Selam ile…
Küresel entegrasyon, 19. yüzyılın sonlarından itibaren irtibat ve ulaşım vasıtalarındaki gelişmeyle beraber bilhassa uluslararası ilişkiler ve iktisatta en ehemmiyetli meselelerden biri hâline geldi. 2. Dünya Savaşı sonrası “Pax Americana” döneminin ise “alamet-i farikası” oldu. Birçok yazar, gazeteci ve akademisyen bu hususta kalem oynattı, fikir beyan etti. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve liberalizmin cihanşümul bir hakimiyet sağlamasından sonra ise globalleşmenin tesiriyle bütün dünya sisteminin birbirine eklemli yapısı iyice pekişerek daha komplike bir vaziyete büründü. Dünya sistemindeki tüm unsurların birbiriyle iç içelik arz ettiği ve her bir unsurun sistem üzerinde tesir sahibi olduğu bir devreye girildi. Dünya “global bir köy” olarak tasvir edildi. “Tarihin sonuna gelindiği” iddia edildi. Bu durum, her ne kadar çok girift bir yapıya sahip olan sistemin kuvvetini ifade ediyor gibi görünse de, zafiyetini de içinde barındırıyor aynı zamanda. Dünyanın herhangi bir yerindeki siyasî, iktisadî yahut sosyal herhangi bir hâdise topyekûn sistemi etkileyebiliyor.
Soğuk Savaş sürecini tarif ederken en çok kullanılan tabirler, ideolojik çatışma ve nükleer rekabettir. Bu yarışın neticesinde nükleer silahların çok hızlı bir şekilde yaygınlaşması, nükleer silaha sahib olmasına mukabil bu güce başvurmadan, sadece tehdid olarak kullanarak istediklerini yapabilen ABD ve SSCB’yi tedirgin etmiştir. Çünkü nisbeten güçsüz bir devletin bu silaha sahip olması ve kullanmaya teşebbüs etmesi “âlemşümul müesses nizam”ın sonunu getirme potansiyeline sahiptir. Bu çerçevede silahsızlanma ve silahların sınırlandırılması gibi anlaşmalar imzalanmıştır. Nükleer silaha sahib olmak isteyen devletlere yaptırımlar uygulanmıştır.

Soğuk Savaş sürecindeki ideolojik çatışmalar zaman zaman sıcak çatışmaya da evrilmiştir. Sıcak çatışmaların en önemlilerinden birisi ise Kore Savaşı’dır. Neticeye erdirilemeyen Kore Savaşı’nın ardından bölgede, Amerikan güdümündeki Güney Kore ve Rus-Çin güdümündeki Kuzey Kore arasında bugüne değin sürecek bir “yüksek gerilim hattı” kurulmuştur. Kuzey Kore, zaman içinde dış dünya ile bağlantılarını tamamen kesip kendi yağında kavrularak gelişmeye çalışırken, Güney Kore liberal sisteme tam entegre vaziyette ve ABD’nin desteğiyle, bilhassa bilişimde yaptığı atılım ile, dünyanın hatırı sayılır ekonomilerinden biri konumuna gelmiştir. Esasında üretim imkânları Uzak Doğu’ya kaymış ve bölgenin dünya ekonomisindeki payı her geçen gün katlanarak artmıştır.

Son günlerde Kuzey Kore, füze ve nükleer denemeleriyle sürekli gündeme gelmekte… Bu hafta ise bir hidrojen bombası denemesi yaptılar; ABD ve Çin de denemenin başarılı olduğunu doğruladı. Bu haberin ardından bir bir kınamalar yayınlanırken, hadisenin ciddiyetinin farkında olan Amerika’nın “derin analistleri”, bu denemenin Güney Kore’nin problemi olduğu, ABD’nin Kuzey Kore ile olan sorunları kesinlikle masada halletmesi gerektiği, Kuzey Kore ile olası bir savaştan kaçınılmasının şart olduğu gibi yorumlarda bulunuyorlar. Kuzey Kore bir delilik yaparak bu bombayı kullanır mı bilmiyoruz; fakat böyle bir ihtimal dahi dünyayı tedirgin etmeye yetiyor. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz gibi sistemdeki tüm unsurlar bir iç içelik arz ediyor.
Bugün, yalnızca Amerika’nın değil, dünya ekonomisindeki paylarına baktığımızda Güney Kore’nin, Çin’in yahut Uzak Doğu’daki herhangi bir üretim merkezinin Kuzey Kore menşeili bir saldırıya muhatap kalması durumunda hâli hazırda hüküm süren global karmaşanın global bir çatışmaya dönüşmesi mukadderdir. Bu çapta bir global krizden de yalnızca millet olma hususiyetine erebilmiş topluluklar sağ çıkabilir. Heterojen toplum yapısına sahip olan Amerika’nın kurtulabilme ihtimali yoktur, aldığı göçler sebebiyle içeride çatışmalara gebe olan Avrupa devletlerinin ise sadece ağır yaralı olarak kurtulabilme ihtimali vardır. Böyle bir muhtemel çatışmadan güçlü olarak çıkabilme potansiyeline sahip tek devlet ise, İslâm’dan tevarüs ettiği tarihî misyonu dolayısıyla Türkiye’dir.

Kapağımızda bu meseleyi değerlendirirken “Dünya Neye Gebe?” sorusunu sorduk. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe “Hadiseler Kontrolden Çıktı” başlıklı yazısında işledi.

Kâzım Albay, “İdealsiz Millet ve Devlet Olmaz” başlıklı bir yazı kaleme aldı...

Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Amerikan Dış Politikasında Semitik Etkisi” başlıklı yazısında ABD’nin Ruya ve İran’a karşı sert tutumundan bahsediyor.

Baran Demir, Çin’in Yunnan vilayetinde dünyaya gelmiş Müslüman denizciyle alâkalı “Çinli Hacı Mahmud Şemseddin Kimdir?” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Bu hafta Star Gazetesi Yazarı Resul Kurt ile sosyal güvenlik ve gelir dağılımı adaletsizliği üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Kurt; “Herkesin Hakkının Gözetildiği Bir Sisteme Muhtacız!” diyor...

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı eseri Ölüm Odası B-Yedi’nin dergimizde tefrikasına devam ediliyor. 381. bölümün alt başlığı “Sarı Sakal (En Bereketli...)”

Osman Temiz, “Ramazan Müjdesi Horoz Borcu” başlıklı yazı dizisinin dördüncü bölümüyle dergimizde.

Gülçin Şenel’in bu haftaki yazısının başlığı, “Sosyal Yamyamlık”...

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz. Gelecek sayılarımızda görüşmek dileğiyle, Allah’a emanet olunuz.