“Yeniden Doğuş” gerçekleştiren bir dünya görüşü ve bunun meydana getirdiği mücerret idrak zemini, kurduğu yeni dil ve bir ihtilâl süreci vasıtasıyla cemiyete aks eder. Akabinde, fikir planında verdiği mahsullerle inkılabına girişir: Ferdî hayat tarzından başlayıp içtimâî hayatı, devleti ve devletin milletlerarası münasebetlerini yeniden şekillendirir. O yüzden, bugünden geriye doğru baktığımızda Anadolu ihtilali, tesir çapı olarak, Fransız, Rus, Amerikan ve İngiliz İhtilallerinden daha büyük bir hadisedir. Ve bunlardan Fransız İhtilâli nasıl ki 19. Asrın Avrupasını şekillendirmişse, Anadolu İhtilâli de dünyanın beklediği inkılâbı doğuracak değişimin vesilesi olacaktır. Bu bir süreçtir ve devam etmektedir.

Referandum: 16 Nisan tarihinde Cumhurbaşkanlığı Sistemi referandumu gerçekleşti ve Müslüman Anadolu İnsanı, ulvî ittihadı tesis ederek %51,4 oranında oy toplamıyla, bundan doksan küsur sene evvel İngilizlerce kol ve ayak bileklerimize vurulmuş prangalarından birisini, kollarımıza vurulmuş olanı nihayet söküp atmaya muvaffak oldu.

1999 Kurtuluş Yılı: 1999 senesinde, 28 Şubat kokusunun Anadolu’ya sindirilmek istendiği günlerde, İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından Metris Cezaevi’nde tutuşturulan “Kurtuluş Meş’alesi”, 15 Temmuz gecesi devlete ve millete kast eden hainlere karşı Müslüman Anadolu İnsanı’nın kalplerini de tutuşturmuş ve Anadolu’nun necis kuyrukçulardan temizlenmeye başlanmasıyla, süreç, yeni bir merhaleye girmişti. Artık bunun adını açık açık koyalım: Bu bir ihtilâl sürecidir. 16 Temmuz’da gerçekleşen referandum da, 1999’dan 15 Temmuz’a dek yaşanan ve süren ihtilâl ikliminin, referandum vesilesiyle sandığa yansımasından ibarettir.

Kemalizmin Devletten Tasfiyesi: Referandumda elde edilen netice, hem içerideki kuyrukçulara ve hem de dışarıdaki Batıya karşı doksan küsur senelik Türkiye Cumhuriyeti tarihinde topyekûn Anadolu tarafından indirilmiş okkalı tokatlardan bir diğeridir ve arkası da gelecektir. Bu vesileyle süreçte çalışan başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, MHP lideri Devlet Bahçeli ve Hüda-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nu tebrik ederiz.
Bu Yeni Bir Başlangıç: Şuur seviyesindeki her değişim, gerçeklik seviyesinde de değişim meydana getirir. Unutmayalım ki, ölüm dahi bir son değil, yepyeni bir başlangıçken; elbette ki, 16 Nisan tarihinde yapılan referandum da bir son değil, bir başlangıçtır. MİT Krizi, Gezi Olayları, 17-25 Aralık Yargı Darbesi ve 15 Temmuz Askerî Darbe girişimi, Türkiye’de kemikleşmiş pek çok sunî dinamiği altüst etmesi bakımından hayırlı olmuştur. Bununla beraber kavgadan muzaffer çıkılsa bile arada geçen zamanın elbette ki bir maliyeti de var.
Bürokrasi: Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisi, içine sızıldığı çapa bakıldığında meşruiyetini kaybetmiştir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı ve siyasî iktidarın önündeki en acil mesele, bürokrasiye yerleşmiş hainlerin temizliğini hızlı bir şekilde nihayete erdirmektir. Unutmamak gerekir ki; “memleketine hain” kamu çalışanına merhamet, kamuya merhametsizliktir.

