28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Erbakan ve Yardımcısı Çiller ile Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanları vardı. 9 saat süren bu toplantıda cuntacılar hükümete, “irtica”ya karşı alınmasını istedikleri önlemleri içeren 18 maddelik bir liste sundu ve Erbakan hükümetinden bunların uygulanmasını taleb etti. Ancak 5 ay kadar baskılara dayanan Erbakan’ın 18 Haziran’da başbakanlıktan istifa etmesi ile birlikte 30 Haziran’da Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk’la birlikte ANASOL-D Hükümeti kuruldu. 28 Şubat’ta Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Kara Kuvvetleri Komutanı Hikmet Köksal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmet Çörekçi, Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Doğu Aktulga idi.

Diğer taraftan birçok medya organı ile birlikte Beşli Çete diye adlandırılan TİSK, TESK, TOBB, TÜRK-İŞ ve DİSK gibi örgütler darbenin kitlelere yayılması ve kabullenilmesi için darbecilerin yanında aktif rol aldılar. Hal böyle olunca inanılmaz bir yağma ve işkence dönemi başladı. Öyle ki darbenin ülkeye maliyeti 381 milyar dolar olurken süreç boyunca bankalardan hortumlanan para 46 milyar doları buldu. 1635’i ordudan olmak üzere on binlerce kamu memuru başörtüsü yahut gümüş yüzük takmak gibi sıradan bahanelerle görevden ihraç edildi. 6 milyon fişleme gerçekleştirilirken 33.272 kişi kılık kıyafet nedeniyle soruşturmaya uğradı. Başörtülü kanser hastaları bile muayene edilmedi, on binlerce öğrencinin denklikleri iptal edildi, imam hatiplerin ortaokulları kapatılırken lise kısmına üniversiteye girişte katsayı uygulaması getirilerek İmam Hatip liselerinin kendiliğinden kapanıcı yola sokulması sağlandı. İlahiyatların normal liselerde öğretmen olması engellendi. 

İslâm ve Müslümanlar aleyhine yapılan propaganda ve operasyonlar sebebiyle insanlar ciddi şekilde gerilmeye ve kasılmaya başladı. Büyük sosyal patlamalar kaçınılmazdı. Birkaç Müslüman grup yahut şahıs hariç kimse milletin bu haline tercüman olamıyor, direnişi örgütleyecek cesareti gösteremiyordu. Hatta birçok İslâmî kimlikli dernek yahut cemaat darbeye karşı çıkmak bir tarafa neredeyse darbecilerin ekmeğine yağ sürecek propagandistler haline gelmişlerdi. Salih Mirzabeyoğlu’nun ruh ve fikir üflediği Büyük Doğu-İbda dünya görüşü mensupları ise bütün güçleri ile meydandaydı. Tarihi kayıtlar ve belgeler bedahet halinde ortadadır. Hali hazırda şehadetinden sonra bile hem fikrinin hem destanlık mücadelesinin ademe mahkum edilmeye çalışılması da göstermektedir ki en büyük darbeyi 28 Şubatçılara, yani Siyonist Batı’ya Kumandan Salih Mirzabeyoğlu yapmıştır. 90’lı yıllardan beridir İbda vesilesiyle yükselen bir mücadele heyecanı zaten vardı. 28 Şubat kararları henüz alınmadan önce bile sayısız örnekleri ile Müslümanlara zulüm ve işkenceler oluyor, İbda bağlıları ise “gereken yerde gerekeni yapmak” şeklinde örgüleştirdikleri bir anlayışla bu baskılara tepki gösteriyordu. 28 Şubat’la birlikte ise bambaşka bir evreye girildi. Nitekim Müslüman camia üstüne ölü toprağı serpilmiş gibi kendisini katledecek cellatları beklerken ortalığı kasıp kavuran bir ses duyuldu: “Dik durun karşınızda leşler var!” Bu sesin sahibi Salih Mirzabeyoğlu idi. Bu sesle birlikte cuntacılar psikolojik olarak sendeledi. Bu sesin arkasındaki gücü tahmin edemediği için ne yapacağını şaşırdı, panikledi.
 
Dik Durun Karşınızda Leşler Var!
Pazarlıksız Allah ve Resûlü diyenlerin safından, samimiyet ve sadakatin örneği İBDA Mimarında yükselen “Dik durun karşınızda leşler var!” sözü Müslümanların üstüne atılan ölü toprağını silkeler ve zafer müjdesi vererek artan korku ve endişeyi giderir. İlerleyen zamanda Mirzabeyoğlu mücadeleyi bir adım daha ileriye taşıyarak, sırrı zamanla daha iyi anlaşılacak olan “1999 Ümmetin Kurtuluş Yılı” ilanını yapar. Bu çıkış karşısında yıllar sonra bugün iktidarda olan zevat tarafından şöyle bir itiraf gelecektir: “Mirzabeyoğlu’nun direnişi olmasaydı darbeciler 170 bin Müslümanı öldüreceklerdi.” 

