5 Aralık 1999... Bizce bu tarih, Türkiye'deki İslâm İhtilâli ve İnkılâbına doğru gidilen yolda bir dönüm noktası, bir milattır. Bu ifadeleri, “fikri peşin söylemede peşin hükümcülük değil fikir namuskârlığı vardır” (Hikemiyat, S. Mirzabeyoğlu) prensibinden yola çıkarak belirtiyoruz. Bu tarih, sadece “geçmiş” kaydıyla hatırlanacak değil, öncesi ve sonrası ile değerlendirilmesi gereken ve “asıl hayatın rûhî hayat”ta vukû bulduğunu anlayanlarca hâlen devam eden bir süreçtir.

“5 Aralık” sadece tarih diliminden bir gün olarak değil, bir memleketin, milletin vicdanının, hür sesinin var kalmak-yok olmak arasında kıvrandığı ve 145 m²'lik bir alan içinde nadir görülen bir zaferin, kıyamın adıdır!
Elbette, “Zafer Allah'ındır!” ve onu hediye ettiği için şükürden gayrı yol yoktur...
Bu satırlarda “abartı” olduğunu zannedenler çıkacaktır,   onlara bugünün, Face book ve Twitter'den Atatürk ve İsmet İnönü geyikleri yapıldığı, demokrasi ile doğmuş ve beslenmiş gibi onun içselleştirildiği ve İslâm Devleti Kaygısı'nın kalmadığı (layt) ortamı baz alarak değil, Müslümanların evlerinin basıldığı, rejim polislerinin ayakkabıları ile girdiği namaz kılınan evlerden Salih Mirzabeyoğlu'nun kitaplarını Engizisyon'a taş çıkartırcasına bir cahillikle topladığı, işkencehânelerde Allah'ından Peygamberine, analarından bacılarına kadar küfür edilerek bu memleketin evlatlarına kıyıldığı, gazetelerinde boy boy resimleri ile beraber İslâm'a saldırıldığı, Müslümanların adi birer suçlu gibi cezaevlerine tıkıldığı dönemi baz alarak okumaları gerek. Osmanlı'nın şanlı devirlerini kendi malı gibi gazete köşelerinde yahut sosyal ortamlarda harcayarak gün geçirenlerin gözü ile değil, şanlı dedelerinin torunlarının, yani bugünkü kardeşlerinin işkencehanelerde “Allah” diye kıvrandığı, ailelerinin cezaevi görüşlerinde ömür tükettiği ama bir gün bile gıkını çıkarmadığı, düşman karşısında eğilmediği, bükülmediği, kanı-canı pahasına özgürlük türkülerini savurdukları cezaevi maltalarını, memleketinin meydanlarını dolduran bir avuç Müslümanın gözü ile bakmaları gerek. Hiç olmazsa, Hazreti Ebu Bekr'in, "Ağlayabilenler ağlasın, ağlayamayanlar ağlar gibi dursun!" ihtarını göz önünde bulundurarak bakmalı ve okumalı; atalar sözüdür “çifte yürekli erkekler
şahım gelir bu yane”...
 
İslâm Düşmanlarının Kudurduğu Bir Dönem
İslâm'ın, millet ve memleketin düşmanı 28 Şubatçı güruhu, ağzından “Atatürk” ve “Onuncu Yıl Marşı”nı düşürmeyenleri kimlerin ne şartlar altında savaşarak nasıl derdest ettiğinin  muhasebesi bugün yapılmıyor, yapılamadı. “İslamcı” camianın iktidardaki parti ile demokrasiyi bünyevileştirmeye çalıştığı bugünün aksine Atatürk’e laf atma geyiklerinin hayal bile edilemez demlerinden bahsediyoruz. Sol camianın ne yapacağını şaşırdığı ve suskun bir şekilde köşesinde beklediği ve yine “sağ” kesimin de diğerleri gibi seyrettiği ve “muhafazakâr-İslâmcı” kesimin hazırola durduğu demler... Pennsylvania'daki emekli vaiz'in Genel Kurmay'a mektup yazarak bağlılığını bildirdiği, şimdinin meşhur “İslâmcı” köşe yazarlarından hiçbirinin nefes alma seslerinin dahi duyulmadığı, rejim polislerinin başı örtülü bacılarımızın ağızlarını kapayarak sürüklediği, jandarmanın Kur'an Kurslarını bastığı bir dönem... Şimdi maalesef, sosyal paylaşım siteleri ve gazete köşelerinde, nargile çay bahçelerinde hava atma aracı olan (tövbe haşa) şu hadisi şerif'in, sanki hiç bilinmiyor “gibi” yapıldığı bir dönem “Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytandır!”
Kıyıda-köşede "Öyle bir zaman gelecek ki, imanı muhafaza etmek, elde kor tutmak gibi olacak." hadisini tekerleme halinde söyleyip, pis rejime karşı savaşanlara çamur atan “teyze adamlar” a Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun “devir o devir ama siz de hiç kor tutan bir hâl yok!” dediği demler... 1996'nın sonu 1997'nin başları...
 