Ekonomide Psikoloji: Denizlerin şiddetle dalgalandığı günlerde elden iktisadî planda inisiyatif elden kaçırıldı. Bu vaziyet tabiî olarak ekonomik bir buhranın doğumuna vesile oldu. Bundan sonrasında siyasî iktidarın son derece radikal kararlar alarak ekonomideki inisiyatifi yeniden ele alması gerekir. Bugün yaşanan ekonomik kriz değil, buhrandır ve bunun çaresi piyasaya para basmak değil, ekonominin psikolojisini düzeltmektir. Bununla beraber piyasayı adeta huniye çevirerek içine atılan her kuruşun evvelâ kendi cebine ve ardından da Batıya akmasına sebeb olan oligarşik deliğin tıkanması da bir o kadar elzemdir.
Orta Gelir Tuzağı: Ekonomiyle iç içe olan bir diğer mesele de, Türkiye’nin içine düştüğü orta gelir tuzağıdır. Seçim sonuçları haritasına bakan her gözün görebileceği üzere, biraz kanı bitlenen herkes, içinde bulunduğu refahı ve konforu kalıcı sanmak gibi bir gaflete kapılmış vaziyette. Oysaki Türkiye ekonomisi eğer ki kendi kendisine yetebilir bir hâle getirilmezse, yakın bir gelecekte dünya çapında cereyan edecek hesaplaşma esnasında ayakta kalamaz ve bu vaziyeti kalıcı zanneden ahmaklar da ağaç kabuklarını kemirmek zorunda kalırlar.

Kondüsyon: Batı’nın Çöküşü adlı eserin müellifi Oswald Spengler, milletler ve kültürleri değerlendirirken, “kondüsyonda olmak her şeydir” der; başarıyı, her şeye bedenen ve ruhen hazır olmaya bağlar. Biz bugün millet olarak dünyanın geri kalan belki de tüm milletlerinden daha kondüsyonlu bir dönemdeyiz. Her ne kadar lâik, Kemalist, Batıcı kuyrukçular milletimizi hâlâ Birinci Dünya Harbi ve İstiklâl Savaşı’ndan çıkmış viran hâliyle görmek istiyor ve büyük bir yanılsama içinde öyle davranıyorlarsa da, kondüsyonumuz iyi. Bugün Batı elindeki tüm imkâna rağmen iki şeyden mahrumdur ki; bunlardan biri iman ve diğeri de kondüsyondur. Dolayısıyla bu iki unsura sahib olan milletimiz; doğru taktik, iyi anlayış ve güzel insanlar tarafından sevk ve idare edilirse, Allah, muhakkak ki kendisine inananları zaferle taçlandıracaktır.

Gençlik: Zaaflarımızdan da konuşmamız gerek. Geçtiğimiz yıllarda ülkemizi etkisi altına alan Avrupa Birliği rüzgârının ardında bıraktığı en mühim zarar, gençliğimizde meydana getirdiği ruhî tahribat olsa gerek. Türkiye’deki bilhassa üniversite gençliğinin bir kısmında dinsizlik, ayyaşlık, namussuzluk, şahsiyetsizlik ve cehalet vaka-i adiyeden olmuş vaziyette. Devletin sorumluluk alarak el atması ve bu bozukluğu gidermesi mutlaka ama mutlaka şart… Elbette hemen peşinden gelecek soru belli: Nasıl? Bizim cevabımız da belli…

Basın: Bunca harcanan paraya rağmen liyakatsiz ellerde Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın önünü açacağı yerde papağanlığını yapmaktan başka bir işe yaramayan, bunu yaparken de sevimli olmayı bile beceremeyip bütün bir milleti kendisinden nefret ettiren bir medya var. Aydın, aydınlatan gibi sıfatlar nere, bizim basın nere? Oysaki karşımızdaki karanlık cephe, milletimizin üzerine olanca yüküyle zifirî karanlığı boca etmekte pek mahir.

