Selâm ile...
Türkiye’nin bir türlü çözüm üretemediği, kronikleşmiş problemlerle uğraştığı alanların başında hiç şüphesiz ekonomi geliyor. Türkiye, ekonomik olarak 2001 krizinden sonraki en sarsıntılı günlerini geçiriyor. Elbette bunda global siyasî ve ekonomik buhranın tesiri ve Türkiye’nin bağımsız adımlar atmaya çalışmasının payı var; bunu inkâr etmiyoruz. Fakat sorunları sadece global siyasî ve ekonomik hadiselere bağlayarak asıl problemleri görmezden gelmek daha büyük bir felaketin yolunu açmaktan başka bir mânâ ihtiva etmiyor. Tıpkı bugüne kadar sistemle alâkalı problemleri çözmek yerine palyatif tedbirlerle günü kurtarıp bugünkü sancılı sürecin ortaya çıkmasına sebep olunması gibi. Global hadiseler tesir ediyor; çünkü üretime dayanmayan, son derece kırılgan bir ekonomiye sahibiz.
 
Geçtiğimiz sene yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yeni devlet sisteminin uygulanmaya başlamasıyla bir takım kronik problemlerin çözülmesi bekleniyordu. Yeni sisteme göre Cumhurbaşkanlığı’na bağlı şekilde oluşturulan kurumlar politikalar üretecek, cumhurbaşkanının bu politikaları onaylamasının ardından ilgili bakanlıklar tarafından icraya geçilecekti. Bu kurumlardan birisi de Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu idi; fakat görünen noktada bu kurulların hiç birinin vazifesini icra ettiğine dair hiç bir emare göremiyoruz. Geçen hafta da söylediğimiz gibi “her şey anı tas, aynı hamam devam ediyor.”
 
Sistem değişikliği yapılırken, önemli olanın şeklî değişiklikten ziyade fikrî-ruhî değişiklik olduğunu ifade etmiştik. Bir müdir fikir, o fikrin ahlâkı, o ahlâkın pıhtılaşmış hâli olan hukuku, o hukukun çerçevesini çizdiği ekonomik ve siyasî sistem ve o sistem içerisinde aynı fikir, ahlâk, hukuk ve vicdan ile cemiyetin faydasını gözeterek ticarî faaliyet yürüten özel ve tüzel kişiler bulunan, tüm bu kişi, kurum ve mücerret değerlerin senfonisinden doğan ahenk teşekkül ettirilmediği müddetçe adil bir ekonomik düzenden bahsedilemez. Sadece, güçlünün güçsüzün ekmeğine tasallut ettiği soygun düzeni mevcudiyetini devam ettirir. Malûm, olağanüstü şartlardan geçiyoruz ve olağanüstü şartlar olağanüstü hukuk gerektirir; imtiyazlı zümrelerinin ekonomik düzendeki hâkimiyetine son verilmeli ve müdir fikir etrafında teşekkül etmiş sistem ivedilikle inşa edilmelidir.
 
Kapağımızda bu meseleyi işleyerek “Tekrar Ediyoruz: Ekonomide OHAL Şart!..” dedik ve “Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu Ne İşe Yarar?” manşetini attık.
 
Kapak mevzuumuzu Ömer Emre Akcebe, “Beklenen Büyüme ve Realite” başlıklı yazısında işledi.
 
Ekonomist Uğur Civelek ile Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu iktisadî şartları konuştuk.
 
Kerim Bozdağ, “Çıkış Yolu!” başlıklı yazısında Türkiye’nin hâlihazırdaki ahvâline değiniyor.
 
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projeleri etrafındaki tartışmalar devam ederken, Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu ile bu meseleye dair bir söyleşi yaptık...
 
Sosyolog Müfid Yüksel ile kuşaklar arasındaki çatışma, gençlik, eğitim sistemi, meslek vb. hususları konuştuk.
 
Nazif Keskin “Demokrasilerde Medya Vasıtasıyla Halkın Köleleştirilmesi” başlıklı yazısında kitle iletişim vasıtalarının ehemmiyetinden bahsediyor.
 
Bahattin Yeşiloğlu, “Vatsap Konuşmalarım” başlıklı yazısıyla dergimizde.
Yılmaz Bilgen ile hem İdlib’teki saldırıları hem de Türkiye’deki Suriyelilerin vaziyetini konuştuk.
 
Süleyman Arif Emre geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti. Muzaffer Doğan, “Giden Gidene!..” başlıklı yazısında rahmetliden bahsediyor.
 
Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.
 
Nice sayılarımızda görüşmek dileğiyle, Allah’a emanet olun...