Çağımızda bürokrasiye yönelik dozu gitgide artan bir eleştiri mevcut ve artık mesele “bürokratik oligarşi” boyutunda dile getiriliyor. Dünya edebiyat tarihinin önemli isimlerinden Franz Kafka’nın (ö. 1924) Dava ve Şato isimli eserlerinde de sistemli zulüm çarkı hâline gelmiş bürokrasi canlandırılır. Öldüresiye süründürmek ve sonunda da öldürmek şeklinde hukukun fahişeleşmesini Kafka, kendine has diliyle bize anlatır. Düşünür ve sosyolog Max Weber (ö. 1920) bir örgütlenme ve yönetim şekli olarak modern bürokrasiyi bilim alanında ilk kullanan kişi olarak bilinir. Otoritenin meşruluk inancına dayanması ve bunu yaratması gerektiğini, yönetilenlerin iktidara geleneklerden, duygusal saiklerden, maddî menfaatlerden ve fikrî saiklerden bağlanacağını belirtir. Weber, bürokrasiyi rasyonel temelde ideal bir yönetim olarak tanımlasa bile olumsuz yanlarına da dikkat çekmektedir. Neticede teorisi kapitalizme hizmet eder bir rol oynamıştır. Şu söz Weber’e ait: “Demokrasi toplumda uzlaşma meydana getiren, fakat aynı zamanda bütünleşmeyi bozan en esaslı kaynaktır.”

Sosyalist-komünist rejimlerde, devlet erkinin her şeyi elinde toplamasından dolayı, çok daha kuvvetli bir bürokrasi sınıfı oluşmuştur. Ayrıca iş piyasalarında herkesi eşitleyici tavrı bürokrasi sınıfına kaynaklık teşkil etmiştir. 

Atanmış-seçilmiş çatışması ve vesayet rejimi tartışmaları ülkemizde sürmektedir. Asker vesayeti bir nebze olsun geriletilirken “bürokratik oligarşi”den şikâyetler artmaktadır. Buna “bürokratik refleks, bürokratik şövenizm” de denmektedir. Değişken siyasî mekanizma sabit ve icra konumunda olan bürokratik mekanizmayla başa çıkamamaktadır.

Askerî bürokrasiden de bahsedelim. Askerî bürokrasinin rejimin karakteri hâline geldiği 2007’deki Ergenekon operasyonları ile söz konusu Kemalist yapılanmanın beli kırılmıştı. En son 15 Temmuz 2016’da da askerî kalkışma ile karşılaştık. Ancak Kemalist vesayet yerine bu sefer Fetöcü yapılanma geçmiş olarak. Her ikisinde de halktan kopuk bir zümrenin istediği gibi teşkilatlanması söz konusu. Askeriyenin kapalı yapısı ve kendi içindeki bürokrasi de buna hizmet etmiştir.

Yargıda da bürokratik bir elitten bahsedilebilir. Yıllardır Kemalist bürokratik bir yapılanma varken daha sonra Fetöcülerin eline geçmiş ve el değiştirmiştir. En son Ak Parti zarurî müdahalesi ile karşılaşmış, en son haliyle Yargıda Birlik Platformu etkili olmuştur. Bir adalet mekanizması için hiç biri doğru değildir. Yargı ne onun, ne bunun güdümüne girmelidir, herkes vazifesini yapmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin bir yargı darbesi niteliğinde hükümetlerle uğraştığı ise malûmdur. 17/25 Aralık ise Fetöcü yargının hükümete bir darbe girişimi idi. 

Bir güç odağı gidip başka bir güç odağı geldikten sonra bir şey farketmeyecek demektir. Aslında ihtiyaç, her grup ve kuruluşun üstünde olan bir devlet sistemi anlayışıdır.

