Selâm ile...

19. yüzyıldan itibaren emperyalist sömürünün hedefi olan, yüzyıl boyunca ajan hükümetler eliyle sürekli boyunduruk altında tutulan, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Batı’nın askerî müdahaleleriyle kaynayan kazana dönen Ortadoğu coğrafyası, “Arap Baharı” denen muammadan sonra bugün çıkılması güç bir vaziyetin içerisinde... 

2011’in başından bu yana savaşın devam ettiği Suriye’de milyonlarca insanın evinden yurdundan olmasına, yüz binlercesinin katledilmesine mukabil sesi çıkmayanlar geçtiğimiz hafta kim tarafından yapıldığı belli olmayan bir kimyasal saldırı neticesinde boğaz boğaza geldi. Rusya ve İran’ın uyarılarına karşı ABD, İngiltere ve Fransa üçlüsü Suriye’yi vurdu. Rusya ise misilleme tehdidlerinin arkasında durmadı. Bu da gösteriyor ki hiç bir güç, bir başkasını doğrudan karşısına alma cesaretini kendisinde göremiyor. Fakat hâdiseler çok gerilimli bir hatta ilerliyor ve bu hal bize “silahla oyun olmaz” sözünü hatırlatıyor. Yani her şey bir anda “şaka” olmaktan çıkabilir.

Sahibi bulunduğu tabiî zenginlikler (en başta petrol elbette) ve bize vatanlık etmesi bir tarafa, bizim zaviyemizden Ortadoğu’nun asıl önemi Hak din İslâm’ın kalbi olması. Kadim (ve bu günkü) dünyanın çekirdeğini teşkil etmesi hasebiyle, diğer muharref dinlerin müntesibleri açısından da son derece mühim bir coğrafyadır Ortadoğu. Yani şöyle böyle bütün dünyanın gözünün üstünde olduğu bir bölge. Kader sırrını bu kadar canlı hissettirebilecek başka bir zaman ve zemin birlikteliği uzun bir süredir böylesine yaşanmamıştı kanaatimizce. Dolayısıyla dünya hâkimiyetini elinde bulundurma gayretinde olan Emperyalistlerin, Siyonistlerin, vs. bu toprakları zabturabt altında tutma çabaları bitecek gibi gözükmüyor.

Başta ABD olmak üzere Batılı devletler “menfaatlerimizi koruyacağız” niyetiyle İsrail’in değirmenine su taşımaya devam ediyor. İsrail ise, bâtıl da olsa, dininin kendisine emrettiği şekilde vaziyet alıyor. Yarın muhtemel bir savaş durumunda, devletlerin tüm maddî güçleri ile beraber menfaatleri de yerle yeksan olduğunda ayakta kalacak devletler, kendi inançlarına sarılanlar olacak. Bugün bunu, devlet çapında bir tek İsrail yapıyor. Bu şartlarda Nihai Büyük Savaş’a, “Melhame-i Kübra’ya Doğru Adım Adım” yaklaşıyoruz. İsrail’in bâtıla olan bağlılığını, Müslümanlar Hak olana ne zaman gösterecek merak ediyoruz.

Kapağımızda bu meseleyi değerlendirdik ve “Melhame-i Kübra’ya Doğru Adım Adım” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe, “Türk Dış Politikasındaki Dengesizlik” başlıklı yazısında işledi.

Çakal Carlos (S. Muhammed)’un bu haftaki yazısının başlığı “ABD’nin Kimyasal Saldırıları Bahane Etme Hakkı Yok.”

Bolu F Tipi Cezaevi’ndeki gönüldaşımız Ali Acar, “Ömrümüzden Bir 28 Şubat Daha Geçti” başlıklı bir yazı kaleme aldı. 

Star Gazetesi Yazarı Ardan Zentürk ABD, İngiltere ve Fransa’nın kimyasal silah kullandığı iddiasıyla Suriye’yi hedef almasını Baran okurları için değerlendirdi.

Gazeteci-Yazar Ufuk Coşkun geçtiğimiz hafta neticelenen 28 Şubat davasını Baran Dergisi okurları için değerlendirdi.

Cumali Dalkılıç, okumak ve anlamak arasındaki münasebeti “Bu Devirde Okumaya Dair” başlıklı yazısında değerlendiriyor. 

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kainat plânını farklı veçheden ele aldığı Ölüm Odası B-Yedi’nin bu haftaki başlığı “Kaytazdere (Bir Yıldız Kümesi)”

Osman Temiz “Asklepios ve Horoz Borcu” başlıklı yazı dizisinin sekizinci bölümüyle dergimizde. 

Oğuz Can Şahin “Bir Rus Besteci” başlıklı yazısında bestekâr Modest Musorgski’den bahsediyor.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz. Nice sayılarımızda görüşmek dileğiyle Allah’a emanet olun...