“İslâmcılar Silaha Sarılacak!”
“28 Şubat” a Türkiye çapındaki ilk tepki 1997 tarihli 30 Mart Yeni Yüzyıl gazetesi manşetinde “İBDA-C üyesi Soykan’a Dayanarak” şöyle yer aldı: “İslâmcılar Silaha Sarılacak!”
Hareket olarak Hazreti Ömer'in iman öfkesinden beslenen ve düşman karşısında rengini belli etmekten çekinmeyen İBDA hareketinin meydana çıkışı ve tepkisinin ciddiyeti rejim tarafından korkulu gözlerle seyredildi. Bütün fraksiyonu ve renkleriyle herkesin “her şey bitti” dediği bu dönemde hasmını gözüne kestiren İBDA, herkesin aksine, baştan beri yürüttüğü stratejisinden zerre taviz vermeyerek, devre devre büyüyen gücü ile kavgasının dozajını daha da arttırdı.
Kemalist rejim'in köleleri, düşman, 1997 sürecinin sonunda İBDA MİMARI’nı “Terör Örgütü Lideri” iddiasıyla tutukladı. 28 Şubat 1997’de, bugün Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül'ün ifadesiyle “bir saat içinde 60.000 kişiyi, bir hafta içinde 140.000 kişiyi imha etmeyi” hedefleyen İslâm düşmanları, İBDA’nın öne atılışı ile onbinlerce polisi ve yüzbinlerce askerine rağmen geri adım atmış, kendisini geri adım attıranı da bütün “İslâmcı camia”nın gözü önünde bir şekilde imha edebilmeyi düşünerek Metris Cezâevi'ne hapsetmişti… 28 Şubat’ın sonradan “post-modern darbe” olarak isimlendirilmesi de bu yüzden; aksi durumda, gayet modern (!) bir şekilde katliam yapacaklardı…İşte, Sincan'da Çin hükümeti gibi tanklarını yürüten Allah ve Resulü'nün düşmanı 28 Şubat'çıların bütün hevesleri pis kursaklarında takılı kaldı.
 
