Selâm ile...

Kurulduğu günden itibaren Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde şaibeli birçok hâdise vukû buldu. 2002 yılında Ak Parti iktidara geldikten sonra da şaibeli suikastlar, eylemler ve kumpaslar devam etti. Kudretin bu fiilleri gerçekleştirenlerin elinde olması, yeniden moda olan tabirle “at iziyle it izinin” karışmış bulunması ve çözüm odaklı iradenin tesis edilememesi dolayısıyla bu hâdiselerin neredeyse hiç biri çözüme kavuşturulamadı ve karanlığa gömülüp gitti.

Bu topraklarda İslâm’ı baş düşman belleyerek amansızca saldıranların bir asrı aşkın süre sonra alaşağı edildiği “15 Temmuz” sonrasında, Müslüman Anadolu insanını hedef tahtasına oturtan her tür karanlık fiilin faillerinin ortaya çıkarılması yönünde bir irade oluştuğunu gözlemliyoruz. Yakın geçmişte yaşanan Hızır Ali Muratoğlu Hoca, Bayram Ali Öztürk Hoca, Necib Hablemitoğlu, Üzeyir Garih, Hrant Dink, Rahip Santoro ve Muhsin Yazıcıoğlu suikastları bunların başında gelmektedir.

Her şeyden evvel bilinmesi gereken merkez hakikat şudur: Bu topraklarda emperyalistler adına onların uşakları tarafından gerçekleştirilen tüm operasyonların hedefi İslâm ve Müslümanlar olmuştur. Kemalizm’e İslâm’ı her ne yolla olursa olsun Anadolu’dan silmek nasıl ihale edilmişse, FETÖ’ye de yükselişi durdurulamadığı için İslâm’ı içten çürütmek işi verilmiştir. Hatırlarsınız, geçtiğimiz hafta kapağımızda “FETÖ’nün Babası Kemalizm’dir” ifadesini kullanmıştık. Bu iki güruh satıhta ne kadar birbirlerine düşmanmış gibi gözükse de özde ve gayeleri itibariyle birbirlerinin aynıdırlar. İkisinin de efendileri müşterektir, ortak düşmanları İslâm ve Müslümanlardır. Aralarındaki tek fark efendilerinin kendilerine ihale ettikleri vazifenin metodudur; halef-selef ilişkisi içerisinde birbirleriyle yaşadıkları münakaşanın tek sebebi en iyi uşağın kim olacağı kavgasıdır. Çünkü efendilerin emir verdiği uşakların en üstünde olmak, menfaatleri de azami düzeye getirmek mânâsı taşımaktadır.

Türkiye’nin dışarıdan yediği operasyonların tamamının içerideki taşeronlar vasıtasıyla icra edildiğini göz önünde bulundurursak, “olmazsa olmaz işler” listemizin başına, hiç bir ayrıma tâbi tutmaksızın yuları emperyalistlerde olan güruhlara yaptıklarının bedelini en ağır şekilde ödeterek terbiye etmeyi koymalıyız. Bunu yaparken dışarıdan çok ses geleceği aşikar; kimse avantajını kaybetmek istemez. Ancak millî menfaatlere sahip çıkabilmenin ve “Bizans oyunları”na son vermenin yolu bu “terbiye”den geçiyor.ü


Bu meseleyi kapağımıza taşıdık ve “15 Temmuz'un Failleri Bu Cinayetlerin Arkasında” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe, “Kavramlar Yerli Yerine Konmadan Fâiller Bulunamaz” başlıklı yazısında işledi.

Osman Temiz, “Paralel Kim’in Paraleli?” başlıklı yazısının ikinci bölümüyle dergimizde...

Kâzım Albay, “Zorunlu Kulluk’tan Gönüllü Kulluk’a Geçmek başlıklı yazısında, kulluğun kaçınılmaz olduğunu, kendi iradesiyle Allah’a kulluk etmeyi seçmesinin kişiyi kurtarabileceğini söylüyor.

Bu hafta Araştırmacı-Yazar Mehmed Emin Gerger ile 15 Temmuz’u, FETÖ’yü ve Muhsin Yazıcıoğlu suikastını konuştuğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı eseri “Ölüm Odası B-Yedi”nin bu hafta yayınlanan 330. bölümünün alt başlığı “Tabir (Surette Tüten Fikir)”...

Baran Demir, “FETÖ Bitti Ya Mezhepsizler” başlıklı yazısında FETÖ’yü doğuran Kemalizm’in bir fitnesinin de “mezhebsizlik” olduğunu ve bu bataklık kurutulmazsa yeni FETÖ’lerin peyda olabileceğini belirtiyor.

Abdullah Kiracı’nın “Vakıf Çeşitleri” yazısı üçüncü bölümüyle devam ediyor.

Gülçin Şenel’in yazısının başlığı “Yurtsuzlaşma Trienali”...

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle...
Allah’a emanet olun…