Bir adam ve bir ömür, doğrularıyla yanlışlarıyla geçen ve yıllar süren aktif bir cemiyetçilik yaşamı…

Kanın oluk oluk aktığı günlerden milletvekili seçimlerine, partileşmeye, siyasi ayrılıklardan, darbelere, elektronik muhtıralara değin hadiseler boyunca bir adam…

Bu adam Anadolu’da ruhu arayış içinde adaleleri dipdiri kıpır kıpır, halis ve masum binlerce Müslüman gençten biridir Şarkışla Genç Ülkücüler Teşkilatına girdiğinde...
 Kendi tabiriyle “hormonsuz Anadolu çocuğu”dur; süreç onu kanlı bir iç savaşın içine sürükler evvelâ, daha sonra ise bol işkenceli cezaevi yılları ve kendi kendisini muhasebe ediş...

Daha ilk gençlik yıllarında teşkilatçılık yeteneği, gözükaralığı, liderlik mizacı, ahlâk ve samimiyetiyle sivrilir ve Ankara’ya özel olarak getirtilir, bir süre sonra da Ülkü ocakları Genel Başkanlığı görevi.  İçinde bulunduğu camianın tavanının sürekli yadırgadığı tabanının ise çok çabuk benimsediği İslâmi hassasiyeti ve tavırlarıyla ilk yıllarında bulunduğu safların ruhunu doyurmakta yetersiz olduğunu binlerce genç gibi o da hisseder.  Konumu gereği yaptığı hamleler evvelâ kendinin sonra da binlerce halis Türk gencinin ruhunu arayış refleksidir aslında…

O dönem kendisinin ve yakın arkadaşlarının bu hamleleri hareketin tavanından tepki görür ve tabii engellenir. Burası bunları anlatmanı yeri değildir; fakat aslında Ülkücü hareketin ilk ciddi ve derin fikri ayrılıklarının tohumları o dönemde büyüdüğünün haberini vermiştir...

Üstad Necip Fazıl’ın el atması ve Seyyid Ahmed Arvasi gibi bir değerin günlük yazıları mukaddesatçı Türk gençliğinin ruhî arayışlarına ilâç gibi gelmiştir. Fakat Arvasî Hocanın yazılarıyla fikri altyapısını oluşturmak için gayret ettiği Ülkücü hareketin tabandaki temayülüne rağmen Üstadımızın bu el atışının ilk etapta verimlerinin yüksek olmadığı aşikârdır. Lâkin o el atıştır ki bugün bile meyvelerini vermektedir. Henüz son ve asli verimi de beklenmektedir. Yani İslâm inkılâbının ruhunu dökeceği kalıp olan gençlik hazinesine katacağı elmasları…

AKSİYONUNU İBDA’DAN ALAN ADAM

“Ülkücü hareketin ilk ciddi ve derin fikri ayrılıklarının tohumunun büyüyorum mesajı” demiştik...

Evet, o dönem yaşananlar bir büyüyorum mesajıydı, o tohum büyüdü bir fidan halini aldı, suyunu cezaevlerinden temin etti, gübresini işkencelerden, siyasi gelişmelerden, ayyuka çıkan hakikatlerden...

Gerisini Sayın Sinami Orhan’ın BBP camiası içinden Yavuz Ağıralioğlu hakkında erken kurultay için imza toplamasından bir gün sonra ismi açıklanmayan bir BBP yöneticisi referans gösterilerek “zaman” gazetesinde İBDA-C’li ve “Ergenekoncu” ithamlarında bulunulması sonrasında kaleme aldığı “Sürülmüş tarladaki sapık ve manyakları temizlemek” isimli yazısının bazı pasajlarından takip edelim:

Sene “92’nin başları Amiral Tafdil’deki İbda Yayınlarından gelen bir telefonla “Ak-Doğuş Dergisi İdarecileri” olarak orta kattaki odada bir toplantıya çağrıldık. Misafirimiz, “acil olarak çağıran”, içeriden yeni çıkmış MUHSİN YAZICIOĞLU

Merhum Muhsin Bey kendinin bir “durum değerlendirmesi”ni yaptıkdan sonra, “albay”ın ve partisinin durumuna getirdi sözü, “Ak-Doğuş”da yaptığımız yayınların “ayrılmayı öne getirdiği ve acil haline soktuğunu” anlatıp DAVAMIZ DEDİĞİ İBDA’NIN TABANA ANLATILMASINDA YARDIMCI OLMAMIZI istedi.