Hasmını iyi bilen düşman, 28 Aralık 1998’de İbda Mimarı Mirzabeyoğlu’nu “Terör Örgütü Lideri” iddiasıyla tutuklar. Cezaevinde kaldığı süre içinde birçok kez öldürülmek üzere saldırıya uğrayan Mirzabeyoğlu hakkında idam kararı verilir. Bu idam kararı, kanunen uygulaması kaldırıldığı için müebbede çevrilir. Bu dönemde Mirzabeyoğlu ve Büyük Doğu-İbda dünya görüşünü benimseyenlere karşı inanılmaz bir işkence ve karalama yapılıyordu. Bazen işkenceler adeta dalga geçilerek millete propaganda ediliyordu. Yılmaz Özdil’in manşetlerini attığı, yayın yönetmenliğini Fatih Çekirge’nin yaptığı sahibinin Cem Uzan olduğu Star Gazetesi bunda başı çekiyordu. O günlerde işkence gören Salih Mirzabeyoğlu için şunlar yazılmıştı: “1. Jandarma koğuşa dalınca uyandı, alnını ranzaya çarptı. 2. Sendeleyerek kalktı, ayağı kayınca burun üstü düştü. 3. Kalkayım dedi, uyku sersemiydi. Dipçiğe gözünü vurdu. 4. Kendini topladı. Kapıdaki askılığı görmedi, kulağını taktı. 5. Jandarma hasretle sıkı sıkı sarılınca boynuna kan oturdu. 6. Koğuştan çıkıyordu, kapıyı açık zannetti. Kaşını yardı. 7. Sağ gözünü dipçiğe vurmuştu, sol gözü de copa değiverdi. 8. Diyet yaptığı için az yiyordu... Halsizlikten gözaltları morardı. 9. “Hoş geldin” dediği jandarmanın eli, elmacık kemiğine çarptı. 10. Mahkeme öncesi tıraş oldu jilet keskindi, yüzünü doğradı.” O manşet, 28 Şubat’ın karanlığıyla birlikte tarihe kara bir leke olarak geçti.

“1999 Ümmetin Kurtuluş Yılı” nidası, memleket çapında topyekûn bir hareketliliği ve darbeyi geri püskürtücü direnişi doğurdu. 5 Aralık 1999’da darbeciler tarafından Metris Cezaevi’nde bulunan İbdacılara yönelik bir operasyon düzenlendi. Ancak kendilerine karşı gösterilen direniş karşısında bir kez daha yenilgiye uğradılar. Öyle ki bu direniş Türkiye’deki İslâmcı mücadele açısından bir dönüm noktası olarak tarihe düşülmüştür. Çünkü yaklaşık 500 kişi girdikleri yerde 150’nin üzerinde esir vermiş, onlarca yaralı ve teçhizat geride bırakmış, ertesi günkü gazetelere “devlet rehin alındı” şeklinde manşet olmuştur. Ancak darbeciler bu yenilgi karşısında öfke ve kin patlaması yaşadı. Bu sebeple 25 Ocak 2000’de Metris cezaevine “Noel Baba Operasyonu” adıyla İbdacıları toptan imha etmeye dönük bir harekete giriştiler. Bu bitmeyen bir 28 Şubat işareti vermekti. 25 Ocak 2000’de Metris cezaevinde tutuklu olarak yatmakta olan İbda bağlılarına dönük operasyonda bir şehit 10’un üzerinde ağır yaralı verilmiş ancak cuntacılar kamuoyu nezdinde rezil olmuşlardı. Diğer taraftan benzer bir operasyon 7 Ocak 2000’de Bandırma Cezaevi’nde de gerçekleştirilmiş ve İbda bağlıları bir şehid 15 yaralıyla destanlık bir direniş göstermiştir. Tutuklu olmalarına ve cezaevi gibi bir ortamda kıstırılmış bulunmalarına rağmen İBDA hareketi yapacağını yapmış ve karşı gelinemez, karşı gelinmesi hayal edilemez sanılan cuntacıları paspas etmişti.

Mirzabeyoğlu 2014’te yeniden yargılamanın kabul edilmesi ile birlikte 12 yılı tek kişilik hücrede olmak üzere 16 yıl yattıktan sonra özgürlüğüne kavuştu. Ancak tek bir an dahi peşini bırakmayan işkenceciler tarafından 2018’in Mayıs’ında şehid edildi.
 
