Doç. Dr. Ebubekir Sifil, bu yıl “Medeniyet Hafızamız Kütüphaneler” temasıyla Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde gerçekleşen 4. Uluslararası Arapça Kitap ve Kültür Günleri etkinlikleri çerçevesinde, M. Zahid el-Kevserî’nin “Makalât” adlı eseri hakkında düzenlenen programda konuştu. Zahid el-Kevserî’nin hayatı, şahsiyeti, eserleri, ilmî ve itikadî duruşu ve makaleleri üzerine konuşan Doç. Dr. Sifil, Kevserî’nin “El İslâm” dergisinde makaleleri yayınlanmaya başladıktan sonra geniş kitleler tarafından hüsn-ü kabulle karşılanan bir ilim adamı olduğunu ifade etti. 

“Âlimlerin Tekfir Ettiği İsim” 
Kevserî’nin sözünü sakınmayan, kınayanın kınamasından korkmayan bir insan olduğunu söyleyen Doç. Dr. Sifil, insaf ve itidalden ayrılmayan Kevserî’nin bazı çevrelerce önyargılı bir şekilde tahrifçilikle suçlandığını ifade etti. “Bütün eserlerinin bir kaç defa okumuş biri olarak, Kevserî’nin gayr-ı iradî hatalar dışında her hangi bir mevzuu bilerek, isteyerek bir hata işlediğine şahit olmuş değilim. Kevserî’nin bazı muhaliflerinin onu yalancılıkla, selefe iftira, tahkir iddiaları olsa da böyle bir şeye rastlamış değilim.” diyen Sifil, İmam Kevserî’nin bazı sözleri nedeniyle ağır hakaretlere ve tekfire nasıl maruz kaldığını şöyle anlattı;

“Hz. Enes B. Malik hazretlerinin ilerleyen yaşı nedeniyle hafızasındaki bazı hadislerin rivayet kaynaklarını karıştırması söz konusu olmuştur. Bazı sahabelerin, iyice yaşlandıklarına inandıkları dönemlerinde hadis rivayet etmekten vazgeçtiği vaki olmuştur. İmam Kevserî’nin de, Hz. Enes (ra) hakkında da bir yazısı var. Bu yazısı nedeniyle muhalifleri onu “sahabeye iftira atmak” ile itham etti. Oysa işin aslı, onların iddia ettiği gibi Hz. Enes’e “bunak” dememiştir. “Hafızasıyla ilgili sorun yaşamış olabilir” demiştir.

Selefî kesimin önde gelen “âlim” isimlerine de temas eden Sifil, şöyle devam etti;

“Selefî kavramının ifade ettiği yeknesak bir kitle yok. Kendisini selefî olarak ifade eden gruplar arasında da çok ciddi, hatta itikadî noktalarda ihtilaflar vardır. Bir kısmı alabildiğine tekfirci, bağnaz, bir kısmı ise daha mutedildir. İslâm coğrafyasında da, “Es-Selefîyyetü’l Madhaliyyetü’l Camiiyye” ismiyle anılan tekfirci bir kitle var. Bu kesim, İmam Kevserî hakkında tekfir dili kullanır. En hafif tenkitleri onun “Cehmîyye”den olduğu şeklindedir. Bunu genellikle Eş’arî ve Maturidî camiaya itham olarak da kullanırlar. Cehmiyye, Allah’ın sıfatlarını inkâr eden bir kesim. Ehl-i Sünnet kelam uleması, Allah’ın sıfatlarını reddetmiyor. Sadece bir kesim tarafından sıfat kabul edilen şeylerin zannedildiği gibi sıfat olmadığını söylüyor. Ehl-i Sünnet içinde bir kesim daha var ki, onlar selefin ekseriyetidir; bunlar “haberî” veya “müteşabih” sıfatları tevil etmeyi doğru bulmaz, olduğu gibi kabul etmeyi ancak tenzih akidesini de ihlal etmemeyi esas alır. Bu iki tenzihin muhafazası arasında önemli bir fark yoktur. Bir kısmı nasları olduğu gibi kabul edip teşbihe veya tecsime girmez, diğer kısmı da tenzihi muhafaza için tevile gider fakat bunun kural ve usulü vardır.”