“- Beni Anadolu’dan birçok yerde çağırıyorlar, her yere gidemiyorum, herkesi de gönderemiyorum, yerleri ben ayarlayacağım, sizler de gidip orada davamızı, İbda’yı anlatacaksınız, artık başka yol kalmadı!“

Nitekim bunun akabinde İbdacılar tarafından partinin binası Ankara’da tutuldu, parti tüzüğü kaleme alındı ve kuruldu.

Şimdi Y. Ağıralioğlu’na “İbda-C’ci” diye fiske vurduklarını sananlara açıkça söyleyelim ki, BBP’nin KURULUŞ SÜRECİNDEN, KURULUŞUNA KADAR dahlimiz mevcuttur ve bir “İbda-C’ci” aranacaksa eğer, merhum Yazıcıoğlu bunun başında gelirdi!

Gelirdi diyoruz çünki, sonra “saman altından su yürütenler” devreye girdi ve üstelik Ağıralioğlu’nun ekibini suçladıkları “Ergenekoncular”la işbirliği içinde!

O günleri hatırlayanlar bilirler, A. Çatlı da “legale” çıkmak için Yargıtay ile görüşüyor, birtakım “valizler” karşılığı üzerinde bulunan “kirlilikten” kurtulmaya çalışıyordu. Yeni partinin kuruluş süreci de başlamıştı.

İşte bu anda iki noktadan “tarlayı sürmek isteyenler” devreye girmeye başlamışlardı.

Birincisi, Susurluk’un babası, “1000 operasyon’cu” Mehmet Ağar; hem Çatlı hem de Yazcıoğlu ile görüşüyor ve zaten kafasında verdiği karar gereği Çatlı’nın partinin başına geçmesini “ertelemeye” veya “oyalamaya” çalışırken Yazıcıoğlu’na da, elbette o an bunlardan habersiz, “şartlar sürerek” teslim almaya çalışıyor. Şartlardan birincisi ve en önemlisi de “İbdacıların teşkilâtlardan temizlenmesi”…

Saman altından su yürütmeye çalışan “yeni gladyo”cular da,  Hüseyin Gülerce ile birlikte Yazıcıoğlu ile görüşüyor, “yeni bir partisiniz, reklama, sesinizi duyuracak bir yere ihtiyacınız var, sizin gazete küçük, Zaman ise büyük gazete, içinizden “İbda-c cileri” atınız, sayfaları size açalım!” teklifini götürüyorlardı.

O dağda ölmeden çok önce “ölüm kararı”nı imzalayan Yazıcıoğlu, “küçük olsun benim olsun” mantığını kabul etti ve bir basın toplantısı ile İbda işaretini yaparak “bu işareti yapanlarla hiçbir alakamız yoktur!” açıklamasını yaptı. Böylece Yazıcıoğlu, “bizim tarlayı çok önceden sürmüşler” dediklerinin “yoluna” girdi ve partide, gençlik teşkilatında büyük bir tasfiyeye başladı. Yayın organlarımızın teşkilata sokulmasını yasakladı.

Buradan bakarsanız, o günden bugüne, memleketimizdeki birçok “misyoner cinayeti”nde, saldırısında “izleri” bulunan BBP’lilerin, Mehmet Ağar ve Gülen örgütü ile akrabalıklarına bakmak gerekir; birilerini lekelemek için kullandıkları “İbda-c ci” lafı havada kalmaktadır, teşkilâtın “emir-komuta düzeni” tamamen onların elindeydi çünkü.

 “(…) 90’lara gelen süreçte “Bizim Ocak”ın da çıkmasına vesile olan, onun “sert” tarafını temsil eden “Mesele” dergisinin Ak-Doğuş’la olan teşrik-i mesaisini, başta Bursa cezaevi olmak üzere, “ülkücülerin” bulunduğu cezaevlerinden dergimize gelen mektubları ve o mektubların “isim sahiblerini” yazmaya gerek yok;

   Şimdi bu “unsur”lar, o meşhur “temizlik” esnasında karşı duruş almış bulunan Yavuz Ağıralioğlu’nu da “İbda-C’ci” olarak niteleyerek, Yazcıoğlunun “gençlik teşkilâtı”nı kurmakla görevlendirdiği birine “leke” attıklarını zannederlerken, tüm bir BBP tarihini yerlebir ediyorlar ve gerçek yüzlerini apaçık bir şekilde ortaya seriyorlar.”