15 Temmuz Direnişi 1999 Ruhu’nun Devamıdır
90’dan itibaren İBDA’cılara peşi sıra operasyonlar düzenleniyor ve birçok insan içeri girip çıkıyordu. Bu defa ise Türkiye’nin dört bir tarafında 400’ün üzerinde İBDA’cı içeri alındı, türlü işkencelerden ve zulümlerden geçirildi fakat işkencelerin en ağırı 28 Şubat Darbesi’ni ayağa düşürüp paspas eden İBDA Mimarı’na, Şehid Salih Mirzabeyoğlu’na yapıldı. Elektrik verme, Filistin askısı, tazyikli su, darp gibi bilindik işkencelerin yanında son dönem işkence çeşitlerinin en iğrenci ve korkuncu olan “Telegram” işkencesi... Mirzabeyoğlu’nun uzunca bir süre dergimizde tefrika edilen “Ölüm Odası B-Yedi” kitabı ve daha önce yayımlanmış Telegram adlı eseri, yapılan bu işkencenin niteliği hakkında oldukça doyurucu bilgi vermektedir. Yeri gelmişken şu elim soruyu sormak mecburiyetindeyiz: 28 Şubat bittiyse ona hakkıyla direnen ve herkesin sıvıştığı bir zamanda can ve kan pahası kendini ve fikrini ortaya koyan İslâm Âlimi ve İrfan Sultanı Salih Mirzabeyoğlu’nun kimler tarafından şehid edildiği neden araştırılmıyor? Engel ne?

28 Şubat Darbesi ile Anadolu’dan İslâm’ın izini silmek ve Müslümanları büsbütün mahkûm etmek isteyenler, İBDA’nın öne atılışı ile hamlelerinde çekinceye kapılmışlar ve yaptıkları işin başka yöne evrileceğini düşünerek duraklamışlardı. Böylesi harekâtlarda duraklama, geri adım demektir. 28 Şubat’ın sonradan “post-modern darbe” olarak isimlendirilmesinin sebebi bu geri adımdır. 1999 ruhu sonraki yıllara büyük bir siyasi tecrübe ve direniş örneği olarak tarihe geçti. 1999 ruhu kendi döneminin gençlerini dinamikleştirdi, yetiştirdi, büyüttü, bugünlere yetişkin birer ferd olarak getirdi. 1999 ruhu sadece belli bir kesime değil, dost düşman herkese ayrı bir ruh üfledi. Mütefekkir’den öğrendiğimiz veçhile; İbda’ya ters bakanlar, hasetle iş görenler, düşmanlık edenler yahut yanındaymış gibi görünüp kaçanlar bile aksiyonlarının hızını ve ruhunu İbda’dan aldılar ve hala alıyorlar. Bilinen bir hakikattir ki, emperyalist saldırıya karşı bu milletin gerçekleştirdiği şanlı 15 Temmuz direnişi, 28 Şubat Darbesi akabinde Mirzabeyoğlu tarafından üflenen 1999 ruhunun devamıdır. Ve bedahet halinde bir hakikattir ki; 28 Şubat’a karşı cemiyet meydanında şehid ve gaziler vererek direnen, zindanları dolduran, işkencelere uğrayan ve darbecileri püskürtmeyi başaran Mirzabeyoğlu’nun şahsında İBDA hareketidir.

Diğer taraftan 28 Şubat darbesinin suç ortağı, 15 Temmuz darbesinin ise faili olan FETÖ, 1975-76’lı yıllardan itibaren, doğrudan hain ve ajan ilan edilerek nefret ve imha kutbuna ilk kez Büyük Doğu-İbda bağlıları tarafından konulmuştur. Hatta dönemin idarecileri ve dindarlığı ile meşhur kanaat önderleri tarafından İbda’nın FETÖ’ye karşı aldığı tavır kınanmış ve FETÖ’cülerle birlik olarak İbda bağlılarına sayısız işkence, kıyım ve ademe mahkumiyet gerçekleştirmişlerdir. Hali hazırda 28 Şubat yargı kararlarının müsebbibleri olan, FETÖ’cü olarak tutuklanıp cezaevine atılan yüzlerce hâkim ve savcının aldığı kararlar nedeniyle yüzlerce Müslüman -kimi 20 yıl kimi müebbet olmak üzere- onlarca yıldır hapiste yatmaktadır.

Yazımıza son verirken şu gerçeği ifade edelim: Darbeyi yapanlar çeşitli cezalar almasına rağmen hiçbiri cezaevi yüzü görmedi ama darbeye direnenler için bitmeyen bir 28 Şubat var edildi. İronik bir şekilde darbeye karşı direnenler hapiste, vatanı müdafaa edenler zindanda ama vatana ihanet edenler, milyonlara terör estirenler, bankaları hortumlayanlar dışarıda. Başlığımızdaki ifade bu mânâda oldukça yerinde ve hikâyesi şöyle: Adamın teki bir köye gitmiş. Köyün girişinde bütün köpekler bir araya gelip, başlamışlar havlamaya... Adam bakmış ki, köylü köpeklere sâhib çıkmıyor, çâresiz, iş başa düştü deyip yerden bir taş alıp da köpeklere atmak için eğilmiş... Ama, ne mümkün! Hangi taşa el attıysa hiçbiri yerinden kımıldamıyor!... “Allah Allah” demiş adam, “Bu ne biçim memleket?... Taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar!...”


Baran Dergisi 634. Sayı