“Ümmetin Kurtuluş Yılı”
1999’a gelindiğinde İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu “Müslümanlar dik durun! Karşınızda leşler var.” nidası ile cezaevi zindanlarında Kemalist rejime karşı kavgasını sürdürmeye devam ediyordu. Ardından “Ümmetin Kurtuluş Yılı” olarak ilan etti bu yılı... Rejim bekçilerini birden panik havası sardı; çünkü başörtüsü düşmanlarına karşı memleketin her yanından İBDA cepheleri “kendinden zuhur” şeklinde boy göstermeye başladılar. Akşamları içkinin gırla gittiği orduevlerinden tutalım Allah'a Peygambere sövmeyi adet hâline getirmiş satılık olan medya taifesine kadar bütün şubeleri ile Laik Rejim'e karşı bir teyakkuz başladı... İBDA cephelerinin taarruzları İslamcı camia içerisinde bir şahlanışa, özgüvene de yol açmıştı... Gazetelere ilan veren İBDA cepheleri “Merveler dik durun, 1999 kurtuluş yılınız” (10 Mayıs 1999 ) diyerek her saha da boy gösteriyordu. Başörtüsüne düşmanlığı ile nam salan ve bugün hâlâ utanmadan sokakta gezen Prof. Dr. NUR SERTEL bakın bu mevzuu Cumhuriyet Gazetesi'nde nasıl anlatıyordu:
“ (Kılık-kıyafetin bireysel bir tercih olduğu ve türbanla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, üniversitelere girmenin ya da devlet memuru olmanın engellenmesinin demokrasi ile bağdaşmayacağına ilişkin siyasal İslamcı söylemlerin ne derece inandırıcı olduğu uzun zamandır tartışıla gelmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başı örtülü olarak girmenin bireysel bir tercih olmanın çok ötesinde anlam taşıdığı açıktır. Amaç, siyasal İslam'ın bayrağı olan türbanı ve onun temsil ettiği radikal İslamcı görüşleri Meclis’e taşımak ve ardından da üniversitelerdeki ve devlet memuriyetindeki türban yasaklarını kaldırmaktır. Kamuoyunda bu konuda oluşan tepkinin yersiz olmadığı, türbana ve onu Millet Meclisi’ne taşımak isteyenlere sahip çıkan kesimlerin niteliği ile giderek daha da açıklığa kavuşmaktadır. Bunun en somut kanıtlarını yine İslamcı medyanın yayın organlarında görmek mümkündür. Federatif yapılı bir İslam devletinin kurulması amacıyla faaliyet gösteren İBDA-C (İslami Büyükdoğu Akıncılar Cephesi) Merve Kavakçı’ya sahip çıkan örgütler arasında yer almaktadır. İBDA-C’nin, bir islamcı gazeteye verdiği ilanla “Merveler dik durun, 1999 kurtuluş yılınız” ifadesini kullanması, türbanın basit bir kıyafet tercihi olmanın çok ötesinde anlam taşıdığını ortaya koymaktadır.  Prof. Dr. NUR SERTEL, Türban ve Türk Kadını, Cumhuriyet Gazetesi, 13.5.1999 )
Bugün başörtüsünün meclise girme davasını nasıl kazanıldığını bilmeyenler, sadece bir siyasi parti başarısı olarak görenlerin alakasına sunulur yukarıdaki satırlar.
İBDA Hareketi sesini öyle gür çıkarıyor ve davasını savunuyordu ki, kuduz İslâm düşmanlığında başı çeken  Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş tarafından Fazilet Partisi’nin kapatılmasının kanıtları arasında değerlendiriliyordu: ANKARA, 4.6.1999 SAYl: SP.95 Muh.1999/252  Anayasa Mahkemesi Başkanlığına  Fazilet Partisi'nin kapatılmasına ilişkin olarak düzenlediğimiz 7.5.1999 gün ve 116 sayılı iddianamemizde…25.5.1999 günü, ATV'de 19 Haber bülteninde yayınlanan konuşmasında Merve Kavakçı: Asselamünaleyküm ve rahmetullah, demiştir… 10 Mayıs 1999 tarihli AKİT GAZETESİ’nde, «İBDA»nın  ilanı yayınlandı. Bu ilanda şöyle deniyor: (MERVE’LER DİKDURUN 1999 KURTULUŞ YILINIZ)…  Vural  SAVAŞ Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı”
Allah'ın selâmını bile hazmedemeyen bu pis zihniyeti eylemlilikleri ile dehşete düşüren İBDA Cepheleri tüm memleket çapında bir hareketliliği sağlamış ve güç dinamiğini tersine çevirmeyi başarabilmişti. Panik havasına giren Rejim bekçileri bir yandan soygunlar, yolsuzluklar içerisinde devlet hazinesi ve varlıkları çalmaya başlayarak “nasıl olsa batıyor, götürdüğümüz kârdır!” psikolojisi içerisine girmişti. Bu yüzden çok kısa bir süre içerisinde ekonomik istikrarsızlık had safhaya ulaşmıştı.
İşte tam böyle bir anda haince bir plan sergilendi; maksat başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere 60'ı aşkın İBDA'cının bulunduğu Metris Cezâevi'ne Türk Ordusu'nun(!) rütbeli subayları ve askerlerince operasyon yapmak ve bu operasyon esnasında Salih Mirzabeyoğlu'nu “kaybetmek!”
 