Bilenler bilir, Muhsin Yazıcıoğlu S.Ahmed Arvasi hoca’nın ortaya koyduğu bir anlayış olan Türk-İslâm ülküsü benimsemiş idi ve fikirlerinde  Arvasi hocanın büyük tesiri olduğu görülüyordu. İşte bu nedenle Üstad’ın talebelerinden olan mütefekkirlerden Arvasi beyin Büyük Doğu – İbda çizgisinde yayın yapan KARAR dergisine vefat etmezden az bir zaman önce verdiği röportajdan şu bölümü aktardığımızda resmi bütünüyle gösterebileceğiz:

 “S.A.ARVASİ: Böyle bir ümit ve haz içinde bulununca, Ülkücü hareket bir fetih hareketi halinde, şu anda birçok noktayla temas halindedir. Bu temasla bir şeyler almakta ve bir şeyler vermektedir. Ama işin temelinde bir ihya hareketi vardır.

Bunun için Türk – İslam Ülküsü, Büyük Doğu İdeolocyası’nın bir parçasından başka bir şey değildir. Hatta bir devamından başka bir şey değildir. Biz Necip Fazıl’ı kendi şairimiz, kendi edibimiz, kendi mütefekkirimiz ve kendi bayraktarımız kabul ederiz. Hatta bana göre Necip Fazıl 20. yüzyılda Resulullah’ın şairidir, edibidir. Bizim dehasına inandığımız, sevgisini kazanmak için çırpındığımız sevgisini kazandığımız ve kendisini çok sevdiğimiz Necip Fazıl Bey bizim hayatımızda ve hareketimizde etkili olacaktır. Bu etkiyi her geçen gün biraz daha fark edeceksiniz.

- Efendim, daha kestirme bir ifadeyle Ülkücüler yakın gelecekte Büyük Doğu bayrağının altında olacaktır.

S.A.ARVASİ: Altındadır zaten. “

S.Ahmet Arvasi hoca, aynı röportajda kendisini de Büyük Doğu mektebinin bir talebesi olarak belirtiyor. Ama asıl olarak kendi ortaya koyduğu Türk-İslâm ülküsü’nün [ yanlış, eksik ve hâtaları ayrı bir tetkik ister] bir nevi ülkücü hareketin idrak seviyesi gereği Büyük Doğu’nun ülkücülerin anlayabileceği seviyede ifade edilmiş bir formu olduğunu anlatıyor bizlere. Bu aynı zamanda S.Ahmed Arvasi’nin şahsında, eksiğiyle noksanıyla değerlendirebileceğimiz bir “ara aydın” örneğinin de olduğunu ihtar ediyor olsa gerek.

 Görüldüğü gibi bir dünyayı algılayış biçimi olarak Türk-İslâm ülküsü’nün ve bu anlayış biçiminde kendine zemin bulan bir hareketin (BBP’nin) İslâma muhatap anlayışın “zamanın maksatlılığına ve ruhuna mutabık” İslâm’a muhatap anlayışın iki buudlu dünya görüşü  Büyük Doğu- İbda’nın tesir ve telkiniyle zuhur ettiği apaçık bir vakıa halindedir.

Bu bedâhati göremeyen veya saf fikrin acılığını bünyesi kaldırmadığı için görmek istemeyenler için de somut bir örnek olarak İbda Mimarı’nın İşkence isimli eserinde geçen şu ifade yeter: Milliyetçi Çalışma Partisi'nde Alparslan Türkeş'in yerini alacak kişi diye bilinen Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgim neydi?.. [1]

Sayın Mirzabeyoğlu 1991 yılında işkence esnasında bu soruya muhatab olurken, Muhsin Yazıcıoğlu hâlen MÇP’dedir ve o yıllarda İBDA’ya nisbeti olan yayın organları Yazıcıoğlu’yla röportajlar yaparlar.   Yine 1988 yılında Türklükle de İslâm’la da alâkası bulunmayan bir dergi MÇP kurultayında Muhsin Yazıcıoğlu’nun şahsında İslâmcıların MÇP’ye katıldığını, Yazıcıoğlu’nun ismi okunduğunda gösterilen sevgi seli karşısında ayağa kalkmadığını, Türkeş’ten sonra Partinin başına Şeriatçı Yazıcıoğlu’nun geçeceğini  “TÜRKÇÜLÜKTEN ŞERİATÇILIĞA GEÇİŞ”  başlıklı haberi altında iddia ediyordu... Sanırım anlaşıldı; devletin MÇP’deki İslâmcıların etkinliğinden ne denli rahatsız olduğu ve bunun sorumlusu olarak kimi gördüğü... Tabii ki ayrılık zeminini kimlerin oluşturduğu da…

Ve yine İbda Mimarı’nın bu durumu birkaç kelimeyle ifade ettiği Adımlar isimli röportajlarından mürekkep eserinden: “Kemâlist rejim “kahrolsun komünistler” veya “kahrolsun devletimizi yıkanlar” edebiyatıyla artık müslümanları kendi menfaati için dolmuşa getiremiyor; bu mevzuda, bizim zümremize iltihak etmeseler ve bize yamuk baksalar dahi, genel olarak müslümanlar üzerinde bir hayli tesir sahibiyiz… Doğrudan veya dolaylı tesir… Ülkücüler için de aynı şey…”[2]

 “Kendinden zuhur” çağında Büyük Doğu –İBDA’nın etkileyenleri etkileyici ulvi aksiyonunun Muhsin Yazıcıoğlu, Seyyid Ahmed Arvasi ve ülkücü hareket üzerindeki tesirlerini ana çizgileri ve kırılma noktalarıyla  tablolaştırdık.

