2011 yılında başlayan Suriye krizi, Türkiye’yi bir taraftan aldığı göçler dolayısıyla ekonomik olarak zora sokarken, bir taraftan da bölgedeki karışıklık ve düzensizlik sebebiyle tehdit ediyordu, hâlâ da etmekte. Varlık gösterebildiği her bölgede krizleri fırsat bilen ABD, burada yapılandırdığı ve desteklediği terör gruplarıyla Türkiye’nin kırk yılı aşkın süredir mücadele ettiği PKK’yı, Türkiye’nin sınırı olan bölgede devletleştirmek; böylelikle de “Büyük İsrail Projesi”nin Ortadoğu’dan Anadolu’ya taşınacağı bir uydu devlet olarak “Kürt devleti”ni hayata geçirmek istiyor.

Yahudilerin “Arz-ı Mev’ûd” (Vaadedilmiş Topraklar) olarak tanımladıkları toprakların bir kısmı, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alıyor. Peki PKK’nın Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunması, en yoğun faaliyet alanı olarak burayı seçmesi ve mevzubahis bölgenin de sözde Büyük İsrail’in sınırları içerisinde yer alıyor olması sizce tesadüf mü?

Cevabı verelim: Tabiî ki hayır! Suriye’deki karışıklıktan faydalanıp, bir taraftan Türkiye’nin Ortadoğu’ya çıkışını engellemeye ve PKK’yı Türkiye’nin sınırında devletleştirerek de İsrail’e Anadolu’nun kapılarını aralamaya çalışıyorlar. Fakat Allah’ın izni ve Türkiye’nin gayreti ile bu plan tutmayacak!

Türkiye güvenliğini sağlamak ve “Büyük İsrail Projesi”nin en önemli adımı olarak, PKK’nın sınırında devletleşmesini engellemek için bu harekâtı düzenlemeye mecburdu, hatta geç bile kalındı.

  Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapacağı muhtemel harekât aylardır gündemden düşmüyordu. Türkiye ne zaman harekâta başlayacak olsa masaya bir anlaşma konuluyor ve ABD’nin oyalama taktiğine muhatap kalıyordu. Son zamanlarda sık sık “ABD’nin oyalama taktiği başarılı olmayacak ve mutabakat sağlanamazsa kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz!” minvalinde açıklamalar yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, nihayet 9 Ekim Çarşamba günü TSK’nın, Fırat’ın doğusunu terör unsurlarından temizleyerek “güvenli bölge” oluşturmak üzere “Barış Pınarı Harekâtı”na başladığını duyurdu.
Bu harekât, her ne kadar gecikmiş olsa da Türkiye’nin sınırlarını güvende tutması ve Suriye krizinin çözüme ulaşması açısından hayatî önem arz ediyor. Diğer taraftan tüm Avrupa’nın harekâta karşı çıkması; Fransa, Almanya, Norveç gibi Avrupa devletlerinin Türkiye’ye silah ihracatlarını durdurması, Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye ambargonun gündeme gelmesi, ABD’nin “Türkiye ekonomisini kilitleriz!” diyerek tehdit etmesi ve daha birçok negatif tepkiye rağmen harekâtın başlatılmış ve kararlılıkla devam ettiriliyor olması da Türkiye’nin diğer devletler ve milletler nazarındaki itibarı açısından mühim… Aslında bu harekâtla daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM kürsüsünden de söylediği “Dünya beşten büyüktür!” sözünün aksiyona tevdi edildiği görülüyor. Artık yalnızca lâfta değil, sahada da Batılı emperyalistlere “Biz de varız! Osmanlı’nın bakiyesi olan, başta Ortadoğu olmak üzere Türkiye’nin tabiî hinterlandı içerisinde yer alan bölgelerde Türkiye’den izinsiz ve Türkiye’nin aleyhine iş yapılamaz!” diyoruz. 

