Türk ordusu, geçtiğimiz hafta milletlerarası plandan gelen tüm baskılara rağmen Afrin’e yönelik harekâtı başlattı ve sürdürüyor. Suriye’nin bugün içinde bulunduğu durum ve PKK-PYD’nin hizmet ettiği odaklar hesaba katıldığı takdirde tabiî ki yapılması gereken hamle buydu ve gerçekleşti. Bununla beraber global çaptaki güçlerin Suriye’deki paylaşım hesabı da hız kesmeden sürüyor.

Amerika, bölgedeki PKK-PYD unsurlarıyla ittifak hâlinde, Suudî Arabistan ve Birleşik Arab Emirlikleri güdümündeki İŞİD’i de kullanarak Suriye’nin kuzey, doğu ve güneyinde söz sahibi olmaya çalışıyor. Bunun için Rusya ile çeşitli anlaşmalar yapmaktan da çekinmiyor. Rusya ise Suriye’yi bilhassa Akdeniz’deki limanı olarak görüyor. Bu iki gücün haricinde hayatta kalmak için direnen Esad, Esad’ı mezhebi itibariyle destekleyerek kendisine bölgede varlık bulan İran da Suriye’de cereyan eden hadiselerin taraflarından. Bir de tabiî Müslümanlar var; dünyanın bütün coğrafyalarında olduğu gibi mazlum olan Müslümanlar. Arab Baharı vesilesiyle İslâm coğrafyasındaki devletler bir bir perişan edildiği ve geriye bir tek Türkiye kaldığı için de Müslümanların dertleri istese de istemese de Türkiye’nin meselesi hâline gelmiş vaziyette. Suriye’de de sınır güvenliği ile beraber öncelikli meselemiz, İdlip’de, rejim ve Rusya tarafından kıstırılmış Müslümanların can güvenliği ile beraber, Türkiye’de ikâmet eden 3,5 milyon Suriyeli mülteci. Tüm bu manzara içinde Türkiye’nin Afrin’e yönelik bir askerî müdahaleye girişmiş olması müsbet bir hareket olmakla beraber, meselenin daha pek çok veçhesi bulunuyor. Biraz da bunlardan bahsedelim isterseniz.

Suriye’nin Paylaşımı
El-Bab ve Afrin operasyonları dolayısıyla PKK-PYD’nin Suriye’nin kuzeyinden beri Akdeniz’e açılmasına Türkiye’nin müsaade etmeyeceği artık tüm taraflarca anlaşılmış ve kabul edilmiş vaziyette. Bununla beraber, biz Afrin ile uğraşırken, onlar çoktan farklı bir plan hazırlamış ve uygulamaya geçmiş durumdalar. Şöyle ki, PKK-PYD’nin Suriye’nin kuzey ve doğusundaki hâkimiyet alanını, ülkenin güneyinden beri Golan Tepeleri’ne doğru genişletmenin hesabını yapıyorlar. Bölgeden çıkartılan petrol üzerinden Rusya’yla da bu konuda anlaştıkları gelen bilgiler arasında. Yani Afrin operasyonu boşu boşuna yapılıyor demiyoruz tabiî ki. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, bizim için olduğu kadar, karşı taraf açısından artık Afrin’in o kadar da stratejik bir öneme haiz olmadığı. Bu sebeble bugün Afrin ile uğraşırken, meydana gelen yeni konjonktürü de okumak ve buna göre yeni stratejiler belirlemek zorundayız.

Görünen o ki, Türkiye Afrin’i alırken muhtemelen İdlip rejim tarafından düşürülecek ve bunun karşılığında Suriye’nin güneyinden Golan Tepeleri denen İsrail sınırına kadar olan bölge PKK-PYD ile ittifak hâlindeki Amerika’ya peşkeş çekilecek. Bunun neticesinde İsrail’in yeni komşunun PKK-PYD yani Amerika olacağını söylemeye gerek yoktur herhâlde.

Kuzey Irak İran’ın Kucağına İtildi
Yine biz tüm bunlarla uğraşırken, yanı başımızdaki bir diğer mesele olan Kuzey Irak’taki Barzanî de, bağımsızlık referandumu dolayısıyla Türkiye ile beraber kendisine en şiddetli tepkiyi gösteren ülkelerden bir diğeri olarak görünen İran ile anlaşmış durumda.