İDEOLOJİK ZAFİYET (Dünya Görüşü Eksikliği)

Muhsin Yazıcıoğlu aksiyonunu İBDA’dan yani İslâma muhatap anlayışdan alan bir kimse idi. Yalnız İBDA bağlısı değildi, buradan İBDA’nın eşsiz ve misilsiz fikir ve hareket halinde fikir demek olan aksiyonunun tesirinde kalmanın ayrı, İBDA’ya kafa ve gönül nisbeti kurmanın ayrı şeyler olduğu daha da netleşiyor. İşte burada İbda diyalektiğinden Büyük İslâm stratejisi başlığı altındaki ” Nice kendi kendinden ibaret dar çerçeveli marifet mevzuu vardır ki, şemsiyesi altında görünecek bir keyfiyet cevherinin yokluğundan dolayı içtimai plânda bir mâna ve faydaya dönüşemeyen kendi başınalığı temsil ederler; fikir, sanat, ilim veya hareket… Yine, kendi kendinden ibaret ve küçük çaplı fedakârlıklarla gerçekleşen nice işler de vardır ki, bir keyfiyet şemsiyesi altında kurtarıcı çapta büyük fayda mevzuuna dönüşürler ve şemsiye keyfiyeti temin edici olurlar.”[3] hikmeti çerçevesinde bir bakış açısı getirdiğimizde bir Dünya Görüşü’ne nisbetsizliğinin en baştaki zafiyet olduğu kendiliğinden izaha kavuşuyor. Bu yüzdendir ki, ifade ettiğimiz hikmetin belirttiği dünya görüşü eksikliği bizi nice büyük iş ve amelin yerli yerine oturtulamayışı,  yarım oluşlardan ibaret kalışı gerçeğiyle baş başa bırakmıştır. Muhsin Yazıcıoğlu da buna en güzel örneklerden bir tanesidir.

Merhumun, diyalog fitnesinin kaynağı olan mâlum topluluk, Kemalizm, Kürt meselesi, devlet aygıtının mahiyeti, siyasi partinin alet rolü gibi birçok meselede her örgüsü tezatsız dünya görüşü sahibi olamamasından kaynaklı hataları, yanlışları, eksiklikleri var idi... Bunlar tek tek incelenip doğruları belirtilebilir, lâkin basım imkânları buna müsait değil, ayrıca tafsiline lüzum yok...

KIYMET HÜKMÜ

Muhsin Yazıcıoğlu samimi, ihlâslı, fedâkar, şecaatli, idealist, davasına bağlı halis bir Müslüman idi.

Onda eksik olan sadece Büyük Doğu – İBDA’ya kafa ve gönül nisbeti kuramamasıydı. Bulunduğu siyasi parti genel başkanlığının İBDA ile arasında duvar örmesi, çevresinde hain ve ahmak adamların bulunuşu, yetiştiği ortam,  İBDA’yı belirli bir yaştan sonra tanımış olması gibi nedenler bu nisbeti kurmasını engelledi. Şüphesiz ki “Ölülerinizi hayırla anınız” Hadisi icabı, hareket ederken, davanın çıkarı sözkonusu oldu mu, hakikatin hatrını dostun hatırından üstün tutacağımız muhakkaktır. Yani tenkid yerinde güzeldir. Bunu söyledikten sonra net bir şekilde ifade edelim; Her dava Muhsin Yazıcıoğlu gibi insanlara ihtiyac duyar. İşte bu yüzden dileğimiz şudur; “Allah İslâm’a muhatap anlayış davasına Muhsin Yazıcıoğlu gibi neferler nasip etsin!”

Bilinen bir husus da Yazıcıoğlu Nakşiliği idi ve vefatından sonra Nakşi taifesinden büyükler onun şehitliğinde ittifak etmişlerdir. Nasıl ve niçin şehit edildiğini dilimizin döndüğünce anlattık.

“Allah bütün şehitlerin intikamını almaya bizi memur etsin!”

[1]: İşkence- Salih Mirzabeyoğlu - 1. Baskı- İbda Yayınları- Sayfa: 76

[2]: Bütün yönleriyle Kürt meselesi röportajı