İftar davetine babasını getiren Yakup Köse, otoparktan aşağı babasının koluna girmiş yürürken, “geçen sene BARAN’ın iftarında, yine böyle şehid Halil Kantarcı’nın koluna girmiş gidiyorduk” diye anılarını tazeler. 63 yaşında bir delikanlı olan Turan Abi ise oruçlu ağzıyla, “Allah, inşallah şehidlik nasip eder!” diyerek bu fırsatı kaçırmaz. Bunu da bana iftarda umumî sohbetten sonra baş başa kaldığımızda cezaevi ve ziyaret maceralarımızı tazelediğimiz bir esnada nakletti, sohbetin hoşluğuna binâen… Ben ise kapıda bizi bekleyen gençlere Turan Abi’nin bu anısını anlattım. Yolda bu hadiseyi anlattığım bir arkadaş şöyle dedi: “Şehidlik de Turan Abi’ye yakışır!” Şehidlik kime yakışmaz ki!..
BARAN dergisinin düzenlediği iftar ve ardından yapılan okur buluşması kardeşlik ve dayanışma içinde geçti. Bu sene gençler ağırlıkta idi. Davete icabet edenlerle Baran ve Aylık dergileri zevk ve şeref duyarken davetlilerimiz de ayrılırken bir lezzet (manevî tad) aldıklarını beyan ettiler.
Bu sene Ramazan serin geçti, yaz mevsimi olmasına rağmen iftar günü de (17 Haziran 2017 – 22 Ramazan 1438) Kasımpaşa’da hava hafif yağmurlu idi. Derginin altındaki lokantanın sokağını değil kapalı alanını tercih ettik. Ama ara ara rahmetten de istifade ettik. Lokantanın önünde üstü saçaklı açık alanda Durdu kardeşlerle selamlaştım, yanımdaki Abdülmetin Torsun’a da candan hâl hatır sormalarına binaen onların masasına oturdum. İftar menüsü olarak önümüze yemekler gelip gidiyor idi ama bizler hasbihal içinde farkında değildik bile. Öyle ki lokantacı “yiyin” diye ısrar ediyordu. Biz de ortaya bir tabak alıp, müşterek yeme yolunu seçtik. Gönülden seven insanlar bir araya gelince, iftarın sadece yemek yemek olmadığını böylece hissetmiş olduk.
Yemekten sonra topluca camiye gidip cemaatle akşam namazını eda ettik. Namazdan sonra derginin lokalinde okur buluşmasını gerçekleştirdik, çaylar sigaralar eşliğinde. Eski çalışanlarımızdan Ramazan sağ olsun çay kazanı getirerek çay servisini yaptı.
Konuşmamın başında, kardeşlik ve dayanışma amacıyla bir araya geldiğimizi bu amacı gerçekleştirirsek BARAN olarak kendimizi mutlu hissedeceğimizi belirtip dört mevzuya kısaca temas ettim. Büyük İslâm stratejisi nerede, kimde? Davanın aşkını, vecdini, diyalektiğini, estetiğini, dost ve düşman kutuplara işaretlendiren, hedeflendiren, istikametlendiren kim? Bunlar olmadı mı İslâm canlanmaz, ihya olmaz. İslâm cemiyeti de inşa olmaz. Ne kadar âlim, meşayih vs olsa bile bu konuların doldurulması lâzım. Adam fıkıhçı ama, yıllardır “en büyük sivil toplum örgütü Fetullah Gülen’dir” demiş. Şimdi de bunu itiraf ediyor. Düşman Batıcıdır ve Türkiye’de olan Batı-İslâm savaşıdır. Batı’ya karşı da ancak sistemli fikir ve aksiyonla başa çıkılabilir. Ne demek istediğimi anladınız… İkinci olarak: Herkes keyfine göre din, keyfine göre hoca buluyor. Keyfine göre İBDA anlayışı ve keyfine göre İBDA cephesi de olmaz. Kumandancılık oynayan pörsük İBDA’cılarla oyalanmayın. Çünkü böyleleri İBDA harici İBDA’cılığı temsil eder, her