamdı yine ve olaydan on gün önce kendisine söz konusu yerin önünde kendi istihbarat servisi tarafından çekilmiş bir fotoğrafım gösterildiğinde tanımadığını söylemiş, beni tanımayı reddetmişti. Aslında o insanlar da, ben de kurbandık, hâdiseyi tezgâhlayan Mossad’ın yönlendirmesinin kurbanıydık sadece ve meseleyi de dönemin İçişleri Bakanı örtbas etmişti.

Sonuçta hep zaman aşımına uğramış şeylerdi bunlar. Fakat ben kaçırılıp Fransa’ya getirildiğimde, âniden, Fransız anti-terör savcısı homoseksüel kokainman Jean-Louis Bruguière, Siyonist bir teşkilâtla bağlantılı birinin yardımıyla, bu bitmiş dosyayı, hattâ yakılıp yok edilmiş dosyayı yeniden açtı ve ortaya söz konusu kişiden edindiği o dosyanın bir kopyasını çıkarttı, sonra da sahte bir mektubtaki iddiaya nazaran bu dosyanın zaman aşımına uğramadığı iddiasını ortaya attı!.. Manipülasyonun bu kadarı da ancak Fransa’da olur; İsrail’de bile olmaz bu kadarı!..

Tamam, “masum” bir insan değilim ben. Filistin Direnişi’nin bir kahramanı olarak, direniş içerisindeki başka herkesten, diğer tüm fedâilerden çok daha fazla eylem gerçekleştirmiş bir insanım. Öyle filmlerde, şurada burada saçmasapan söylendiği kadar değil, her yerde gerçekleştirilen her tür eylemden bahsediyorum. Bununla da gurur duyuyorum ama ben hayata “şunu yaptım, bunu yaptım!” demeye gelmiş bir insan da değilim. Düşman belli şeyleri konuşuyor yalnızca ve konuştukları da bizim yaptıklarımızın ancak yüzde 10’u belki. Olsun. Ne yaptığımızı konuşmak bana düşmez zaten. Ne var ki, Saint-Germaine’deki hâdiseyi ben gerçekleştirmiş değilim.

Netice olarak, bunları eşim ve avukatım Isabelle başta olmak üzere, hem avukatlarım hem de ben defalarca ifâde ettik, itiraz ettik, zaman aşımına uğradığını söyledik, fakat “Fransız adaleti” bunları gözardı etti, şu oldu, bu oldu ve Lahey eylemiyle Saint-Germaine bağlantısında benim rolüm bulunduğu suçlamasıyla dosya yeniden görülecek şimdi Mart ayında.
Venezüella’ya karşı uygulanan malî müeyyideler ve ekonomik savaş yüzünden 2014 yılından bu yana tam iki yıldır ülkem Venezüella’dan kendisine beş kuruş para gönderilemeyen parasız bir insan olarak, şimdi bu “savaş sahası”na çıkacağım yeniden. Çok güzel bir haber olarak, Mart’ın son haftasında Türk avukatlarım da buraya geliyor inşallah.

Her ne olursa olsun, zafere inanmalıyız daima, çünkü nihaî zafer bizim. Bu bakımdan, güçlü olmak, sert olmak, inançlı olmak zorundayız.

Kumandan Mirzabeyoğlu’na, tüm avukatlarıma, hassaten BARAN yetkililerine çok selâm söyleyin benden.

Allahü Ekber.
 
17 Aralık 2016

Baran Dergisi 519. Sayı