Biz bunu dilimizle ve icraatlerimizle söylediğimiz zaman bir yandan dışarıdaki dostlarımız ve düşmanlarımızı yeniden tasnif ederken, öte yandan içerideki hainleri de ortaya çıkarmış oluyoruz.

Bir milletvekili düşünün ki, Türkiye’nin güvenliğini sağlamak amacıyla yaptığı bu harekâtı “Kürtlere karşı yapılan bir savaş” olarak nitelesin... Bu herif gibi düşünen birçok zevat var bu memlekette hem de makam mevki sahibi...

Türkiye’nin verdiği mücadele ve Suriye’deki şartlar alenen ortadayken, harekâtı bu şekilde niteleyerek Türk-Kürt fitnesini yeniden alevlendirmeye çalışmak hainlik değilse nedir? Batı tarafından dışarıdan kuşatıldığımız kadar, Batı eliyle içimize yerleştirilmiş hainler tarafından da kemiriliyoruz.

Unutulmamalıdır ki; “Kürtlere karşı savaşılıyor” propagandası, Anadolu’da faşizme kayan bir “Türk milliyetçiliği”nin yükselişini tetikler. Bu propagandanın tutması demek, yüzyıllar boyunca İslâm uğrunda omuz omuza savaşmış ve bugün Müslüman Anadolu halkını meydana getiren iki önemli unsur olan Türklerin ve Kürtlerin arasına ekilen nifak tohumlarının meyve vermesi demektir. Asıl kaçınılması gereken de budur.

Havanın puslu olmadığı zamanlarda at izinin it izine karışmış olması hiçbir şeyi değiştirmez. Türkiye’de hava puslu değil, iz de sürmüyoruz. Hainler ve satılmışlar ayan beyan ortada! Kim oldukları, nerede oldukları ve kim için oldukları belli.

Devletin cesareti ve TSK mensubu askerlerimizin fedâkarlıkları ile yürütülen Barış Pınarı Harekâtı, içerideki bu hainlere yönelik büyük ve kapsamlı bir operasyonla taçlanmalıdır.

Milletin sesine kulak verilmeli ve silahlı mücadele ile yıpratılan PKK’nın siyasî yüzü olarak mecliste bulunan HDP kapatılmalı, vekilleri sorgulanmalı, belediyelerine kayyum atanmalı, parti tüzel kişiliğinin ve ihanetleri sabit olan partililerin mal varlıklarına el konulmalıdır. Tabiî bunlara alenen veya dolaylı olarak destek veren unsurlar, başta CHP ve vekilleri olmak üzere es geçilmemeli ve hatta öncelik onlara verilmelidir. Zira millet, kendi vergisiyle bunlara ödenen maaşların, bu milletin evlatlarına kurşun olarak geri dönmesinden bıktı, usandı!

Bu memleket birdir, tarihten bugüne tüm milletleriyle bir bütün hâlindedir ve yıllardır evlatlarını kurban verdiği terör örgütleriyle mücadele etmektedir. Bu harekâtın yegâne gayesi de Türkiye’nin sınır güvenliğini temin etmek ve bu örgütün devletleşmesine, özellikle İsrail’in Anadolu’ya açılmasının en önemli adımı olarak Türkiye’nin sınırında devletleşmesine mâni olmaktır.

Hadis-i Şerif’te buyurulduğu gibi “Hudut namustur!” PKK, YPG ve PYD bu milletin vatanına, bayrağına, hududuna, yani namusuna el uzatmıştır ve namus kanla temizlenir!

TSK bugün Suriye’nin kuzeyinde bu milletin ve memleketin namusunu temizliyor! Umuyoruz ki; bugün devlet eliyle yürütülen bu operasyonda, memleketimize dışarıdan el uzatmaya çalışanların ellerinin kesildiği gibi, yarın da bu harekâtı işgal olarak niteleyenlerin ve bu milletin fertleri arasına fitne tohumları ekerek, içeriden dil uzatmaya kalkanların dilleri kesilecektir!..  

Baran Dergisi 666. Sayı