Selâm ile...

16 Nisan 2017’de gerçekleştirilen referandumun ardından cumhurbaşkanlığı sistemini benimseyen Türkiye, iki yıllık bir geçiş süreci haritası belirlemişti. Bu takvime göre cumhurbaşkanlığı seçimleri 2019 yılında gerçekleştirilecekti, lakin seçim tartışmaları aralıksız devam ediyordu. 

15 Temmuz sonrası doğan millî mutabakat neticesinde “Büyük Doğu zemininde” millî bir ittifak tesis edilmişti. Akabinde merkezde siyasi aktörler olarak Ak Parti ve MHP’nin durduğu Cumhur İttifakı oluşturuldu. Muhalefetin erken seçim isteklerine MHP Lideri Devlet Bahçeli 26 Ağustos 2018’de seçim yapılmasını teklifi ile karşılık verirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarihi 24 Haziran 2018’e çekti. Dolayısıyla bir anda seçim sathı mailine girmiş bulunduk.

Seçimlerin erkene alınmasındaki en ehemmiyetli âmilin, 2019 seçimlerine kadar yapılması muhtemel manipülasyonların, operasyonların ve seçim kaygısıyla sürüklenilen istikrarsızlığın önünü almak olduğu dile getirilmekte. Nitekim son bir kaç aydır Ak Parti içerisindeki bir güruhun seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı bir takım adımlar atacakları aldığımız duyumlar arasındaydı. Bu çerçevede Abdullah Gül’ün adaylığını 25 Nisan Çarşamba günü açıklayacağı, dergimizi baskıya hazırladığımız saatlerde konuşuluyordu. Bilhassa FETÖ kisvesi içinde Türkiye’ye karşı açtığı savaşın son dört yıldır her kademesinde hezimete uğramasının ardından, ABD’nin ve Siyonistlerin yeni bir strateji değişikliğine gitmesini bekliyorduk. “Müslümana karşı Müslüman” formülünün yeni bir versiyonu olduğunu görüyoruz bu yeni stratejinin ve çok sığ bir mantıkla hazırlanan basit bir taktik değişikliğinden ibaret kalmış. Artık ülkemizde insanlar, karşılarındakinin “Müslümanız” demesine çok aldırmıyor. Batıya ve Batıcı odaklara karşı tavrına bakıyor asıl. Müslümanım deyip zihnen Batının kölesi olan insanlara da iltifat etmiyor, etmeyecektir, tıpkı Batı karşıtlığı laftan ve yalandan ibaret Kemalistlere itibar etmediği gibi. Abdullah Gül, eğer bu mücadeleye Batı kampı adına giriyorsa, ki öyle görünüyor, kaybetmeye mahkumdur. Nefsani kavgalarda ise tuttuğumuz bir taraf olmaz. Kendisinin bu duruma düşmesini istemeyiz, ama kendi düşen de ağlamaz deriz. 

Asıl mesele ise Batı kampına görünmez zihnî ve malî zincirlerle bağlı ülkemizin, bu zincirleri kıramadıkça devlet-millet kucaklaşmasını tam anlamıyla gerçekleştiremeyeceğinin bir türlü görülmemesi. 1908’den itibaren devlet-millet arasında başlayan kopma, 1923’de müthiş bir ivme kazandı ve neredeyse her şeyin bittiğinin sanıldığı bir demde, 1943’te Üstad Necip Fazıl’ın zuhuruyla sekteye uğratıldı. Üstad’ın 40 yıllık mücadelesi boyunca şu anda yaşadığımız süreci hazırladığına yakinen şahidlik ediyoruz. 1970’lerde o zamanlar kimsenin izah edemediği bir manevrayla el attığı kafatasçı ve İslam düşmanı yapılmaya çalışılan MHP’sinin bugün aldığı pozisyon, Üstad’ın davasının en kuvvetli isbatı değil mi? Cumhurbaşkanı’nın kendi ağzından “biz Büyük Doğu teknesinde yoğurulduk” beyanı ve sürekli Büyük Doğu mefkuresini göz planına sürmesi, muhtevası ayrı bahis, başlıbaşına bir atom bombası keyfiyetindedir; tabii anlayana. “Ne garib taifedirşu Nakşiler/ Kafileyi gizli yollardan götürürler!”

Ezcümle, içimizdeki ve dışımızdaki gavurlarla gireceğimiz Büyük Hesaplaşmaöncesinde, ölüm kalımı tayin edecek bir şart olan devlet-millet arası tam bir kucaklaşmanın temini, ancak Üstad Necip Fazıl’ın bir külliyat halinde önümüze koyduğu inkılâbların bir bir gerçekleştirilip Başyücelik Modeli’nin icra edilmesiyle mümkün olabilecektir. Büyük Doğu zemininde teşekkül eden Cumhur İttifakı’ndan beklentimiz de bu yönde. 

Kapağımızda bu meseleyi değerlendirdik ve “Necip Fazıl’ın Stratejisi Tıkır Tıkır İşliyor” manşetini attık. Kapak mevzumuzu “Sığ Devlet ve Erken Seçim” başlıklı yazısında işleyen Ömer Emre Akcebe, Anadolu’da siyasîlerin meşruiyet dairesine girme yolunun Büyük Doğu’dan geçtiğini belirtti.

Kâzım Albay, bürokratik zihniyeti tenkid ettiği yazısında “24 Haziran’da Safımız Belli” diyor.

Faruk Hanedar, “24 Haziran Öncesi Hasar Tesbiti” başlıklı yazısında milletin hükümete yönelik tenkidlerinden bahsedip kusurların giderilmesi gerektiğini belirtiyor.

Cumali Dalkılıç, Ak Parti ve MHP arasında teşekkül ettirilen “Cumhur İttifakı”ndan mülhem kaleme aldığı yazısında artık Kemalist rejimin tarihteki yerini alması gerektiğini söylüyor.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), Nikaragua’daki sosyal hareketlerin yanı sıra Venezüella, Kuzey Kore ve Türkiye’den bahsediyor. Yazısının başlığı “Nikaragua’da Emperyalist Tezgâh”.

Bu hafta Ak Parti Milletvekili Hulusi Şentürk ile 24 Haziran seçimleri üzerine bir söyleşi yaptık. Alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Abdullah Kiracı, “Bir İçtihad Örneği: Ebussuud Efendi’nin Para Vakıfları Risalesi” başlıklı yazısıyla dergimizde.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı eseri Ölüm Odası B-Yedi “Lugat’ta (Lugat İçi Hayatı Kurcalayan)” alt başlığı ile devam ediyor.

Osman Temiz’in bu haftaki yazısının başlığı “Kust (Topalak Otu)”.

Gülçin Şenel, “Hürriyet: Esir Olunan Hakikat Nedir?” başlıklı yazısıyla dergimizde.

Baran’ın 589. sayısında sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle.

Allah’a emanet olun.