Doç. Dr. Sifil, selefî camiasından diğer iki ünlü isim olan El Uneyman ve El Herevî’ye dikkat çekerken şunları söyledi; 

“Günümüz Selefîlerinden, Abdullah El Uneyman diye bir zat var. Allah’ın sıfatlarını anlatan bir kitabında diyor ki, “Allah’ın iki eli ve ellerinde parmakları vardır...” Şimdi bu teşbih mi yoksa isbat mı? Bu ilk bakışta anlaşılamayabilir. Biraz yakından baktığımızda ise evet, Allah’ın “el” ve “parmak” sıfatları vardır. Ancak hiçbir ayette ve hadiste “parmağın elde olduğu” ifadesi geçmez. Böyle bir nas yok. Bu zat, burada bir kastı olmadığını söylese de, kafasının arkasında insan eli gibi, parmakla eli yekpare düşünüp “Allah’ın ellerinde parmakları vardır” demektedir. 
Yine aynı çevrenin selef imam kabul ettiği Ebu İsmail El Herevî, “Menâzilü’s-Sâirîn” adlı eseri var. İbn’ül Kayyum’un, ‘Medaricu’s-Salikîn’ adıyla şerh ettiği eserdir. Minberden, Eş’arîleri açıkça tekfir eden, ‘Eş’arîlerin kestiği yenmez. Bunların hanımları boştur.’ diyen bir adam. Şartlar yerinde olduğunda Ehl-i Kitab’ın kestiğini bile yiyen Eş’arî Müslümanlar için neden böyle söyler. Çünkü ona göre Eş’arîler “mürted”dir. İşte bu kesimin İmam Kevserî’yi hedef almasının sebebi olarak gösterilen “sıfat inkârcılığı” iddiası asılsızdır. Tevil, yerinde, dozunda, usulünce yapıldığı takdirde gereklidir. Bu bakımdan tevilsiz bazı ayetleri dahi zahiren anlayamayız.

M. Zahid El Kevserî Kimdir?
Doç. Dr. Sifil, Kevserî’nin itikadî çizgisi ve ilmî çalışmalarına dair şunları söyledi;

“100’ü aşkın makalesi var. Kur’an, Hadis, Fıkıh, İtikad, Tarih, ulemanın hayatı ile ilgili makalelerden oluşan kitabı Türkçe’ye de kazandırılıyor. Makalât, doğrudan doğruya okuyucunun istifade edebileceği bir eser değil. O nedenle tercüme eseri ilave notlarla yazma ihtiyacındayız. Bir kısmı yazma olmak üzere 50 civarında eser sahibi olan Kevserî’nin yazdıklarının tam olarak tahkik edilmemiştir.” Sifil, bugüne kadar tıpkıbasım ve tahkiksiz basılan Makalât’ın 2. cildinin önümüzdeki Ramazan ayında düzenlenecek kitap fuarına yetişeceği müjdesini verdi.
M. Zahid El-Kevserî’ye “imam” demesinin sebebini, “İslâmî ilimlerin her şubesinde eser vermiş otorite” olarak işaret eden Doç. Dr. Sifil, onun oryantalist, modernist, reformist, Şia çevrelerine karşı yazan bir âlim olmasına rağmen karalandığını, bazı hataları olmakla birlikte, Kahire’deyken Abduh, Afgani gibi reformistlerle mücadele ettiğini vurguladı. Sifil şöyle devam etti;

“İmam-ı Şafiî, Risale’sini yazarken tahkik ettirdiği eserin her seferinde hata bulundu; hata sayısı 10’u aşınca, “Bırakın. Allah kendi kitabından başka bir kitapta hata bulunmamasını murad etseydi bu olurdu.” demiştir. Dolayısıyla ölçü ve itidali bırakmadan tenkid haktır. Yeter ki ümmetin âlimleri itibarsızlaştırılmasın.”

Düzce doğumlu, Çerkes göçmeni olan Kevserî’nin soyadı nedeniyle pek tanınmadığını hatırlatan Doç. Dr. Sifil, Türkiye’de onun İttihatçılarla da mücadele ettiğini, Mısır’dayken kitap tercüme ederek geçindiğini, ömrünün sonuna doğru hastalandığını, tedavi masraflarının karşılanmasını reddedip, kütüphanesindeki kitaplarını satarak masraflarını karşıladığını söyledi.

11 Ağustos 1951’de Kahire’de vefat eden ve İmam-ı Şafii hazretlerinin kabrinin yanına defnedilen Kevserî’nin, son Osmanlı şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi tarafından “şeyhülislam vekili” olarak tayin edildiğini belirten Sifil, bu tayinin gerekçesinin, “devrindeki ilim adamlarına karşı mücadelesinden duyulan iftihar” olarak açıklandığını ifade etti. 

Haber: Cumali Dalkılıç