PKK'lısından Kemalistine, Batı kuyrukçusundan ateistine ve LGBT'lisine ne kadar ahlaksız varsa Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde topladıkları 400 imza ile erkek ve kadınlar aynı tuvaleti kullanacak. "Bu binadaki tuvaletlerin hepsi 400+ öğrencinin talebiyle cinsiyetsizleştirilmiştir" afişleri ile de okula duyurdular. Avrupa ülkelerinde bile gavurun yapmadığı bu ahlaksızlığı buradakiler yapıyor. Bu kararın gerçekleşmesine izin veren ODTÜ yöneticileri içinse hala hiçbir şey yapılmadı. Bakanlar, akademisyenler, profesörler ise sessiz. 
Türkiye'de alenen İslam düşmanlığı yapılıyor. Düşmanlıkları ise her hangi bir ideolojiye bağlı olmalarından değil, tersine ideolojisiz, ahlasız olmalarından bir ideoloji sahibiler. Yani ahlaksızlığı ideoloji belirlemişler. Entelektüel planda hiçbir şekilde konuşamayacağınız bu ahlaksız paçavralar kendi içinden çıktığı millete düşmanlık ediyor ve ne kadar değer varsa hepsini aşağılıyor. Antiemperyalistim diyenin emperyalistlerle birlik olduğu, ulusalcıyım diyenlerin gayr-ı millî çizgide koşturduğu, Kemalistim diyenlerin BM yahut o olmazsa NATO müdahalesi olsun diye ortalıkta dolandığı, 1980 darbesi mağdurlarının darbe anayasasına sahip çıktığı, devrimcilerin statükocu olduğu bir demde, Anadolu'ya ait ne varsa hepisinin düşmanlığını bunlar sürdürüyor. Bu yüzden de Batı, Türkiye üzerinden şeytanî planlarını devam ettirirken en çok güvendiği de içimizdeki Batıcı pespaye tipler oluyor.

Mesele İslâm Düşmanlığı Olunca

Müslümanların sistemsiz ocaklaşmasından dolayı boş bırakılan sahalar bize düşman olanlar tarafından dolduruluyor. Mesele İslâm düşmanlığı ve Batı kuyrukçuluğu olduğunda, yukarıdaki tüm isimler, organizasyonlar ve örgütler bir ânda aynı çizgide kol kola girebiliyor... Bütün dertleri de şu ki; Müslüman Milletimiz eskiden olduğu gibi onların uşağı olarak çalışmaya, bunların ceplerini doldurmaya devam etsin ve onlar da Batı efendilerinden taklit ettiği şekliyle istediği gibi yesin, içsin, s.çsın, çifleşsin... 

Seküler Kültürel Altyapı Değişmeden Bize Kurtuluş Yok

Sözün özü, içimizdeki Batı sevdalılarını temizlemeden, onları besleyen modernist ve seküler kültürel altyapıyı tamamen değiştirmeden bize kurtuluş yoktur, rahat uyku yoktur. Hem evimizden emin olamayacağımız gibi –ki cemiyetinden emin olamazsan evinden de emin olamazsın- evimize kapanmak çözüm değil. Doksan küsur senedir alışkanlık hâline getirilmiş taklitçi hayat tarzının artık Anadolu topraklarında barınması mümkün değil. Anlamıyorlar! Taklitçiliğini yaptıkları Batı zihniyetinin bugün köhnemiş, içler acısı hâlini idrak etmekten de acizler. 

Kanser Olmuş Olan Ahlâk Hastalığımız

Vukuu bulan bu hadiseler her ne kadar milletimizde büyük bir infial uyandırıyor ve dolayısıyla cemiyet, gözünü cereyan eden hadiseye dikerek arkasında yatan sebebleri idrak etmeye çalışmıyorsa da, tüm bunlar emarelerinden daha büyük bir hastalığın alametleridir. Hangi hastalık mı? Kanser olmuş olan ahlâk hastalığımızın.
Kemâlizm, İslâm’a olan düşmanlığı dolayısıyla ilk olarak Müslümanlara yöneldi ve batıcılık mikrobunu cebren insanımıza zerk etti. Bu mikrob her ne kadar zehri şifaya tahvil etmekte mahir vücudlarda beklenen tesiri gösterememiş ve hatta bünyenin bağışıklık sisteminde aşı tesiri yapmışsa da, cemiyetimizin büyük bir çoğunluğunda evvelâ idraklerin iğdişine, ardından da bundan dolayı şuur kaybıyla beraber reflekslerine teslim olunmasına vesile oldu.
 