Burada Devlet Bahçeli’ye de bir parantez açmakta yarar var. Bilhassa 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminden beri son derece millî bir çizgide siyaset izleyen Bahçeli, verdiği destek karşılığında Türkiye’nin çevresine doğru uzanacak elini kolunu bağladığının acaba farkında mı? Bizim kimliklerimizden biri Türklükse de onun da üstündeki kimliğimizin İslâm olduğu ve hattâ konjonktüre bakıldığında bile böyle olmasının bir zaruret olduğu son derece açık değil mi? Biz 16 tane Türk devletiyle sınırı olan bir ülkede yaşamıyoruz değil mi? Üst kimliğin İslâm olduğu Devlet Bahçeli tarafından da reddedilmiyor muhakkak; fakat İslâm’ın milliyetçilik anlayışı gereği bir siyaset izlendiğinde bunu bozmaktan da geri durmuyor maalesef. Kuzey Irak’ın Türkiye ile iş tutmak yerine İran’ın kucağına itilmesiyle neticelenen bu süreçten, en çok da Devlet Bahçeli’nin ders çıkartması gerekiyor. Geçtiğimiz hafta dergimizde yayınlanan söyleşide Ak Parti Milletvekili Hulusi Şentürk’ün dikkat çektiği üzere, Türkiye’de devlet ile millet ve devlet içindeki odaklar arasında gerçekleşen millî mutabakatın zemini Büyük Doğu’dur ve Büyük Doğu’nun milliyetçilik prensibine bakışı da son derece yerinde ve açıktır. Bunun haricinde bir anlayışı olanlarsa, her ne derse desinler, tabiî olarak bu ittifakın dışındadır ve gayr-ı millîdir.

Sığ Siyaset
Üstad Necib Fazıl, eserleri ve konuşmalarında pek çok defa, içeride olmadan dışarıda olunamayacağını ihtar etmiştir. Şimdi bugün bizim yaşadığımız sıkıntılar da hep bu türden. İçeride yersiz kuruntulara kapılıyor ve ateş olsa cürmü kadar yer yakmaktan bile aciz tiplerin ağzına bakıp, bir türlü oluşumuzu tamamlayamıyoruz. Bunun en açık misali de Türkiye’nin Suriye politikasında göze çarpıyor. En başta Amerika ile beraber Esad’ı devirecektik. Sonra Amerika yan çizdi. Sonra DAİŞ çıktı. Kürtleri DAİŞ’den kurtardık, tuttuk Amerika’nın kucağına ittik. TSK içine sızmış hainler Rus uçağını düşürdü, bölgeden tecrit edildik. Sonra Rusya ile barıştığımızda zaten iş işten geçmişti. Şimdi geldiğimiz noktada yaptığımız Afrin operasyonu bile büyük bir planın herhangi merhalesi olmaktan uzak ve kendi başına bir aksiyon şekilde tezahür ediyor. Sorarım size, bu kafayla daha ne kadar devam edilebilir? Bizim bir hedefimiz olmak zorunda. Ancak ondan sonra bütün taşlar bir gayeye matuf olarak yerini ve kıymetini bulabilir. Aksi takdirde rastgele biz manzara doğar ki bunun neticesi kaostur.

Yastık Altı İslâmcılığı
İslâm, Anadolu’nun ruh kökünü beseleyerek onu canlı kılan, içimizdeki mikroblara karşı bağışıklığımızı temin eden, dışarıdan gelen her türlü saldırıya karşı bizi bir araya getirerek yek vücud kılan, bununla beraber de hayatlarımızı, doğumdan ölüme dek şekillendirerek bir kıymet veren “Mutlak Fikir” midir; yoksa yastık altına saklanan para gibi aslında tedavülde olmayan, ancak savaş gibi lâzım gelen hâllerde Müslüman milleti ölüme razı kılmak için yastık altından çıkartılan bir kandırmaca gereci midir?
Amerika’yı gerçekte kaygılandıran şey Türkiye’nin Afrin’e girmesi değil, Türkiye’nin hakiki bir İslâmî düzene geçmesi ihtimâlidir. Tıpkı Afrika’da yahut Kenya’da Türkiye için dua edenlerin beklediği gibi.

Bizim ekonomimiz, askerî gücümüz, teknolojimiz yok. Bizim kuracağımız masada davet edeceklerimize sunabileceğimiz tek şey, yeni bir fikir, “Mutlak Fikir”. Hâl böyle olunca, açık konuşmak gerekirse başka çare de yok!
***
Mukadder oluş sırrına göre kâfirinden ahmağına, Müslümanına kadar herkes şuurlu da şuursuz da olsa tek bir maksada hizmet ediyor. Lâkin bilhassa ahmaklıklar, müsbet neticelere sebeb olsalar bile, niyet itibariyle hükümsüz kalıyor.

Ne bahasına olursa olsun, Amerika’nın kaygılarını haklı çıkartmakta bizim boynumuza borç olsun!

Baran Dergisi 576. Sayı