Selâm ile…

Küresel sermaye adı altında maddî menfaat ve sömürü üzerine kurulu dünya düzeninin son demlerine yaklaştığımızı ihtar eden birçok hâdise vuku buluyor. Kartlar yeniden karılıyor ve dengeler değişiyor. Amerika’nın tek başına sisteme hâkim olma hayali gerçekleşmeden sona ererken çok kutuplu bir dünya nizamı da çoktan kendisini gösterdi.

Batı, uzunca bir süredir içtimaî ve iktisadî olarak güç kaybetmekte… Dolayısıyla ABD’nin global hâdiseler hususunda neticeye varabilme kabiliyetini yitirmesine paralel olarak dünyada çeşitli güç merkezleri ortaya çıkıyor. ABD, Trump’ın başkanlığa gelmesiyle beraber daha yakın bir tavır sergilemeye başladığı İsrail ve Brexit ile kendisini kıta Avrupa’sının dışına atan İngiltere’yle her zaman olduğu gibi yine aynı safta… Sisteme hâkim olma çabasıyla iki dünya savaşına kapı aralayan Almanya, Avrupa’nın içine düştüğü krizi tek başına sırtlamaya çalışırken, II. Dünya Savaşı sonrası kendisine vurulan Amerikan prangasından kurtulup Fransa’yı da yanına alarak kıta Avrupa’sının temsilcisi olma iddiasında… Yani Batı da kendi arasında bölünmüş vaziyette… Birbirleri arasındaki rekabet bir tarafa, öte yanda ise Soğuk Savaş’ın “karşı taraftakileri” Rusya ve Çin…

Burada Müslümanların yerine de vurgu yapmak gerekirse; henüz birlik olma şuuruna erememiş olmasına mukabil dünyaya hükmettiği demlerde sahip olduğu aşk ve vecde kavuşması hâlinde en önemli güç olmaya namzet İslâm dünyası, hem dış tazyiklerle hem de içerideki fitnelerle cebelleşmekte…

Bu denklemde Türkiye, tüm güç merkezlerinin tam ortasında durmakta… Kurulduğu günden 2010’lu yıllara kadar Batı’nın periferinde yer alan ve tek yönlü bir dış politika izleyen Türkiye, artık tüm ehemmiyetli güçlerle iyi-kötü bir münasebet hâlinde… NATO üyesi ve AB üyeliği hususunda aday ülke olan Türkiye, bu statülerini korurken bir yandan da Batı’dan uzaklaşıyordu ve bu uzaklaşma 15 Temmuz ile beraber kopma seviyesine geldi. Bu süreçte Rusya ve Çin ile yakınlaşan Türkiye, her ne kadar idarecileri tam olarak bu şuurda olmamasına rağmen İslâm dünyasının hâmisi olmak gibi bir misyonu haiz…

Hâsılı Türkiye hiçbir güç merkezi için kaybedilmek istenmeyecek derecede ehemmiyetli… Zira geçtiğimiz hafta önce Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May’in hemen akabinde ise Alman Şansölyesi Angela Merkel’in ziyaretleri bu ahvalin aynadaki aksülameli. Dünyada saflar netleşiyor ve tüm kutuplar İslâm aleminin “sivri ucu” olarak gördükleri Türkiye’yi yanlarına çekmek için bir takım adımlar atıyor. Türkiye de bu durumu fırsata çevirmek için dengenin dengeleyicisi olma pozisyonunu sonuna kadar kullanmak istiyor.

Esasında, bu ahval, I. Dünya Savaşı evvelinde, Batı’nın kendi arasında parsa kavgasına düşmeden önceki demlerin kopyası gibi. O zaman hedef İslâm dünyası idi, bugün de hedefin aynı olduğunu gözden kaçırmamak ve bu denge oyununa çok fazla kapılmamak lâzım. Neticede “küfür tek millettir” ve masada anlaştıklarında okların ilk hedefi Anadolu olacaktır. Hâliyle bu tehlikeli oyunda muvaffak olabilmek için Büyük Doğu coğrafyasında birliği tesis edici adımlar atmak ve bu denklemde kendini başlı başına bir güç merkezi olarak kabul ettirebilmek gerekir. İçeriden başlayarak İslâm ortak paydasında, “adalet” mefhumunun merkeze alındığı sistem hayata geçirildiği takdirde, doğmakta olan Yeni Dünya Düzeni’ni tesis eden de Müslümanlar olacaktır. Vizyonumuz ve misyonumuz bu olmalıdır; yoksa bir yüzyılımıza daha ipotek koyarlar…

526. sayımızın kapağında bu meseleyi değerlendirirken “Dengeler Değişirken Yeni Dünya Düzeni Bilmecesi” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe “Yeni Dünya Düzeni Bilmecesi” başlıklı yazısında işledi.
Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Sokaktaki Polise Niçin Saldırılmaz” başlıklı yazısında Fransa’da Louvre müzesindeki polislere yapılan saldırı vesilesiyle geçmişte Mossad ve Filistinliler arasında Avrupa’da süren savaşa değiniyor.
Dr. Vehbi Kara’nın “Denizcinin Günlüğü” başlıklı yazı dizisi beşinci bölümüyle devam ediyor.

Bu hafta Ankasam Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol ile global siyaset ve Türkiye’nin rolü üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Erol, alâka ile okuyacağınızı düşündüğümüz söyleşide “Dünya, Türkiye’nin Denge Merkezi Olduğunu Kabul Etmeli!” diyor.

Osman Temiz, “Epifiz Bezi veya Beyin Epifizi Çerçevesinde Gudde-i Sanevberî (Pineal Gland veya Kozalaksı Bez)” başlıklı yazısının birinci bölümüyle dergimizde.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı “Ölüm Odası B-Yedi” 351. bölümüyle her zamanki sayfasında… Alt başlığı “Tabir Tutan (Derviş Muhammed - 332)…

Abdullah Kiracı, insanın sürekli güçlenme arzusunun bir yansıması olan “Sermaye” bahsini işliyor.

Kâzım Albay, “Büyümek mi, Büyümemek mi: İşte Bütün Mesele…” başlıklı yazısında ekonomik büyüme meselesini ele alıyor.

Gülçin Şenel’in “Kapitalizm” dinine iman eden İsrailli Yahudi akademisyen Yuval Noah Harari’den bahsettiği yazısının başlığı “Bir Ucuzcu Tasarım”…

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle.

Allah’a emanet olun.