5 ARALIK 1999... (Buna er meydanı derler bunda söz olmaz!)
O güne ait olanları hiçbir kelimesine dokunmadan 6 Aralık'ta yayımlanan gazetelerden derlediğimiz haberlerle paylaşıyoruz:
 “Metris'te çatışma
Metris Cezaevi'nde, resmi kaynaklara göre arama, resmi olmayan kaynaklara göre ise nakil yüzünden çatışma çıktı. 7,5 saat süren olayda çok sayıda asker yaralandı.
Metris Cezaevi'nde İBDA/C örgütü üyeleri ile jandarma arasında çatışma çıktı. 8.30'dan 16.00'ya kadar 7,5 saat süren isyanda, resmi olmayan rakamlara göre; 1'i binbaşı 54 asker yaralandı, 2'si binbaşı 152 asker rehin alındı. Olaydan sonra kalçasından aldığı bıçak darbesi ile yaralanan Binbaşı Hüseyin Bakır, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde yapılan ilk tedaviden sonra taburcu edildi.
22'si subay 152 rehin
Salih Mirzabeyoğlu olarak tanınan yasa dışı İBDA/C örgütünün elebaşısı Salih İzzet Erdiş'in avukatı Hasan Ölçer, örgüt üyelerinin 2'si binbaşı olmak üzere 20 subay ve astsubay ile 130 er ve erbaşı rehin aldığını bildirdi. İsyan esnasında cezaevi önünde açıklama yapan avukat Ölçer, cezaevinde İBDA/C örgütü üyelerinin kaldığı B-2 koğuşunda, saat 08.30 veya 09.00 sıralarında isyan çıktığını söyledi. Örgüt üyelerinin kaldığı B-2 koğuşuna, aralarında üst düzey subayların da bulunduğu çok sayıda askerin arama yapmak için geldiğini belirten Ölçer, "Bu uygulamanın, cezaevinden bazı mahkumların başka cezaevlerine nakli amacıyla yapıldığı anlaşılınca, örgüt üyeleri ile güvenlik güçleri arasında çatışma çıkmış." dedi.” (6 Aralık, Zaman Gazetesi)
Cumhuriyet Gazetesi ise “Metristen telefon ile arayan” bir İBDA'cının “rehinelerin isimlerini verdiğini” söylüyor ve hepsinin adı ve soyadını yayınlıyordu 6 Aralık'ta...
Hürriyet Gazetesi:
“Jandarmaların içeri girip arama yapmaya başlamalarını sessiz bir şekilde takip eden ve 67 kişi oldukları belirtilen İBDA-C'liler Salih İzzet Erdiş'in ‘‘Allahüekber’’ diye bağırıp işaret vermesiyle isyanı başlattılar. Sopa, demir çubuk ve delici-kesici aletler taşıyan mahkumlar, karate, teakvando ve kickbox darbeleri ile askerlere saldırdı.
ASKERLERİN ELLERİNİ BAĞLADILAR
Neye uğradıklarını şaşıran jandarmalar, operasyonu yöneten Halkalı Jandarma Komando Taburu Komutanı Binbaşı Hüseyin Bakır'ın bıçak tehdidiyle etkisiz hale getirilmesi üzerine çekimser kaldı.
Saldırıya karşı koymakta geç kalan jandarmalar kısa sürede etkisiz hale getirilip, avludaki brandanın altında elleri bağlı olarak yere yatırıldılar.
50'DEN FAZLA YARALI
Kapıya barikat kurup isyan başlatan İBDA-C üyeleri cezaevine takviye birlikler getirilmesi üzerine ilk aşamada yaralıları bıraktı. Yaralılardan 12'si başlarına sopa darbesi aldıkları için GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi'ne sevk edilirken, 23'ü ise ayakta tedavi gördükten sonra taburcu edilerek cezaevine geri gönderildi. Cezaevindeki gelişmeler hakkında sürekli bilgi alan İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, ilk belirlemelere göre B-2 koğuşunda 106 jandarmanın rehin tutulduğunu söyledi.
TAKVİYE BİRLİK
Mahkûmlar yeni bir operasyon ihtimaline karşı koğuş kapılarına barikatlar kurarken, Metris Cezaevi'ne çok sayıda takviye birlik getirildi. Bu arada belediye otobüsleri ile İzmit'ten de jandarma birliği Metris'e gönderildi. Cezaevine çok sayıda itfaiye aracı ve ambulans Metris'e geldi.
SORUNLARI VARMIŞ
Mahkûmların, etkisiz hale getirdikleri jandarmaları bırakmamakta ısrar etmeleri üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici ve Bakırköy Cumhuriyet Başsavcısı Celil Demircioğlu cezaevine giderek isyanın sona erdirilmesi için görüşmelere başladı.
Avluda gösteri
Jandarmalara saldıran İBDA-C'lilerin rehin aldığı 150 asker avluda bekletildi. Avluya beyaz hilalli mavi örgüt bayrakları ve Arapça yazılı bayraklar asan İBDA-C'liler avluda toplanarak gösteri yaptı.”
 
Eğer gayret gösterirsen, duayı (icrada-aksiyonda-eylemde) ararsan, Allah'ın yardımı sana misliyle gelir. İslam tarihi bunun misalleri ile doludur. Mana ve ruhun "görünebilmesi", ortaya çıkabilmesi için nasıl maddi alemde bir "cisim, şekil, suret" şartsa, Allah'ın nusretinin gelmesi için tek kişilik dahi olsa aksiyon şart Allahualem. Bunun böyle olduğunu o eylemleri yapanlar iyi bilir. Tek kişi dahi olsa, sanki arkasında bütün dünyayı bindirdiği bir kaldıraç varmış gibi, eylem-aksiyonlar, çaplarını çok aşar şekilde öyle bereketli ve hayırlı neticeler vermiştir, vermektedir.


Fatih Turplu
Baran Dergisi 360. Sayı