Siyasîler seçimlerle hesap verirken bürokratların hesap vermeleri sınırlıdır. Aslında siyasîlerin emri altındalar. Lâkin bürokratik zihniyet o kadar yaygın ki, siyasîler dahî pes etmekteler. Eğer ülke bürokratlara kalsa onlar kıllarını kıpırdatmazlar, “gelen ağam, giden paşam” zihniyetiyle ağa gibi koltuklarında vakitlerini geçirir dururlar. Öyle ki vatan batsa umurlarında olmaz. Vatan işgal edilse, müstevlilerle iş tutabilir miyim derdinde olurlar.

Bu pis zihniyet nasıl oldu ve bununla nasıl baş edilebilir meselesi ahlâkî bir meseledir. Düzenin kokuşmuşluğu, yolsuzluklar vs. yanında pragmatist-çıkarcı bir zihniyetin yaygın olması asıl saiktir. Yani, yiyenler yiyor, yemeyenlerin gözü de onlarda kalmakta. Hesap sorma zihniyetinden ziyade onlara özenme ve ben niye yiyemiyorum anlayışı hâkim. Ne zaman hesap sorma bilinci (sadece hak ve doğruluk için) öne çıkar ve süreklilik arz ederse, birçok şeye çözüm olur. Aslolan bunun devlet mekanizması ile sağlanmasıdır. Ancak devlete sahip olacak ve ona rengini verecek olan da toplumdur. Tabiî ki toplum da yönlendirilmektedir.

Toplum diye mücerred bir kavramla meseleler ifadeye ve çözüme geçemez. Topluma yönünü verecek olan fikir ve hareketlerdir Hakka inanan ve inandığı Hakkı da topluma inandıran öncü kadro ve hareketlere muhtacız. Toplumları toplum yapan böyle hareketlerdir, böyle hareketlerin başındaki liderlerdir.

Parlamenter hükümet sistemlerine nazaran başkanlık hükümet sistemlerinde bürokrasinin daha az olacağı iddia edilir. Yetkiler başkanda toplandığı için daha hızlı kararlar alma ve uygulama imkânı söz konusudur. Türkiye resmen olmasa bile fiilen 4-5 senedir Başkanlık sistemini uygulamaktadır. Ancak bürokrasiden şikâyetler Cumhurbaşkanını da isyan ettirir nitelikte. Ekonomiden siyasete, eğitimden yargıya tüm kurumlarda çıkarcılık, nemelazımcılık yaygın. Ak Parti milletvekilleri ve partililerde de çıkarcılık tiksindirici boyutta. Tayyip Erdoğan adeta tek başına kalmış vaziyette. Partisindeki bu kokuşmuşluğu “metal yorgunluk” diye eleştirmekte ve çözümler aramaktadır. 

Mesele sistemin baştan düzgün dizayn edilmemesidir. Buna bağlı olarak kurumların çarkın dişlileri gibi işlememesidir. Anlaşılan o ki, bozuk dişliye veya dişlilerin ağırdan almasına müsaade etmeyecek bir sisteme ihtiyaç var. Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü içinde işlediği ve Salih Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti diye müstakil bir eserde örgüleştirdiği, ideolocya bütünlüğünde olan Başyücelik Modeli, parlamenter sistemlerin dağınıklığını gidermiş, Başkanlık sistemlerinin de içini doldurmuş olarak bürokrasiden siyaset kadrolarına kadar yenilenme ihtiyacını karşılayacak yepyeni bir sistemdir. 

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine resmen geçilecek seçimlerin (24 Haziran 2018) yaklaştığı bu demde mesele şahıs meselesi değil, Batı-İslâm kavgasıdır. Tayyip Erdoğan’ı desteklemeyi yerli, millî ve İslâmî bir vazife olarak görüyoruz. Hiç bir çıkar hesabı yapmadan ve herhangi bir partici olmadan şunu belirtelim ki, bu süreci en iyi Tayyip Erdoğan yürütebilir ve onun karşısına çıkarılacak velev ki muhafazakâr adaylar olsun Batı cephesinin, yani kökümüze kökten düşman cephenin işine yarar. Haklı şikâyetlerimiz olsa dahî Batı-Fetö-CHP vesairle birlikte olamayız.


Baran Dergisi 589. Sayı

26.04.2018