(Ramazan Bayramı münasebetiyle 6 Temmuz 2016’da Av. Güven Yılmaz’ı telefonla arayan ve hem Kumandan Mirzabeyoğlu’na hem de Av. Yılmaz’ın meslekdaşlarına çok selâm söyleyen Carlos, haftalık mûtad telefon görüşmesi için 10 Temmuz 2016 Pazar günü Av. Yılmaz’ı tekrar arıyor.)

Esselâmü Aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduklarını söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, iyiyim.

Sizlerden bir haber var mı?

(Av. Yılmaz, yeni bir haber olmadığını, ancak Kumandan Mirzabeyoğlu’nun, avukat meslekdaşlarının, bazı gönüldaşların, ayrıca aktivist sanatçı Ümit Yaşar Işıkhan’ın Carlos’a devrimci selâmlarını gönderdiğini söylüyor.)

Herşeyin en iyisini diliyorum onlar için.

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı peki?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını söylüyor Carlos’a. Bunun üzerine Carlos, ABD’nin farklı şehirlerinde bazı siyahîlerin polis tarafından öldürülmesini protesto etmek için 7 Temmuz 2016 gecesi ABD’nin Dallas şehrinde siyahîlerce düzenlenen barışçı gösteri sırasında pusu kurarak beyaz polislere ateş açıp beş polisi öldüren, bir gün sonra ise saklandığı yerde kıstırılarak bomba yüklü bir polis robotu tarafından havaya uçurulan keskin nişancı siyahî eski Amerikan askeri Micah Xavier Johnson vesilesiyle konuşmaya başlıyor.)

Bir-iki şey hakkında konuşmak istiyorum bugün ama Dallas’ta beş polis memurunun bir keskin nişancı tarafından vurulmasıyla ilgili olarak konuşacağım önce. Sonra bir polis robotu tarafından havaya uçuruldu kendisi, parçalanarak öldürüldü malûm.

Tuhaftır, ben de eski asker bu siyahînin polislere karşı düzenlediği suikastten tam iki gece evvel, “bir şeyler olacak besbelli ve bazı siyahîler gidip polisleri vuracak!” diye geçirmiştim içimden. Ve, oldu! (Carlos gülüyor).

Üstelik burada kalacak da değil, bundan sonra da devam edecek böylesi saldırılar. Bu da çok üzücü. Irkçılığın bunca yıldan sonra ABD’de hâlâ sürmesi de aynı şekilde çok üzücü.
Diğer yandan, mesele sırf ırkçılıktan ibaret de değil, bu kadar basit değil, çok daha karmaşık. “Korku” da var işin içinde!

Bu bakımdan farkettiğim bir şey şudur: Diyelim ki polis gelip sizden ellerinizi havaya kaldırmanızı istiyor, hemen kaldıracaksınız ellerinizi, öyle sağa sola kıpırdayıp durmayacaksınız. Meselâ, -arabada öldürülen öbürü değil de- dışarıda öldürülen diğer siyahînin, bir başkası tarafından telefonla yapılan kamera kaydında, sürekli sağa sola hareket ettiği görülüyor. Eğer üzerinde bir şey varsa bunu çekip çıkarabileceği şeklinde polise bahane vermektir oysa bu. İki polis tarafından, hem de yerde yatmasına rağmen öldürüldü zaten.

Peki ne oldu da polisle siyahîler böyle karşı karşıya gelir oldu hep?

Dediğim gibi, en başta, polis sizden evraklarınızı istiyorsa, hemen verin. Ellerinizi havaya kaldırmanızı istiyorsa, hemen kaldırın. Öyle sağa sola kıpırdayıp durmayacaksınız. Kuşkusuz, polis karşısında bu tarz riskli hareketler yapmak polis ırkçılığının da bir ifâdesi olan şiddeti mazur göstermez, ancak şöyle bir durum var ki, polisçe öldürülen kurbanların genel olarak “problemli” insanlar olduğunu görüyoruz.

Öbür tarafta yatan sebeb ise, ABD’de var olan sosyal adaletsizliktir; bazı insanları aşağılama ve değersizleştirmedir. Bu gerçektir ve gayet açıktır. Siyahîler ve İspanyolca konuşanlar başta olmak üzere, toplumun daha alt sınıflarına karşı özellikle belirgindir bu durum.

