Selâm ile…

Geçtiğimiz hafta Türk ekonomisindeki dalgalanmadan mülhem “Türk ekonomisinin sabotajcısı Tüsiad” manşetini atmış; Batı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu (!) iradesinin besleyip büyüterek devletten kudretli hâle getirdiği kökten Batıcı imtiyazlı zümrenin, Hak ve halka karşı her türlü operasyonun azmettiricisi olduğunu belirtmiştik.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun DGM’de yaptığı savunmasında belirttiği “T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarına göre, ordu da, polis de... Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır” mantığıyla yönetilen devlete de hâkim olan bu zümrenin temsilcilerinden biri de Aydın Doğan’dır. Nesebi hakkında bir çok spekülasyon yapılan, hatta Vehbi Koç’un gayrimeşru oğlu olduğu dahî iddia edilen Aydın Doğan’ın 70’li yılların sonu itibariyle bir anda yükselmesi dikkat çekicidir. Bugün milletin ekserisi tarafından medya patronu olarak bilinen Aydın Doğan, ticarete otomotiv sektörü ile atılmış, 70’lerin sonu itibariyle medya, enerji, turizm, sanayi, ticaret ve finans sahalarında faaliyet göstermeye ve servetine servet katmaya başlamıştır.

Medyada Türkiye’nin 1 numarası hâline gelerek devletin 1983-1997 arası verdiği teşviklerin yüzde 90’ını tek başına Doğan Yayın Holding almıştır. Kaçakçılık gibi cürümleri yasal kılıfına uydurarak açık bir şekilde işleyen bu zat ve avanesi, Boğaz’ın şımarık çocuğu gibidir. Hem legal kisveli illegal faaliyetleri alenî bir şekilde yapması, hem de sahibi olduğu yayın organlarının devlet ve milletin menfaatlerinin aksi istikametindeki politikası dolayısıyla kan emici zümre içerisinde en çok hedef tahtasına oturtulan da Aydın Doğan’dır. Oysaki Doğan, bunlardan yalnızca biridir.

15 Temmuz sonrası oluşan iklimde Müslüman Anadolu halkının hainleri ayrıştırıcı bir vaziyet aldığını gördük. Bilhassa Ak Parti ve MHP tabanı aynı istikamette birleşirken siyasî iradeler de memleketin selâmeti adına ittifaka yöneldi. Böylece başta FETÖ olmak üzere dışarıdan desteklenen hain unsurlar ayıklanıp temizlenmeye başlandı. Şimdi ise sıra, askerî darbe ile yapamadıklarını ekonomik sabotajlarla yapmaya çalışan “üç bin aile”ye gelmiştir. Memleketin düze çıkması adına içeride atılacak en mühim adımlardan biri, milletin rızkına tasallut eden bu kan emicileri bertaraf etmekten geçer; bu siyaset tarafından gerçekleştirilmez ise millet, rızkına el uzatanların bileğini kesecek kararlılıktadır.

Bu meseleyi kapağımızda değerlendirdik ve “Ülkemizin Üstüne Karabasan Gibi Çökenlerden Biri: Aydın Doğan” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe, “İnanmak ya da İnanmamak İşte Bütün Mesele Bu” başlıklı yazısında işledi.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Siyasî Mahpusluk ve Erdoğan’a Hitab” başlıklı yazısında Türkiye’ye bir takım uyarılarda bulunuyor.
Bahattin Yeşiloğlu, Şia’nın temel düsturlarından olan “Takiyye”den bahsediyor.

Kâzım Albay, 10-12 Aralık’ta gerçekleşen Uluslararası Bahâeddin Nakşibend ve Nakşibendîlik Sempozyumu hakkında bir yazı kaleme aldı. Yazısının başlığı, “Nakşibendîlik Sempozyumu Vesilesiyle”. Baran Dergisi olarak biz de bu kıymetli sempozyumu yakından takib ettik; sempozyum hakkında Doç. Dr. Ali Namlı, Prof. Dr. Necdet Tosun, Prof. Dr. İrfan Gündüz ve Prof. Dr. Süleyman Derin ile bir dizi söyleşi gerçekleştirdik.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen eseri, Ölüm Odası B-Yedi’nin 342. bölümünün alt başlığı, “Sır İdraki (Çiçeği Kökünden Almak)”…

Abdullah Kiracı’nın, iktisat meselesi üzerine başladığı yazı dizisinin bu haftaki başlığı, “Ekonomik Zihniyet”…

Gülçin Şenel, “Felsefe Olimpiyatları” başlıklı yazısıyla dergimiz sayfalarında…

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip, yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Bir sonraki sayımızda görüşmek dileğiyle, intikam hissiniz daim olsun…