ne kadar ağzından İBDA’yı düşürmese bile. Üçüncü olarak: Kendi adacıklarında mutlu yaşamak, sanal ortamlarda birbirini pışpışlamak cemiyet davası değildir, İBDA kavgası değildir. Dördüncü olarak: Bizlerde yani Müslümanlarda ve İBDA’cılarda görülen kabalık fikir zaafından mı geliyor, incelik idraki eksikliğinden mi, ahlâk veya adabı muaşeret zafiyetinden mi geliyor, bunu da gidermeliyiz ve estetik idrakı en basit ilişkilerimize kadar başa almalıyız. Son olarak ise bir duyuru niteliğinde şunu söylemek istiyorum. Gençler dergiyi “yaz okulu” olarak değerlendirsin. Burada hem tatil yapsın, hem staj yapsın. Bir ay dahî olsa, gelip tashih yapsın, fikir ve aktüelite nasıl takip edilir ve yorumlanır görsün. Ebeveynler çocuklarını bu mektebe yollasın…
Sırasıyla herkese söz verdim. Bütün davetliler kendini tanıtıp kısaca bir şeyler söylediler. Gençler bu Ramazan ağırlıkta idi dedim. İmam-Hatip öğrencisi bir arkadaş (Fatih Hanedar) soruyor: Aşk, ideal ve iman eksikliği diyorsunuz. Aşk ve imanın kimde olduğu belli olur mu? Cevap veriyorum: Kalbi yarıp içine bakamayız ama Üstad’ın dediği gibi “iman olsa tezahürü olur”. Bir misal vereyim. Mesela bir kızı seviyorsun ama kapısında soğukta sıcakta beklemiyorsun, hiçbir bedel ödemek istemiyorsun. Demek ki aşkın yok. Aşkın olsa kafana saksı düşse dahi beklemeye devam edersin. Aslında hayat tarzından aşk ve imanın varlığı anlaşılır. Aşkından uykuların mı kaçıyor, yoksa horul horul uyuyor musun?
Bir başka genç arkadaş güzel bir soru soruyor: “Bugünün gençliği nasıl diye bize soruyorlar. 70-80’lerin gençliği nasıldı, onlarda özenti yok muydu? Bunu bilelim ki mukayese edelim.” (Arif Erdem Aktaş-Kadıköy İmam Hatip Lisesi) Özetle şöyle cevap veriliyor: “Cumhuriyet boyunca şensıpa ve eyyamcı nesil yetişmiştir. Tabiî ki bu 70-80’lerde de vardı. Fakat düşman algısı vardı ama yanlış ama doğru… Farklı olan muhafazakârlar veya dindar olanın farkını bilmemesi. Fikrin heyecanını bilmemesi, yapay heyecanlara düşülmesi… Fakat içinde cevher de taşıyor, belki şartlar daha çok hissettiriyor ama bunun açığa çıkarılması lâzım.
Dergide eskiden çalışanlardan yani “virüs bulaşmış” olan arkadaşlardan Fatih Pınar şöyle der: “Dergiye geldiğimde bir şeyler bildiğimi sanıyordum. Dergiye geldiğimde ise hiçbir şey bilmediğimi anladım. Kazanımım bu oldu, fikri ve okumayı sevdim. Tüm genç arkadaşların derginin tozunu yutmasını tavsiye ederim.” Haziret Karagöz ise dergide çalışanların ve yazarlarınızın eline sağlık. Zevkle takip ediyoruz. Düşüncelerini açsınlar, geliştirsinler. Bu buluşmayı organize edenlere de çok çok teşekkür ederim” dedi. Bir çok okurun hissiyatını ifade etti.
İki arkadaşıyla birlikte davetimize gelen avukat Hamza Uçan ise, “28 Şubat davalarına bakıyorum. Bir kısım İBDA’cılar hâlâ cezaevinde. Çalışmalarımız devam ediyor. Ayda bir kez Kandıra ve Bolu F-Tipi Cezaevlerine gönüldaşları ziyarete gidiyorum. 23 yıldır cezaevindeki gönüldaşların Kumandan’dan bahsedince gözleri parlıyor. Ama dışarıdaki bazı arkadaşlarda bunu göremiyorum.”
