28 Şubat zulmünü yalnız yıldönümlerinde gündem olmaktan çıkarmanı çabasında olan isimlerden biri de Star gazetesi yazarı Yakup Köse... Köse, dün konuştuğu Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde önemli hatırlatma ve uyarılarda bulundu. Gazeteci Köse'nin konuşmasından önemli başlıklar:
 
“Halil Kantarcı’nın Yolunda Olmak”
Gerek şehid Halil Kantarcı, gerek dava arkadaşlarım vesilesiyle bizler dört duvar arasında da dik durmayı bildik. Ve Elhamdülillah dik durmaya da devam edeceğiz. Bakın biz Halil Kantarcı’yla özgürlük mücadelesini verirken bir programa katılmıştık. Halil orada şunu söyledi. “Biz çok ta farkında olmadan 28 Şubat’ta başörtülü kardeşlerimize yapılan zulmü protesto etmek için Sincan’da yürüyen tankların üzerine çıktık. Anlayışla, ruhla, fikirle bu tankların üzerine çıktık. Bu tanklar bir daha çıkarsa biz bu tankların üzerine bir daha çıkarız” demişti. Ve Halil 15 Temmuz’da darbe girişiminin daha doğrusu işgal girişiminin ilk başladığı saatlerde ben on yıl yattım, arkada da üç tane bebem var ben bunları bırakıp gitmem, sıramı savdım demedi ve o sözünü tuttu, tankların üzerine çıktı, Şehadet şerbetinden içti. Burada Halil’in bu sözüyle siz genç kardeşlerime şunu söylemek istiyorum. Bir genç bir söz söylediği zaman ona ne kadar kıymet verdiğini ve o sözü nasıl tuttuğunu Halil’in bu duruşundan görmek lazım. Halil’in mânâsı dost demektir. O zaman diyorum ki; Halil gibi yaşamak, Halil gibi direnmek, Halil gibi savaşmak, Halil gibi yürümek yolumuz olsun. Bizler, 15 Temmuz’da 28 Şubat mağduriyeti yaşayan, 28 Şubat’ta terörist diye içeri alınanlar olarak 15 Temmuz’da meydanlardaydık. Ülkemizi, vatan topraklarını işgal etmeye çalışan mihrakların karşısındaydık ve aslanlar gibi savaşıldı. Bakın belgesellerde izliyoruz. 28 Şubat’ta sarıklı, cübbeli, şalvarlı insanlara neler yapıldığını. Bir o dönemi hatırlayın, bir de 15 Temmuz’da sokakta bastonuyla koşan sarıklı, beyaz sakallı, cübbeli yaşlı amcaları hatırlayın. Bu ülke bizim. Bu ülkeyi kimseye parçalatmayız, canımız pahasına! Biz cezaevinde zalimin karşısında dik dururken, hem psikolojik hem fiziki işkencelerden geçirilirken sürekli Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun şu şiirini okuduk: “Tenimizi ezebilirsiniz ama ruhumuzu asla, onu ne işkence zapt eder, ne kelepçe, ne pranga. Gülümser durur inancımız hürriyet buudunda sonsuzca. Sizi ey pis ezeli hayvancıklar. Neye yaradı işkenceniz?! Dünyanız kara ahiretiniz zift; sizi bekliyor cehenneminiz!


 
“17-25 Aralık Darbe Girişimi”
Bizler bu duruşu, bu anlayışı her daim muhafaza edeceğiz. Vatanımız için. Aynı zamanda 17-25 Aralık tarihinde de darbe girişimi yaşadık. Bu darbe girişiminde de yine aynı duruşu sergilediğimiz gibi, bir çok yanlışı da o dönemde ferasetimiz vesilesiyle göstermiştik. O süreçte hakkımda Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin tozlu raflarında bulunan, benim bile unuttuğum bir dava neticelenip onaylanarak 6 yıl 8 ay daha hapis cezası aldım. 1995’de girip 2005’de çıkan birisi olarak tekrar 2013 senesinde, yani 17-25 Aralık’ın ortasında tam 25 Aralık’ta o cezayı aldık. Ve bir sene sonra FETÖcü Ekrem Dumanlı ile Hidayet Karaca derdest edilip ele geçirilirlerken, beni de bir belediye otobüsünde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’a misilleme amaçlı yakalayıp ve tutukladılar. Neticesinde de yaklaşık bir 7 ay cezaevinde yattıktan sonra tekrar tahliye oldum.
 
Cihat Özbolat’ın düşmanı 28 Şubat’çı FETÖcü Yan Hücrede!
Bir örnek vereceğim. Halil KANTARCI’nın dosya arkadaşı Cihat ÖZBOLAT’ın yanına bir ay önce ziyarete gittim. Kendi bana şöyle bir mevzu anlattı. Çok garibime gitti. Bak dedi “Bak, yan hücreme bir arkadaş geldi” Cezaevinde usuldendir; yanınıza ve yahut yakın yere biri geldiği zaman ona kim olduğunu sormadan bir şeye ihtiyacı var mı sorulur. Bizim arkadaşlar da yıllardır hapis oldukları için mevzuyu biliyorlar. Diyorlar ki, yan hücredekine; bir şeye ihtiyacın var mı? Kola şişesinin içine sıcak suyu koyadık, çayı yapardık, atardık odaya düşerdi. Çay istiyor gönderiyor falan. Sonra aradan iki üç gün geçiyor Cihat abi anlatıyor. Gittim vurdum mazgala, geldi. Sen nereden geldin diyor. Şuçun ne idi diyor. Ya işte biz cemaat falan dediler bize diyor. FETÖ de diyemiyor. “FETÖ’cü müsün sen?” diyor. Ya öyle diyorlar işte diyor. Görevin neydi diyor. Arkadaşlar Cihat ÖZBOLAT’a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veren hakim Cihat abinin yan hücresinde. Cihat abi de bana diyor ki “Yakup dışarıdaki ağabeylere söyle, büyüklerimize söyle. O buradaysa ben niye buradayım? Ben buradaysam o niye burada?
 