Kapitalizmin adaletsizliğidir bu yaşananlar; sistemin verdiği kötü eğitimin, işte bu eğitimin insanları en iyiden en kötüye doğru grublara bölmesinin bir sonucudur. Nereden geldiğinize bağlı olarak, ya iyi eğitim alırsınız ya kötü.

Her ne olursa olsun, bu tarz hâdiseler devam edecek; ABD iki yüzyıldır “demokrasi ve insan hakları adına” ülke dışında gerçekleştirdiği işgaller, suikastler, müdahaleler, sömürgeleştirmeler gibi birtakım suçların sonuçlarını yaşayacak; sadece dışarıda değil, ABD toplumu içerisinde de yaşattığı sınıf ve bilhassa ırk ayırımcılığının ceremesini çekecektir.
Daha çok şeyler olacaktır ki, inşallah bu arada “dolar” da uluslararası para birimi olmaktan çıkar ve başka bir para birimi geçer doların yerine. Çinliler üstlenir inşallah bu işi. Öyle umalım.
Dallas saldırısının dışında, bir başka şey hakkında, Venezüella hakkında da konuşmak istiyorum yine bugün. Çünkü patlama noktasına gelmiştir ülkemdeki durum; gerçek bir patlama noktasına!

Meselâ, devlet hastahânelerinde en basit yara bantları, sargılar dahil, hiçbir şey yok… Öyle “düşmanlar ilâç vermiyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor” diye propaganda ediliyor, ama; aynı şekilde, ABD sızması var, Fransız Lambertist Troçkistlerin sızması var, tamam ama, sistemin bizzat kendisinden kaynaklanan bir zaaf var burada. Fırsatçı ve yozlaşmış insanların sızdığı sistemin bir zaafı var.

Devlette, en üst lider kademesinin samimiyeti dışında, kimse sorumluluklarının gereğini yerine getirmiyor. Ekonominin tahrib edilmesine ve ülkede sosyal bir kriz çıkmasına, hele ülke tarihinde görülmemiş, dünyanın ise en kötülerinden olan bir güvenlik krizinin kökleşmesine izin veriyorlar.

Niçin böyle oldu peki?

Allah rahmet etsin, Chavez’in sorumluluğu var bunda. Aşırı iyiydi çünkü ve tavsiyesini kabul etmemesi gereken insanların tavsiyelerini kabul etti.

(Carlos, BARAN için daha önce de detaylı biçimde ve defalarca tahlil ettiği çerçevede Venezüella’nın nasıl bu hâle geldiğini tekrar özetliyor ve erkek kardeşi Vladimir’in tanıştığı insan hakları savunucusu ve gerçek bir Bolivarcı olan, aynı zamanda Chavez’in de yakın çevresinden aslen Lübnanlı Arab kökenli birisinin yaptığı Venezüella turundan bahsediyor. Ülkenin her köşesindeki hastahâneleri ziyaret eden bu kişinin karşı karşıya kaldığı korkunç yokluktan, temel ihtiyaç maddeleri eksikliğinden örnekler veren Carlos, Venezüella’nın iki yüzyıllık tarihinde bugünkü gibi bir yokluk yaşanmadığını ve hükümet sorumluları sağa sola seyahat edip saçmasapan konuşurken, ülke içinde de böyle bir felaketin kökleşmesine müsaade ettiklerini belirtiyor. Bu yaşanan krizden en fazla etkilenenlerin ise, devrim için ölmeye hazır fakir insanlar olduğunu vurguluyor. Kardeşi Vladimir’in tanıştığı sözkonusu insan hakları savunucusunun, yaptığı Venezüella turu bittikten sonra Fransa’ya gelip, tüm resmî açıklamalara rağmen Chavez’in iktidara gelmesinden bugüne dek Fransa’da “terkedilmiş” olan kendisiyle, kendi hukuk davasıyla da ilgilenmesini umduğunu ekliyor.)

Tüm bu yaşananlar, hükümet mekanizmalarını kontrol eden düşman sızmasının birer örneğidir. Ki bunlar, Venezüella halkının da, Venezüellalı hıristiyanların da, Arabların da, Filistinlilerin de, müslümanların da, Rusların da, ortodoksların da, bir deyişle hepimizin düşmanlarıdır.

Allahü Ekber.
 
10 Temmuz 2016
 
Baran Dergisi 496. Sayı