Yaraya parmak basmak sadedinden (“her an deş tazelensin” esprisince) Abdülmetin Torsun’un sözlerini nakledeyim: “Heyecan duyulan mevzulardan şimdi neden heyecan duymuyoruz. Evvelden bir kelime bizi heyecanlandırıyordu”, Yahya Yıldırım bu mevzuun çözümünü hatırlatıyor, “kendi heyecanını kendin yenileyeceksin” diyerek. Üstad’ın Akıncı Güç kadrosuna ithaf ettiği İdeolocya Örgüsü’ne ek olan “İslâm’ı Yenilemek” başlıklı yazıda geçtiğine göre “İslâm yenilenmez anlayışı yenilemek gerek”… Ve İBDA’ya bakan gözümüzü de eşya ve hadiseler içinde her an yenilemek ve aşkımızın vecdimizin eksikliğini de bir hastalık ve arıza hisseder gibi hissetmeliyiz. Zaten bir araya gelmemizdeki amaç da budur, kahve, kahvehane bahane. Abdullah Kiracı’nın sözünü de burada nakledelim: “En büyük eylem kendini yetiştirmektir.” Kendi nefsini yenmekten ve kendini yetiştirmekten heyecan ve zevk duymalı, sadece toplumsal gelişmelerden ve siyasî haberlerden değil. Asıl heyecan ve asıl kurtuluş zaten iman huzuru ve kendimizi yetiştirmemizdir. Oluş ve gelişim içinde olmamızdır. İBDA Mimarının, “iman, olmuş bitmiş bir şey değil, her an oluş ve yenileniştir” tanımında olduğu gibi…
Edebiyatçı Yazar ve Mütercim Kenan Durdu gönüldaşın tesbitleri ise şunlar:
“Öğretmenim. 1987 yılından beri İBDA’ya bağlıyım. 28 Şubat’tan sonra demokratik adımlar atılınca Necip Fazıl spontane akla geldi. Üstad’ın Dersim ve Ermeni meselesinde görüşleri vesaire… 15 Temmuz sürecindeyiz. Türkiye bir iğne deliği içinden geçmektedir. İBDA’nın malûm kendinden zuhur diyalektiğine 15 Temmuz’da şahid olduk. 40 milyon sokağa çıktı, bu rakam çok büyük. Türkiye’de ana gövde bizi İslâm’ın geleceği hakkında ümidvar etti. 15 Temmuz’da A Haber’de Üstad’ın Gençliğe Hitabesi okunuyordu. İslâm siyaseti açısından tam yeriydi. İBDA’nın yolu açılıyor. Başkanlık sistemi vesaire… Sonrası Başyücelik’tir. Biz ise daha cesaretle İslâm siyaseti üzerine fikirler üretmeliyiz. Kâfir azdıkça-azmanlaştıkça bizdeki potansiyel ortaya çıkacak.”
15 Temmuz’dan sonra İBDA’nın tezleri (İdeolocya ve İhtilâl vs.) daha anlaşılır olmaya ve konuşulmaya başlandı, talep çok arttı. 250 şehid bereket getirdi, harekette bereket varmış. Bu gözlemi arkadaşlar paylaştı, çevresinden misaller getirerek. İftara izin alıp bir yere giden ve daha sonra bize katılan Yakup Köse gönüldaş Kumandan’ın dilinin, üslûbunun ve mizacının, hepsinin ayrı ayrı değerlendirildiği ve her yerde merak edilen ilgi odağı olduğunu ifade etti.
“BARAN’ın sıkı okuyucusuyum. Düşmanımızın bizi uyandıracağını umuyorum” diye bu mevzuya daha önce temas etmişti Abbas Kiracı.
Zeynel Abidin Danalıoğlu ise “Aylık dergisinde yazıyorum. Arkanızdaki panoda ‘Allah’ın eli topluluk üzerindedir’ yazıyor. Topluluk denince kalabalık akla gelmesin, dayanışma içinde olan müminlerdir. İnşallah böyle bir topluluk oluşur” dedi.
Mevlüd Koç gönüldaşın yazılarında dikkat çektiği Batı muhasebesi, bizim eksikliklerimizin tesbiti ve bilinenleri tekrardan ziyade ufuk açıcı yeni şeyler söylemesi hususları üzerinde duruldu. Zevk ve ufuk kazandırdığı belirtildi.
Aynı suçtan iki kere ceza aldırılan ve hukuk mücadelesi neticesinde yaklaşık iki sene önce dışarı çıkan Yahya Yıldırım da aramızdaydı, şunları söyledi:
“İBDA’yı 93 yılında tanıdım. 15 yıl cezaevinde kaldım. Bu yılları kayıp olarak görmüyorum, kazanç olarak görüyorum. Gençlik yaş işi değil, ruh işidir. Kumandan ‘mektuplarınız bile kitabî olsun’ demiş idi bize cezaevinde. Şunu da hatırlatayım, cezaevindeki gönüldaşlara üşenmeyip mektup yazalım. Dergiden veya avukat Hamza’dan isimler alınsın.”