“Rehaveti Reddetmeliyiz!”
Bakın şimdi ise öyle bir rehavet var ki, öyle bir rahatlık var ki koca koca salonlar bize tahsis edildiği halde, büyük büyük mekanların içerisinde programlar yaptığımız halde, hemen hemen bütün şartlar önümüze serildiği halde gerekli ölçüde ilgi, katılım görünmüyor maalesef. Rehaveti reddetmeliyiz. Kusura bakmayın ama biraz zafer sarhoşu olma yolunda ilerliyoruz gibi. Bakın bizlerin bu konuda çok hassas olması lazım. Düşman çok derinden geliyor. 28 Şubat’ın en büyük özelliklerinden birisi çok sinsi bir darbe olması ve şuurlara bu şekilde işlemesidir. FETÖ’nün de en tehlikeli olduğu nokta kendilerini çok iyi gizlemeleri ve sinsi olmaları. Bu yüzden 28 Şubatçılarla biraz önce dediğim gibi 15 Temmuzcuları birbirinden ayırdetmiyoruz.
 
“Hileli Mağduriyet”
Son zamanlarda özellikle sosyal medya kullanıcısı genç kardeşlerime sesleniyorum. Son zamanlarda FETÖ’cüler için mağdur mekanizması işlemeye başladı. Bu mağdur mekanizmasında bazı ceza alan FETÖ’yle bağlantılı olanlar için “Çok fazla ceza aldılar. Bunların bu kadar ceza almaması lazımdı” diye algı yönetiliyor. Bu çok tehlikeli bir şey. Bunu ısrarla söylüyorum ve söylerken de sizi bir şeyle misallendireceğim bu mevzuda. Bakın Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşler müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Bunlar kimdi? Bunlar 15 Temmuz’dan bir-iki hafta önce Recep Tayyip ERDOĞAN’ı Cumhurbaşkanımızı Ölümle tehdit eden Postalla tehdit eden Silahla tehdit eden insanlardı. Bunu söyledikten sonra hepinizin gözünün önüne gelecek bir fotoğraftan bahsedeceğim. O akşam bir televizyonun canlı yayınında halka Recep Tayyip ERDOĞAN’ın arkasından gitmemesi askere saygı duyulmasını telkin etmek için ekrana çıkartılan bir işgal teorisyeni Cumhurbaşkanımızın ölmediğini, canlı yayında olduğunu öğrendiği anın suratının şekli gelsin gözünüzün önüne. Şoka girmişti. Bu Cumhurbaşkanımızın bir nevi öldürülmesinden yana olan adamdı. Peki bu sözde gazeteci Türkiye’de yakalansaydı -ki firar etti- ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alsaydı; biz buna “gazeteci” deyip ceza verilmesine karşı koyabilir miydik? Hayır.
 
“İstiklâl Savaşı Veriyoruz”
Bizim mahallenin senelerdir en güzel yaptığı şey ağlamak. Nerede bir mevzu var ağlanacak, açık konuşuyorum İslamcı kesimin böyle nerede bir böyle hiç şeyine bakmıyor, hemen koşuyor ona şey yapıyor. Daha doğrusu biraz daha açık konuşayım, Polyanacılık oynamayı çok seviyorlar. Arkadaşlar, İstiklal mücadelesi veriyoruz. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN liderliğinde bir istiklal mücadelesi veriyoruz. Bu istiklal mücadelesini verirken araya girmeye çalışan, olayı pasifleştirmeye çalışanların gözünün yaşına bakmayacağız. Şahsen ben öyle düşünüyorum. Şöyle söyleyeyim tekrardan tabi ki birçoğunuz benim cezaevinde on yıl içerisinde neler yaşadığımı, neler çektiğimi, hangi işkence tezgahlarında geçirildiğimi merak ediyor ama Şunu söylemek istiyorum.
 
“Daima Dik Duracağız”
Yine Şehidimiz Halil KANTARCI’nın üslubu ile söyleyeyim. “Bizler hiçbir zaman mağdur olmadık. Biz hep mağrur olduk, Başımıza da ne geldiyse bu mağrurluktan, onurlu ve dik duruşumuzdan dolayı geldi.” Ama nihayetinde bu dünyadan öyle veya böyle göçüp gideceğiz. O yüzden her daim dik duracağız, dik durmaya devam edeceğiz. Bakın bu arkadaşlar 24 senedir cezaevinde. Bürokratik engellemelerden kaynaklı bazı meseleler var diye biliyoruz.
 
Baran Haber