Selâm ile…
Son haftaların hatta son yılların en önemli gündem maddesi Türkiye ile ABD arasında yaşanan kriz. İki devlet arasındaki münasebet artık bir müttefik ilişkisinden ziyade düşmanlık ifâdesine dönüşmüş vaziyette. Sözün özü, Türkiye ile ABD arasında adı konulmamış bir savaş yaşanıyor. 

Üstad Necib Fazıl, Amerika’yı “ahmak fil” diye tarif ederken, onun ahmaklığı bir yana aslında güdücüsüne dikkat çekiyordu. Tabiî ki o güdücü de Yahudi’den başkası değil. Dolayısıyla Amerikan filini üzerimize süren Yahudi’yi göz ardı edemeyiz. Giriştiğimiz savaştan muzaffer ayrılmak istiyorsak, her şeyden evvel düşmanımızı tam mânâsıyla kavramak ve onun gayesini, taktiğini, tekniğini anlamak zorundayız.

“Batı’nın Ortadoğu’daki öncelikli meselesi İsrail’in güvenliğini tesis etmektir.” lâfı kuru bir tekerleme gibi sıkça söylenip durur. Bu cümlenin esas öznesi, Batı’dan ziyade Yahudi’dir; çünkü kendisini hâkim ve bütün insanlığı mahkûm kılma plânına matuf bir şekilde gördüğü her vahdeti bozan, içine girdiği milletleri kemiren Yahudi, asırlar boyunca bünyesinde bulunduğu Batılı devletlerin kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş, onları sevk ve idare edebilme sırrına ermiştir. Bugün de maliki olduğu sevk ve idare kabiliyeti vasıtasıyla nihaî hedefine, hayâline erişmek için hamle üstüne hamle yapmaktadır.

Yahudi’nin “Arzı Mev’ud” hayâli, tahrif edilmiş Tevrat’a göre “Beni İsrail”e vaadilen, Fırat ve Nil nehirleri arası ile Toros yayından Sina’ya kadar uzanan topraklarda, Büyük İsrail Devleti’nin kurulmasıdır. Yahudilikteki Mesih inancına göre kurtarıcı Mesih’in çıkmasının şartı da bu devletin kurulmasına bağlıdır. Sonra onlar için yıkılsın dünya, kopsun kıyamet!

Arap Baharı ile kendisine alan açan ve ardından hamleler yapmaya başlayan, Fetö belâsını Türkiye’nin başına musallat eden fakat 15 Temmuz’da bütün plânları boşa çıkan Yahudi, hadiselere doğrudan müdahil olmayıp da yaşananları ininden izlemek suretiyle “ahmak fil Amerika”yı senelerce büyük bir maharetle kullandı. Cambaza bak oyununu layıkıyla icra ederken, kendisine gerekli alanı da açmış oldu. Bu sürecin neticesinde ona mukavemet gösterebilecek tek bir devlet kaldı, o da Türkiye. ABD, AB ve küfrün diğer cephelerinin Türkiye’yi çevrelemeye yönelik attığı adımların plânlayıcısı olan Yahudi, bugün Doğu Akdeniz’de bulunan petrol ve doğalgaz rezervleri etrafında Türkiye ile doğrudan karşı karşıya gelmeye cüret edecek kadar gözünü karartmış vaziyette. Çünkü, Siyonistler kendilerini bu bölgeden söküp atabilme potansiyeline sahip tek devlet olduğunu, Müslümanların Türkiye etrafında kenetlenmesi durumunda işlerinin ne kadar zor olacağını ve vakitlerinin daraldığını biliyorlar. Buna mâni olmak için de her şeyi yapıyorlar. Yapıyorlar yapmasına da, mukadder olan, onların saldırılarına rağmen yaklaşıyor. “En iyi savunma taarruzdur” klişesinden öte, bu saldırıyı püskürtebilmemizin yegâne yolu ise fiili olarak Suriye’nin güneyine inip, İsrail’i zapturapt altına almaktan geçer.

Kapağımızda bu meseleyi değerlendirdik ve “Kör Yahudi” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe “Doğu Akdeniz ve Baş Düşman Yahudi” başlıklı yazısında işledi. Hâdiselerin seyrini global güçler bakımından değerlendiren Akcebe, Doğu Akdeniz’deki yer altı kaynakları, Kıbrıs meselesinin ehemmiyeti ve Türkiye’nin yapması gerekenleri işaretliyor.

Kâzım Albay, “Türkiye’nin İlk Anayasası” başlıklı yazısında, 6 bölüm ve 105 maddeden oluşan 1924 Anayasası’ndan bahsederken, Türkiye’nin ilk anayasasının “çoğulcu değil, çoğunlukçu” olduğunu söylüyor, bu çerçevede Anadolu’nun köklerinden nasıl koparıldığına değiniyor. 

Çakal Carlos (Salim Muhammed), bu haftaki yazısında Venezüella, Mısır, Yemen ve Etiyopya’dan bahsediyor.

Abdullah Kiracı, “Fıkıh ve Fikir” yazısının ikinci bölümünde fıkhın ne mânâya geldiği üzerinde dururken Müslüman fikir adamının İslâm’ı hayata değil, hayatı İslâm’a uydurma vazifesinden bahsediyor.

Milat Gazetesi Yazarı Eyüp Kılıç ve Prof. Dr. Anıl Çeçen, kapak mevzumuzla alâkalı olarak Doğu Akdeniz’deki yeraltı kaynakları etrafında yaşanan hâdiseleri Baran Dergisi okurları için değerlendirdi. Alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.
Fatih Turplu, “Casuslar Köprüsü” başlıklı yazısına, izlemiş olduğu bir film vesilesiyle Türkiye ile ABD arasındaki “papaz” meselesiyle giriş yaparken, Erdoğan’ın yeni projelerinden Türkiye ekonomisinin durumuna, İran’a uygulanan ambargodan Venezüella’nın çıkmazına kadar çeşitli meseleleri değerlendiriyor.

Nazif Keskin, “Sömürgecilikten Emperyalizme Geçiş: ‘Ulusal’ Kurtuluş Savaşları ve Suriye” başlıklı yazısında, Türkiye’nin sözü dinlenen bir devlet olmasının yolunun Suriye’den geçtiğini belirtirken, Suriye’ye sahip olmadan ne Kıbrıs’a, ne de Doğu Akdeniz’e sahip olunamayacağını söylüyor.

İRAM İç Politika Uzmanı Mehmet Koç, ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoyu Baran Dergisi’ne değerlendirdi.

Osman Temiz’in “Eflâtun-u İlâhî” başlıklı yazısı 11. Bölümü ile devam ediyor.

Gülçin Şenel’in bu haftaki yazısında Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun altı ciltlik Tilki Günlüğü eserinden bahsediyor ve “Tilki Günlüğü Bir Roman Mıdır?” diye soruyor.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek üzere…