Akademya’dan Mahmud E. Duru ismiyle tanıdığımız Erdal Durdu ise, “sadece İBDA gençliği değil, bütün gençliğe ulaşmanın yolları aransın. 15 Temmuz’da şehid olan bütün gençler bizdendir” dedi. Bir gönüldaş ise araya girerek öncü kadroya işaret eder ve “St. Petersburg devrimini milyonlar değil, 15 bin kişi yaptı” der. Ramazan Avşar ise, “Gazi Mahallesinde oturuyorum. İdeolocyamız mükemmel. Tesir sahamız çok yaygın. Ama biz bunun farkında değiliz. Geçenlerde üniversitede bir hoca öğrencilerini Kumandan’ın Hukuk Edebiyatı eserini tavsiye ediyordu.”
Gençlik mevzuu konuşulurken, “Genç olan Kumandan” şeklinde işin mihrakını, nisbetini ve misalini ifade etti bir gönüldaş. Sormam üzerine bir genç, Dostoyevski’nin Budala romanını okuduğunu belirtti.
BARAN yazarı Abdullah Kiracı gönüldaş ise toparlayıcı olarak şu hususları ifade etti: “Az-çok ve sürü davası güdülmesin. Herkes önemlidir. Karar verme noktasında herkes bir karar verir. Ülkemizde ateistimiz dahî Müslümandır, Müslümanca davranışlar sergiler. 15 Temmuz’da birçok kimse, Müslümanlıkla alakası olmayan birçok kimse sokağa çıktı, meyhanelerden çıkıldı. Yürüyen bir hareket var. Fikrî plânı yerleşmemiş olabilir. Nüfus arttı, üniversite sayısı arttı. Dejenerasyonun artması normaldir. Fakat affedersiniz kerhanede çalışan kadın bile İslâm’ı kabul eder. Adam gibi davamızı ortaya koyunca karşı koyan olmaz. İBDA mızrak ucudur, yolu açandır. O gece bir İBDA’cı (şu an aramızda) Kanal 7 önünde üç bin kişiyi organize etti. Bu husus Batılı düşünce kuruluşlarının ilgi ve araştırma alanında, düşmanlarını takip sadedinden. Halkla tam irtibat sağlanınca yıkıcı bir güçtür. İslâm’ın tesir gücü halkta yüksektir. Bu rezonansı bilelim. Kimseyi önemsiz görmeyelim. Bu davanın eteğine tutunan makbuldür. Artık bu rüzgâr durdurulamaz. Sosyolojik olarak durdurulamaz. Tayyip Erdoğan bile buradan geri dönemez. Bu rüzgâr karşısında duranları süpürür. Son olarak en büyük eylem kendimizi yetiştirmektir.”
Baran ve Aylık çıkaranları (Fatih Turplu, Ömer Emre Akcebe, Faruk Hanedar, Taha İnci, Baran Demir, Oğuz Can Şahin) özveri ve heyecanla hizmet ettiler. Güzel organizasyon için de onlara teşekkür ederim. Taha İnci, Baran ve Aylık dergilerinin internet sitelerinin güncellendiğini ve hareketlendirmek amacıyla sosyal medyada paylaşılması gerektiğini söyledi. Ben de paylaşmanızı istiyorum.
Şehidlerle başladık şehidlerle bitirelim. Cem Yılmaz kardeşimiz Türkmen Dağı’nda şehid olanlardan bahsetti bana. Biri İzmir, biri İstanbul’dan. Doğru dürüst yazılmadığı için bilmiyoruz. Arkadaş yazıp gönderecek. Son olarak şu inancımı da paylaşayım. Şehidlerin ölmediğini, onların ayrı bir hayatta yaşamaya devam ettiğini biliyoruz. Allah’ın izniyle cenklere vs. katılırlar. Şehid Halil gönüldaşın da tıpkı geçen seneki Ramazan’da olduğu aramızda olduğuna ve toplantımıza bereket kattığına inanıyor ve hissediyorum. Toplantımızın sonunda Kur’an’ın indiği Ramazan’a binâen Kur’an’dan kısa bir sure okuduk ve “Yaşasın Kumandan Mirzabeyoğlu” sloganı ve tekbirlerle vedalaştık.
 
Baran Dergisi 545. Sayı

22.06.2017