Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım 2019’da imzalanan deniz sınırı anlaşması, esasında Doğu Akdeniz açısından bir kırılma noktasıydı. Çünkü Türkiye bu anlaşmayla iki farklı noktayı devreye sokmuş oldu. Birincisi, “Doğu Akdeniz’de benim haklarımı asla çiğneyemezsiniz, hukuk çerçevesinde sizinle sonuna kadar mücadele ederim” dedi. Kime dedi bunu? İsrail, Yunanistan, Mısır üçgeni ve aralarına Kıbrıs Rum Kesimi’ni de alarak bir ittifak geliştiren ve arkalarına da Amerika, İngiltere, Fransa gibi dünya güçlerini alan, hatta Rusya’yla bile dirsek temasında olan dev bir koalisyona karşı. Yani şu an karşımızda duran koalisyonla 1915’te Çanakkale’de karşımıza dikilen donanma arasında bir fark yok! Açık konuşalım; Türkiye burada çok cesur bir adım attı, Tümamiral Cihat Yaycı’nın yıllardır kitaplarında bahsettiği o anlaşmanın zeminini doğurdu ve yola devam etti.

Bunun ötesinde bir başka gelişme daha: Türkiye ile Libya arasındaki anlaşmayı yok etmek için Hafter denilen isyancıyı desteklemeye başlayan bölge güçlerinin saldırıları arttı. Birleşmiş Milletler tarafından meşru kabul edilmiş Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin çok zor durumda kalması üzerine Türkiye oraya vekil savaşçılarını falan yollamadı, direkt müdahale etti ve dedi ki: “Ben var olduğum sürece bu meşru hükümeti kimse Trablus’tan söküp atamaz!”

Bundan üç ay öncesine baktığımız zaman, durum esasında bizim aleyhimize gibi gözüküyordu. Çünkü çok sert bir müdahalede bulunmuş olmamıza rağmen, karşımızdakiler kuvvetliydi hem de Halife Hafter denilen adam almış olduğu destekle bayağı ilerlemişti. Hatta Trablus ile Tunus arasındaki batı bölgesinin bile bağlarını koparmıştı. Ne oldu? Türkiye önce kurmay subaylarını yolladı, Millî İstihbarat Teşkilâtı’nı yolladı, şehid verdi, Allah gani gani rahmet eylesin... Sonra İHA ve SİHA’larımız bölgede faaliyete geçti, sonra zırhlı birliklerimiz gönderildi, akabinde hava savunma sistemleri yerleştirildi, topçular da destek verdi. Yâni, Libya’da meşru hükümetin aleyhine olan askerî durum değişti. Özellikle son on gündür, meşru hükümet, ben buna artık “resmî Libya ordusu” diyorum, isyancıları –Hafter güçlerini- iyice sıkıştırdı. Özellikle ülkenin batısından tamamen silinip atılıyor!

Türkiye, esasında yedi düvele karşı büyük bir sessiz zafere doğru emin adımlarla ilerliyor. Karşımızda esasında “isyancı” dediğimiz güç, Rus Wagner şirketinin paralı askerleriyle merkezi Birleşik Arap Emirlikleri bulunan, yani daha doğrusu orada oturan ama Amerika ve Hong Kong’da şirketleri bulunan, Blackwater’ın eski sahibi olan Erik Prince’in sahibi olduğu Frontier savaş şirketinin paralı askerleri... Biz aslında paralı askerlere karşı, meşru bir hükümeti savunuyoruz. Bu uluslararası hukuk açısından o kadar önemli ki, Türkiye bu yaptığı işi tam olarak dünyaya maalesef anlatamıyor. Bazı devletler paralı askerler üzerinden meşru bir yönetimi yıkmaya çalışıyor, biz de meşru yönetimi paralı askerlere karşı savunan iki devletten biriyiz, bir de Katar bize destek veriyor. Eğer bu dünyada Birleşmiş Milletler denilen örgüt adam gibi çalışsaydı, onun genel sekreterinin Ankara’ya gelip Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür etmesi gerekirdi. Bırakın teşekkür etmeyi adamın kılı bile kıpırdamıyor. Sadece “Efendim biz Libya’ya silah ambargosu koyduk.” diyebiliyorlar. Neyin silah ambargosu? Mısır üzerinden silahlar yağarken silah ambargosu yok, Türkiye üç tane gemi gönderdiği zaman silah ambargosu!..

17 Nisan Cuma günü Türk Hava Kuvvetleri ile Türk Donanması tarih yazdı. F-16’larımız üç tane tanker uçağın kontrolünde Türkiye’den havalandı, Atina, Ege, Doğu Akdeniz hattını aştı Girit’in güneyinde stratejik bir tatbikat yaptı. Orada bekleyen beş fırkateyn ile birlikte bir gövde gösterisi yapıldı! Yunanistan çıldırdı, ne yapacağını şaşırdı!

Şimdi soru şu; tüm bu yaşananlar üzerine şer güçlerinin bir ittifakı söz konusu olabilir mi? Bizim zaferimizi, Libya’daki meşru yönetimle birlikte planladığımız zaferi tersine çevirmek için bir takım adımlar atılabilir mi?

Atabilir! Nitekim Wagner yöneticisi Dimitri Utkin ile Erik Prince denilen savaş tüccarı görüşmüşler, ama henüz bir anlaşma olduğuna dair bilgi gelmedi. Yine de potansiyel olarak büyük bir risk. Netice itibariyle Doğu Akdeniz’de birileri paralı askerler vasıtasıyla üzerimize gelebilir mi? Evet gelebilir. Suriye’de ve Irak’ta da böyle olabilir. Ama şunu da unutmamak lâzım ki, Türkiye özellikle son on yıldır hem içte hem dışta yaşadığı saldırılardan sonra hayli şerbetlenmiş durumda. Gelseler bile, giderler!..


Baran Dergisi 693.Sayı