Unutmamak gerekir ki, bir dava, dava adamlarıyla yürür ve yürütülür. Çıkar amaçlı menfaat şebekeleriyle dava yürütülmez. Bugün iktidarı kuşatmış çıkar amaçlı lobiler, faydadan çok zarar veren konumundadır. Fikrin konuşulmadığı her yer, bir müddet sonra kadınlar hamamına dönmeye mahkûmdur. Basın merkeze ya fikri alacak ve olması gerektiği gibi yol açan, aydınlatan olacak yahut papağanvari tekrarcılığı ile ihtilâl sürecinin pörsümesine yol açacak...

Tohum Çatlayalı Çok Oldu: Gelelim bir de “tohum”culara. Çıkıp her gün diyorlar ki; tohum ekelim. Ya siz bırakın tohumu, uyanın da balığa çıkalım. Üstad Necib Fazıl ve Kumandan Mirzabeyoğlu’nun Anadolu’ya ektiği tohumlar fışkırdı, büyüdü, ağaç oldu... Bugün fikir namuskârlığından hissedar olan herkes gibi bize de düşen, bu ağacın düşük dallarını budamak, ona musallat olan zehirli sarmaşıkları kurutmak ve beslendiği ruh kökünün verimlerini bir ân evvel fikir, edebiyat ve san’at planlarında toplayarak ihtilâlimizi inkılaplarla taçlandırmaktır. Fikir taltif değil, iş ve eser bekler. Öyle ya, İbda’nın bir mânâsı da kârı tamamen kendine ait olmak üzere birisine sermaye vermektir.

Ergen Psikolojisi: Ergenlik dönemindeki gençler, kendilerinin olmayan şeylere çok fazla alâka duyar ve eğer ki bu alâkadan kendilerini arındıramaz yahut o şeye sahib olamazlarsa, ciddî ruhî rahatsızlıklar içine savrulurlar. Bizim ülkedeki lâik, Kemalist, Batıcılar da tıpkı ergenler gibi. Senelerdir kendilerinin olmayanı zorla gasb eden onlar değilmiş gibi, kendilerinin olmayanı aldıktan sonra millette geri kalan dine, imana kadar musallat olan onlar değillermiş gibi; bugün millet hakkı olanı aldığı için histeri krizine giriyor, ellerde tencere tava, ipinden kurtulmuş kuduz eşekler gibi sokaklarda tepişiyorlar.

%48,6’lık “hayır” veren kesim, içinde onlarca dünya görüşü, hayat tarzı ve dağınıklık barındıran bir güruh. Dolayısıyla homojen ve organize bir yapı değil. Bunların varlığını sadece ve sadece İslâm düşmanlığına bağlamış kesimi ise çok daha azınlıkta. Belki % 48’in % 20’si, belki daha azı. Yani bu % 48 homojen olmadığı gibi yekten İslâm düşmanı hiç değil. Ülkemizde yaklaşık 5 milyonluk –ki bu da az değil aslında- bir kuduz İslâm düşmanı güruh var. Ama bu tarafta, Halkın, yani Müslümanların tarafında ise 70 küsur milyon var. Zafiyetleri olsa da halkımız Müslümandır, dinine, imanına laf söyletmez; söyleyeni de tepeler. İnsanımızın bu konudaki hassasiyeti noktasında şu partiden veya bu partiden olmasının farkı yoktur ha, onu da söyleyelim. O yüzden, bu kuduzlara tavsiyemiz akıllı uslu durmaları. Yoksa akşam haberlerinde izlemeye alıştığımız TIR’larla otomobillerin karıştığı trafik kazalarına bir baksınlar, otomobillere neler oluyormuş bir görsünler… Bu memleket ulvî İslâm idaresiyle yönetilmeyi artık hak etmektedir ve bu idare, Müslüman olsun ya da olmasın herkese adalet getirecektir. Bunu görün ve kabullenin…
***
İnsan gibi yaşamak ve yaşatmak yolunda devletin şekil planında bir adım daha atıldı. Şimdi sıra, bu yeni şekli canlı kılacak idare ruhunu hâkim kılıp, devleti yeniden Ebed Müddet mânâsıyla canlandırmakta. 

Baran Dergisi 536. Sayı