Selâm ile…
2002 yılında iktidara gelen Ak Parti, o günlerden bugünlere iktidarda kalabilmesini, 90 küsur yıldır milletin ruh köküne düşmanlık eden, Müslüman Anadolu insanını dininden, dilinden, evinden koparmaya, mazisiyle irtibatını tamamen ortadan kaldırmaya, inancını ifsad etmeye çabalayan Kemalizm’e ve Kemalizm’in müesseseleşmiş hâli olan CHP’ye rakip olarak siyaset sahnesine çıkmasına borçluydu. Yani, milletine tam mânâsıyla ideal bir fikir vazetmese de, hiç olmazsa bu ideali vehmettirmesi bile 15 senedir taraf olduğu her seçimi kazanmasına vesile oldu. “Kimliği” ve millette vehmettirdiği dolayısıyla, müesses nizam tarafından her dönem yeni saldırılara maruz bırakılması, Ak Parti’ye gösterilen teveccühün artmasını sağlamıştır.

Bu süre zarfında iktidar partisi güçlenirken Kemalistler her geçen gün daha da zayıflamış, can çekişir vaziyete gelmiş; Türkiye ise az da olsa yaşanabilir bir ülke hâlini almıştır. Buna mukabil en büyük problem, yani Batıcı Kemalist rejimin kendisi yerli yerinde durmaktadır. Ak Parti döneminde ulaşım, sağlık, ekonomi, eğitim gibi sahalarda yapılan reformlar ve iyileştirmelerin, sosyal hayata dâir bir takım düzenlemelerin yanı sıra Kemalist düzenin Müslümanlara reva gördüğü bir kısım yasakların kaldırılması son derece müsbet ve gerçekleştirilmesi zarurî değişikliklerdi. Elbette Ak Parti’nin yaptığı bu hizmetleri görmezden gelemeyiz; fakat tüm bu hizmetler, ulaşılmak için çaba gösterilecek birer ideal değildir, belki menzile ulaşmak adına durak-gaye olabilir ve bugün bizim en büyük problemimiz ise gayelerin idealleştirilmesi, ideal fikrin ise daima ötelenmesi olmuştur.

Herhangi bir ideale nisbetle kurulmamış olan iktidar partisi, kendisini karşısında konumlandırdığı Kemalistlerin ve diğer şer odaklarının çapsızlığı da ortaya çıkınca, ideali, demokrasinin bir gereği olarak bir sonraki seçimleri kazanmaya, duble ve örülmüş yollar yapmaya, köprüler inşâ etmeye, övünülecek bir şeymiş gibi dünyanın en büyük adliyelerini (bir memleketteki adliyelerin büyüklüğü o ülkedeki suç miktarıyla doğru orantılıdır), en ferah hastanelerini, en modern okullarını inşa etmeye irca etmiştir. Toplumumuz da iktidar sahiplerine paralel bir şekilde idealsizlik girdabında ister-istemez savrulmaktadır. Bir misal; bugün hem siyasîler, hem de toplum önümüzdeki ay gerçekleştirilecek olan referanduma kilitlenmiş vaziyette… Bu referandumdan müsbet bir sonucun çıkması idealleştirilmekte. Peki, referandum sonuçlanınca ne olacak? Hemen söyleyelim, referandumdan “evet” çıkması durumunda her şey yerli yerinde duracak ve 2019 yılında yapılacak başkanlık seçimlerine odaklanılacak.

Esas itibariyle, devlet, bir mefkûre çerçevesinde içtimâî hayatın en girift noktalarına kadar nüfuz ederek ahengi tesis eden en kapsamlı oluşumdur; ahlâkın en yüksek halidir. Türkiye’nin ise herhangi bir ideal mefkûreyi merkeze almadığı aşikâr... Senelerdir saldırılara maruz kalan ve son olarak 15 Temmuz’da bu saldırılara karşı cansiperane bir mücadele ortaya koyan Müslüman Anadolu halkı, bu mücadeleyi sadece yollar, köprüler ve betondan binalar için vermedi; dolayısıyla Müslüman Anadolu halkı rahatsız! Şimdi mevcut idarenin bir karar verme zamanı… Devletimizin ve milletimizin ideali ne? 90 küsur yıldır Müslüman milletimize kan kusturan Kemalizm ve diğer bütün şer odakları ile devam mı; yoksa İslâmî ve millî bir dünya görüşü ve bu görüşe istinad eden yepyeni bir rejim mi?

Kapağımızı bu mesele üzerine yaptık ve “Bunca Yol, Köprü, Tünel Hangi İdeale Çıkar? Her ideal bir gayedir; fakat her gaye ideal değildir” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe “İdealsiz ve Kimliksiz Devlet Olmaz” başlıklı yazısında işledi.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Asayiş Yoksa Devrim de Yoktur” başlıklı yazısında İsrail’in sömürü politikasından bahsediyor.

Tayyar Tercan,  Sırplara karşı mücadele veren UÇK’nin kurucusu “Arnavut Kahramanımız Şehid Adem Yaşari” hakkında bir yazı kaleme aldı...

Vehbi Kara, “Denizcinin Günlüğü” yazı dizisine devam ediyor; bu haftaki yazısının başlığı “Metal Mayk ve Pakistan”...

Baran Dergisi Yazarı Abdullah Kiracı’nın 4 Mart Pazar günü Star Gazetesi’de vakıf meselesi üzerine bir röportajı yayınlandı... Ehemmiyetine binaen bu röportajın tam metnini yayınlıyoruz.
M. Taha İnci, “Ne Yediğinizden Haberiniz Var mı?” başlıklı yazısıyla dergimizde.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı eseri Ölüm Odası B-Yedi’nin 355. bölümünün alt başlığı “Malik Hikmeti (Mute Harbi Gaybı)”...
Osman Temiz’in epifiz bezi ile alakalı yazısı devam ediyor: “Epifiz Bezi veya Beyin Epifizi Çerçevesinde -V-”...

Gülçin Şenel, “Akademya Kültür Evi Açıldı” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle, Allah’a emanet olun ve intikam hissiniz daim olsun!..