Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın şöyle bir açıklaması olmuştu:
“Türkiye olarak ‘endüstri 4.0’da, buharlı makinelerin icat edildiği birinci sanayi devrimi, elektriğin kullanılmaya başlamasıyla çıkan ikinci sanayi devrimi, elektronikle başlayan üçüncü sanayi devrimini arkadan takip ettiğimiz gibi acaba dördüncü sanayi devriminde de yine tribünden seyreden, ciddi para ödeyip, satın alıp tüketen bir ülke mi olacağız yoksa yeni sanayi devriminde, Türkiye rol alan, üreten, satan ve kendi gelir ve refahını yükselten bir ülke mi olacak? Odaklanmamız gereken önemli alanlardan biri bu.”
Fikri Işık’ın bu beyanatı gündemdeki birçok hadiseye nazaran ele alınıp değerlendirilmeye layık bir açıklama kanaatimizce... Üzerine söylenebilecek çok şey var. Ancak Bakan Işık’ın sözlerini ilk duyduğunuzda belki sizde de bendeki intiba doğmuş olabilir: “Bu pespaye Batıcı sistemle nasıl yakalayacaksın 4. Endüstri Devrimini? Yakalasan da montajdan ve ‘kopyala-yapıştır’dan öteye geçebilecekmişiz gibi görünmüyor.”
Ancak bu sözlerin kıymetini getirdiği çözüm önerisinde değil, vaziyeti tesbitinde görüyor ve o açıdan üzerinde duruyoruz. İbda Hikemiyatı’ndan öğrendiğimiz veçhile: “Söylenişindeki maksat doğru ya!” Nasıl ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Başkanlık sistemini gündeme getirip rejimi sorgulamaya dair bir tartışma açmış ve biz Büyük Doğu-İbda bağlılarına teklifimizi sunmak için bir fırsat doğmuşsa, Fikri Işık’ın yapmış olduğu bu açıklamanın da bize farklı bir veçheden teklifimizi sunma imkânı tanıdığını düşünüyorum. Eğer teklifimizi sunabilecek kadar meseleyi işleyemesek bile hiç değilse Dünya Görüşümüz açısından çözüm teklifleri sunmaya çalışır ve yarının problemlerinin çözümüne dair bir antrenman yapmış oluruz. Yanlışları bize, doğruları Büyük Doğu-İbda’ya ait olmak üzere böyle bir girişten sonra çözüm tekliflerimize ve yorumlarımıza başlayalım.
Öncelikle Endüstri Devrimlerine ve süreçlerine kısaca bir değinmek lazım... Bilindiği gibi Batıda 18. ve 19. Yüzyıllarda buharlı makinaların ve çeşitli buluşların üretime entegre edilmesiyle 1. Sanayi Devrimi yaşanmıştır. İşbu devrimin yaşandığı tekstil merkezli bu ilk devreye bugün “Endüstri 1.0” denmektedir. Elektriğin üretimde aktif bir rol alıp seri üretimi mümkün kılan döneme ise “Endüstri 2.0” deniyor. Üçüncü ve günümüzde yoğun olarak icra edilen elektronik ve bilişim teknolojilerinin aktif olduğu süreç ise “Endüstri 3.0” olarak adlandırılmaktadır. Günümüzde tüm üretim sistemleri internet ve benzeri ortamlar sayesinde birbiriyle irtibatlı ve bir fabrikadaki tüm makine ve üretim bantları, distribütör ve tüketicilerle iletişim içinde ve koordineli bir şekilde çalışabilir hale gelmek üzere... Akıllı fabrikalar devri de denen bu üretim dönemine “Endüstri 4.0” ismi layık görülmüştür. Artık kendini iyiden iyiye hissettiren Endüstri 4.0’ı yakalamak, Türkiye gibi gelişen ülke kategorisindeki bir ülke için elzemdir. Fakat burada Üstad Necip Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun uyarılarını tekrar hatırlamakta fayda var.
İbda Hikemiyatı’ndan öğrendiğimiz üzere bir ülkeye dışarıdan gelen teknoloji beraberinde kendi kültürünü de getirmektedir. Eğer bu teknoloji hiçbir şuur süzgecine tabi tutulmadan kopyala yapıştır mantığıyla sorgusuz sualsiz kabul edilirse, o teknoloji o ülkede kültür emperyalizminin silahı halini almaktadır. Bahsi, Endüstri 4.0 ve onun yakalanmasıyla ilişkilendirirsek: Bahsedilen bu üretim modelini ortaya koyan Batı’dır. Biz de onun gerisinde kalmamak adına bu sistemi uygulamak durumundayız. Mecburen bunu Batı’dan öğreneceğiz. Bu sistemin öğrenilmesine kadarki süreçte ve belki de sonrasında Batı’ya bel bağlamak durumunda kalacağız. Hatta belki de yeni yeni yerlileşmeye başlayan bazı sektörlerimizi de buna kurban etmek zorunda kalacağız. Bu sisteme kalifiye işçi yetiştirme vs. derken birçok noktada para ve zaman kaybedeceğiz. Öyleyse bize düşen nedir?
Bize düşen, yeni bir şeyi alacağımız zaman onu, vücudumuzun dışarıdan alınan sığır proteini veya farklı bir besin kaynağını  bünyeye uygun hale getirdiği gibi kendi kültür bünyemize uygun hale getirmek ve ondan sonra kullanmaya başlamaktır. Burada “Biz kimiz? Bizim nasıl bir kültürümüz var?” gibi soruların cevabını bulacağı bir fikir mihrakına ihtiyaç açık... Bizler kültürel manada Batı ve Doğu arasında sıkışmış-sıkışmaya zorlanmış bir toplumuz. Son yıllarda baskın olarak Batılı gibi görünsek de –ve daha Batılılaşsak da-  Doğulu –yani İslâm kültürü- tarafımızı da bırakamamışız. Dolayısıyla bugün kendimize  mâledebileceğimiz kültürel manâda “biz”den söz etmek pek mümkün değil. Onun için yapılması gereken öncelikle Rönesans çapında, dünyanın tüm irfan yemişlerini belli bir potada eritmiş, ölçülerden zerre taviz vermeyen bir yenilenmeyle kendi kültür iklimimizi dünyaya yeniden önerebileceğimiz devletlik-sistemlik çapta tesis etmek. Bunun akabindeyse bünyemizde dışarıdan gelen bir şeyi kendimize mâledebileceğimiz bir şuur süzgeci oluşacaktır. Bu Rönesans ise ölçülerden zerre taviz vermeksizin Mutlak Fikre muhatap bir vasıta sistemle/dünya görüşüyle yapılabilecek bir şeydir. Çağımızda ise bunu yapabilecek ve bunu teklif eden Büyük Doğu-İbda’dan başka bir sistem-dünya görüşü yoktur.
Netice-i Kelam: Fikri Işık’ın murad ettiği gibi Endüstri 4.0 ve dünya üzerindeki diğer gelişmeler sahici bir şekilde yakalanmak ve buna pasif değil de aktif bir şekilde iştirak edilmek isteniyorsa, bunun tek yolu Büyük Doğu-İbda’nın gösterdiği reçeteyi harfi harfine uygulamaktan geçer. Hele ki şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye her geçen gün biraz daha zorluyorken!

Baran Dergisi 490. Sayı