Allah (cc.) yerleri, gökleri, melekleri, hatta tüm kâinatı, cin ve insanoğlundan önce yaratmıştır. İlk olarak babamız olan Hz. Âdem (AS)’ı pişmiş ve kurumuş kuru çamurdan yarattıktan hemen sonra cin taifesini de aynı sûrede buyurduğu gibi saf ateşten halk etmiştir. (2)
Aşağıda kaynak numaralarını verdiğim âyetler Kur’an’dadır, herhalde kimsenin uydurması olmadığı gibi, Hâdis inkârcılarının inkârı da mümkün değil. Açık âyetler...
Hani, “ilk insan olarak Âdem’i yarattık” diyen Allah’ın Kur’an’ı elinden dilinden düşürmeyen itikat katliamcılarının “bulduk” dediği Hz. Âdem’in babası kimmiş? Var ise Allah (cc.) onu bize neden bildirmemiş de, bu görevi bir Kayseriliyle, Temel’in hemşerisi Memo’ya vermiş?
Bu kimseler “Kur’an” deyip duruyorlar, kendileri Kur’an’ın değişmez ve değiştirilemez hükümlerini alt üst ediyorlar!.. Bir eski Türk şairinin; “vatan vatan diye vatan tepelendi.” dediği gibi, siz bırakın sünnetleri, Kur’an’ı da zedelemeye çalışıyorsunuz beyler!
Hazreti Âdem (AS)’ın ilk çocuklarının biri birleriyle evlenerek çoğalmalarını bilmiyormuş gibi davranarak, bunların sanki Allah’ın emri ile olmamış gibi “ensest” ilişkiyle eş manada bir ifade ile dillendirmenin ahlaksızlığını hangi Kur’an’da gördünüz! Buna hangi akıl, hangi mantık, müsaade eder yahu!
Anladım ki, siz hoca falan değil birer felsefe ve mantık felcine uğramış zavallısınız. Herkes bilir ki;
Havva annemiz senede bir doğum yapar ve her doğumunda mutlaka ikiz doğururdu. İkizlerden biri erkek birisi de kız olarak doğardı. Çocuklar eşit sayıda kız ve oğlan olarak büyürler ve bulüğ çağına gelince de bir sene evvel doğan kızla bir sene sonra doğan oğlan evlendirilir: Bir sene evvel doğan oğlan ile de bir sene sonra doğan kız evlenirdi. Bu da Allah’ın emri ve şeriatının iktizası gereğiydi. Sonra nesiller çoğalıp dağılınca bu hüküm kalktı. İnsanoğlu zamanla bugünkü gibi istediği ile evlenir oldu. Meşhur “Kabil-Habil olayı” da zaten bu evlilik konusundan çıktı.
Buyurun size Araf süresinin 27. ayetinin meali:
“Ey Âdemoğulları! Şeytan, babanızla annenizi (Âdem ile Havva’yı) onların elbiselerini soyarak onlara ayıp yerlerini göstertmek için cennetten çıkarttığı gibi, sakın sizi de saptırıp yoldan çıkartmasın. Çünkü; o ve kabilesi, (yani şeytana yamaklık eden bedava askerleri) sizi, sizin onları hiç göremeyeceğiniz taraftan görürler.”
Şimdi siz söyleyin bakalım TV lafazanları, siz şeytanı nasıl görüyorsunuz, o sizi nasıl görüyor?
Ben söyleyeyim. O şeytan ki, kör gözüyle değil de size dost gözüyle bakıp sırtınızı sıvazlıyordur. Çünkü siz ona hizmet ediyorsunuz. Dinin akaid-i asliyesini (hükümlerini) bozanlar yahut değiştirmeye kalkanlar İslâm ümmeti olamaz. Bunlar şeytana kul, Allah (cc.) Hazretleri’ne ve Resûlü’ne düşman olurlar.