Ahlâkın Müesseseleşemediği Yerde Hukuk da Olmaz Devlet de Olmaz

Şimdi, bünyeyi içten içe kemiren bir kanser ile karşı karşıyayız ve hâlen tecavüz gibi, ırza geçme gibi işin yalnız cildin sathında çıban gibi baş veren emarelerine takılmış kalmış bulunuyoruz. Bu çıbanın tedavi edilmesini istiyorsak, daha derinlere inmek zorundayız. Öncelikle ahlâk kanseri olduğumuzu kabul etmemiz, ardından da derinlemesine tahlillerle bir tarih muhasebesine başlayıp doğu batı muhasebesi yapmak ve bunları yaparken çeşidini teşhis ettiğimiz kanserin cinsine göre esas, usul ve gayeler belirleyerek tedavimizi gerçekleştirmeliyiz. Hülasa, şeklen –halen- muhafaza edebildiğimiz insanlığımızın muhteviyatını da insanlaştırmamız gerekmektedir; yeniden insan olmakla ancak bu hastalıktan ve onun tezahür eden emarelerinden kurtulabiliriz. Yoksa yargıya bu hastalığın neticesi “çıbanları” sıktırmak aslî bir tedavi metodu olamaz; olsa olsa zaman kaybettirici ve bu arada hastalığı daha azmettirici bir saik olur. Ahlâkın müesseseleşemediği yerde hukuk da olmaz, cemiyet de olmaz, devlet de olmaz. Yalnız ferdlerin kendi başına buyrukluğuna eşlik eden bir ahenksizlik olur ki; bunun neticesi de hayvanî insiyaklarla hareket edip, insan gibi muamele görmeyi bekleyen hedonist, sapkın, kimi zaman manyak, menfaatperest, anlayışsız, faziletsiz hilkat garibelerinin türemesidir. 

Hastalığın Devası Büyük Doğu İbda

Sık sık “Büyük Doğu-İbda ne işe yarar, neye faydası var?” gibi sorular duyarız. İşte bugün insanlığın pençesinde kıvrandığı ve beşeriyetini kaybetme noktasına geldiği bu hastalığın biricik devası, Büyük Doğu-İbda’dır. Yaşadığımız “âhir zaman”, Müslüman açısından en şiddetli musibetlere maruz kalınan dönem; bu bir bedahet... Musibetlerin ruhî ızdırabının şifasını, materyalist Batı eczanesinde aramak mecburiyetinde bırakılan ve yaşadığı hafakanlardan kurtulamayarak çoğu defa yitip giden Müslümanlar için, İslâm Eczanesinden nadide bir iksir hüviyeti taşımaktadır “Büyük Doğu-İbda”. Ne var ki, her hastanın içinde bulunduğu psikozdur; çileli tedavi süreçleri karşısında hastalıktan yana tavır takınmak. Oysa ki “mütefekkirin mektebi, hekimin eczanesi gibidir. Oraya zevk duymak için değil, kurtaran ıstırabı çekmek için gidilir.” Böylelikle önce kendini kurtarır, ondan sonra da nasibin, istidadın varsa sen de kendi mevzuundan beri derman olursun insanlığın dertlerine. Lâkin unutmamak gerek, burada bile görüldüğü üzere devreye giren ahlâktır ki, ahlâk, İbda Hikemiyâtına göre aynı zamanda fikrin içine işlemiş olan işletici sıfat, ruhun merkezî fakültesidir, kendisinden zuhura geldiği fikri ileriye doğru zuhur ettirir.