Selâm ile…
Türkiye, doğru yahut yanlış millî ve bağımsız bir politika izlemek adına her adım attığında bir takım mahfillerde alınan kararlar taşeronlar vasıtasıyla icra ediliyor. Bu senaryoya son birkaç senedir sürekli şahid oluyoruz. Bu hafta da Ak Parti ile MHP’nin nihaî olmasa da müsbet bir gelişme olan Cumhurbaşkanlığı Sistemi hususunda siyasî mutabakat sağlaması ve metni meclise sunmasının akabinde İstanbul Dolmabahçe’de iki ayrı patlama meydana geldi. Beşiktaş-Bursaspor maçında görev yapan polisleri hedef alan saldırıda çoğunluğu polis olmak üzere 44 kişi şehid olurken yüzlerce kişi yaralandı.

Uzunca bir süredir asimetrik dünya savaşının tehdidi altında olan Türkiye, 15 Temmuz sonrasında Suriye’ye başlattığı harekâtla konvansiyonel savaşa da müdahil oldu. Kendini koruma insiyakıyla alınan bu kararla savunma hattı toprakların dışına taşınırken, tabiî olarak içeride gerçekleştirilen saldırılar önlenemiyor. Zaten kasasına bomba doldurulmuş bir kamyonu yahut montunun altına bomba bağlamış bir adamı tesbit etmek ve eylemi gerçekleştirmeden durdurmak çok zorken, hele de bu saldırılar, yüzyıllık parya statüsünden dolayı Türkiye’de elini kolunu sallaya sallaya gezen ajanların desteğiyle gerçekleştiriliyorsa, mâni olmak imkânsız bir hâl alıyor.
Fırat Kalkanı Harekâtı’nda görev alan bir askerin söylediğiyle “Cerablus’ta IŞİD ve PKK ile değil, Amerikan, Alman ve İngiliz ajanlarıyla savaşıyoruz”. Zira onlar da bu desteklerini gizlemiyorlar, Türkiye’nin savaştığı ne kadar örgüt varsa Batı’da besleyip büyütüyorlar, hepsine alenî bir şekilde kol kanat gerip kalkan oluyorlar. Fransa Türkiye’den kaçan HDP’li vekilleri onur konuğu olarak ağırlıyor, Almanya Can Dündar’a ödüller veriyor, Amerika hâlâ FETÖ’yü koruyup kolluyor, NATO 15 Temmuz’un hain komutanlarına sahip çıkıyor. Biz de halen bu ülkelerle aynı kampta yer alacağız diye kendimizi paralıyoruz. Tam bir komedi!

Ankara’nın göbeğinde askerleri, İstanbul Atatürk Havalimanı’nda vatandaşları hedef alan bombaların ve dahî 15 Temmuz’un arkasında nasıl ki mevzu bahis Batılı güçler varsa, İstanbul Dolmabahçe’de patlayan bombaların arkasında da onların olduğu artık herkesin malûmu… Gizli ajandalarını hayata geçirmek adına önlerinde engel gördükleri, Müslümanların kurtuluş ümidi ve İslâm sancağının yeniden şahlanacağı topraklar olan Anadolu’yu 20. Yüzyıl boyunca olduğu gibi, bir yüzyıl daha zapturapt altında tutabilmek için giriştikleri her başarısız eylem sonrasında, daha kanlı, daha sinsice ve daha kahpece olanıyla yeniden saldırıyorlar. Saldırma sebeplerinin cevabı ise bir önceki cümlede gizli. Saldıracaklar! Her saldırdıklarında da Sokullu Mehmed Paşa’nın Venedik Büyükelçisi’ne söylediği gibi “bizim sakalımızı kesmiş” olacaklar. İşte anlayamadıkları da, her saldırı sonrasında Müslüman Anadolu halkının daha da kenetlenmiş ve şehidlik şuuruna ermeye bir adım daha yaklaşmış bir vaziyette karşılarına dikileceğidir. Ne diyor Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu:

“bırak karışmayıp seyredeni
candan geçen gelsin safımıza
kavga kaçkını
fistan giysin dolaşsın...”

Millet bu mücadeleye çoktan hazır da, devlet hazır mı? Öyle güvenlik tedbirlerini artırmakla olmaz bu hazırlık. İslâm’ı yeniden hayatın merkezine getirecek, “Müslümanlığın gereğini yapacak” bir rejim değişikliğiyle olabilir!.. Artık geri dönüşü olmayan, sonunda kurtuluş ışığı görünen bir yoldayız. Bu uğurda bedel ödenmekte ve kan dökülmektedir. Yüz yıllık hâli itibariyle bulunduğu pozisyona mukabil aslî mânasına zıt bir vaziyette olan Türkiye’yi “şartlar tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor”. Dışarıdan içeriye yönelik gerçekleşen bu kahpece saldırıların önünün kesilmesi de bu tarihî misyonu üstlenmeye hazır, Müslüman Anadolu halkının anlayışına mutabık düşen bir rejimin tesisinden geçer.

Kapağımızda bu meseleyi değerlendirdik ve “Dolmabahçe’de 44 Şehid! Bunlar da Katiller: AB, NATO, ABD, İsrail, BM” manşetini attık. Kapak mevzumuzu işleyen Ömer Emre Akcebe, yazısında, “Türkiye’nin Rolü, Misyonu ve Gayesi Nedir?”  diye sorarken, Batılıların Anadolu’ya duyduğu kin ve nefretin sebeplerine değindi.

Carlos (Salim Muhammed), “İstanbul’da Polislere, Kahire’de Kıptîlere Saldırı”lardan bahsediyor.

Fahri Özcan, “El Ey Muhammed, Mevsim İlk Bahardır” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Bahattin Yeşiloğlu, “Takiyye” başlıklı yazısının ikinci bölümüyle dergimiz sayfalarında.

Bu hafta Prof. Dr. Faruk Şen ile Almanya, Avrupa Birliği ve Türkiye üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik; alakayla okuyacağınızı düşünüyoruz...

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı Ölüm Odası B-Yedi 343. bölümüyle devam ediyor. Yazısının alt başlığı “Adlî Tıbb (Pazar Yeri)”...

Gülçin Şenel’in yazısının başlığı, “Kütübhâneler Savaşı”...

Abdullah Kiracı’nın iktisad meselesi üzerine kaleme aldığı yazı dizisinin bu haftaki başlığı, “‘İktisad’ Tabiri”...

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip, yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle, intikam hissiniz daim olsun; Allah’a emanet olun...