“Sünnet düşmanlığı hadis inkârcılığı” diye sürekli dillendirdiğimiz konular lütfen küçümsenmesin, bu hastalığa yakalanmış olan arkadaşlara bir öğüt olsun diye yazıyoruz bunları; belki faydası olur... Zira bunun önü uçurumdur. Peygamberimize ufak ufak hudut çizmeye kalkanlar, inşallah ahiretlerini cehenneme çevirmezler.
Sünnet deyince hemen aklımıza ilk gelen Efendimiz’in hâdisleri ve yaptıklarıdır. Aslında Allah’ın da sünnetleri vardır. Tefsirciler Kur’an’da geçen “Allah’ın sünnetleri ayetini” (3) “Allah’ın kanunları” diye tercüme etmişlerdir. Burada çok dikkatli olması gereken İslamoğlu ve avanesine söylüyorum. Allah Resûlü’nün hiçbir kanunu (sünneti) Allah’ın kanunuyla (sünnetiyle) ters düşmez.
Bu sünnet inkârcılığı sizi küfre götürür, şirke sürükler, cehenneme yuvarlar. Buharî ve Müslim’deki hâdisleri alenen inkâr etmek, Peygamber düşmanlığını çağrıştırır, körükler. Ümmeti saf salak zannetmeyin, gerçekten bedelini Allah çok ağır ödettirir, bir anda ne olduğunu anlayamazsınız. Bu satırların yazarı belki sizin kadar âlimlik taslama hakkını kendinde göremez amma, babalarınız yaşında biri olarak da Peygamber aşığı bir garip ümmet oğlu olduğunu haykırmaktan da çekinmez. Haberiniz ola.
Daha önceki bir ikaz yazımda demiştim size, tekrar yazayım, “bu bir hâdistir, zayıf hadis” diyen aklı başında hocalar da var amma, bu söz zirvesine kadar doğru ki, Kur’an’ın ahkâmına ise tıpa tıp şöyle uyar:
 “Kim kafasına göre, keyfince Kur’an’ı tefsir ederse mutlaka küfürdedir.” Hâdisi inkâr etmek de ayrı bir noksanlıktır. Çünkü; Allah elçisinden böyle bir ihtar çıkmamış bile olsa, doğruya doğru dememiz üzerimize vacip sayılır.
Necm Suresi’nin şu ilk beş ayeti bize yeter de artar bile: “Onlar hala bir mucize görseler bile yüz çevirir, ‘bu bir büyüdür’ derler.”
“O Peygamberin dediği bütün sözler doğrudur sağlam ve hikmet doludur...
Onlar Peygamberi yalanladılar, arzularına uydular. Peygamberin her işi kalıcıdır. Ancak onlara bir fayda vermiyor...”
Bu konu Laik Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk olarak bir cumhurbaşkanının da gündemine girdi. Orada toplumsal kaosa kapı aralayan bir dejenerasyon belirtileri vardı.
Kâhin falan değilim ama Mustafa’nın babası gibi, diğerlerinizin de babaları Allah bilir size küs ve babalık haklarını helal etmiyorlardır. Yazık değil mi?
Şimdi de son olarak size Al-i İmran Sûresi’nin 20. ayetini takdim edelim de sözü keselim... “seninle mücadele ederlerse” diye başlayan ayetin açık manası şöyle;
“(Habibim) seninle mücadele ederlerse, (şöyle) de: “Ben, bana tâbi olanlarla birlikte, kendimi Allah’a teslim etmişimdir.” Kendilerine kitab verilenlerle ümmilere (Arab müşriklerine) de deki: “Siz de İslâm’ı (Allah’a teslim olmayı) kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse, muhakkak doğru yolu bulurlar. Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen (vazife) ancak tebliğdir. Allah kulları(nı) layıkıyla görücüdür.”
Ne hâlleri varsa görsünler... Dualarla hoşça kalın...
 
Dipnotlar:
(1) Zariyat Sûresi, 2
(2) Rahman Sûresi, 14-15
(3) Ahzab Sûresi, 39
 
Baran Dergisi 566. Sayı