Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, kendisinin nasıl olduğunu soruyor Carlos’a.)

İyiyim, iyiyim. Dün için kusura bakmayın. Çok önemli bir görüşmem vardı öğleden sonra.

(Av. Yılmaz, önemli olmadığını, bugün konuşabileceklerini ve müsait olduğunu söylüyor.)

Türkiye’den haberler neler?

(Av. Yılmaz, aynı durumun geçerli olduğunu, bir problem bulunmadığını söylüyor.)

Aynı saçmalıklar diyorsunuz yâni; tamamdır.

Hakkında konuşmamı istediğiniz belli bir konu var mı?

(Av. Yılmaz, “siz bilirsiniz” diyor.)

Önümüzdeki ABD başkanlık seçimleri hakkında konuşmak istiyorum aslında ama onda önce, Lübnan direnişi şehidlerinden ve Hizbullah’ın askerî sorumlularından biri olan Samir Kantar’ın ölümü vesilesiyle bir değerlendirme yapmak isterim. Şam’ın bir semtindeki evinde meydana gelen bir patlama neticesinde öldü. Bunu yapanın İsrailliler olduğunu söylediler. Kimbilir; bilmiyorum…

Şayet İsraillilerin gerçekleştirdiği bir hâdiseyse bu, ki İsrail’in “bununla bir alâkamız yok” meâlindeki açıklamasını işittim dün ama bu da berrak değil henüz, İsrail’i roketlerle vurmaya zorlanacak demektir Hizbullah. Özellikle; Şehid Samir Kantar’ın bir hava akınıyla, bir uçakla, bir füzeyle, artık neyse, vurulması, bunu davet edecektir.

Neyse; ne olacağını göreceğiz ama bir düşmanı ortadan kaldırmak gibi –kendileri bakımından- normal bir davranış dışında, İsrail’in bundaki çıkarını göremiyorum ben. Ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı bu insan ve İsrailli esirlerle birkaç sene önce gerçekleştirilen bir değiş tokuş sayesinde serbest bırakılmıştı. Lübnan’da bir millî kahraman olarak görülüyordu.

Diyeceğim o ki, eğer İsrailliler gerçekleştirdiyse bunu, büyük bedel ödeyeceklerdir. Çünkü Hizbullah, istediği kadar şimdi Suriye’deki savaşa angaje olsun, İsrail’e cevab vermek zorunda kalacaktır. Neticede, Lübnan’ın iç politikasıyla ilgili bir şeydir bu ve unutmayınız ki Lübnan’ın bir numaralı siyasî teşkilâtıdır Hizbullah.

İsrailli işgalcilere, NATO işgalcilerine ve müslümanları, Arabları, Kürtleri katleden tüm o suçlulara karşı nesiller boyu verilen direnişte şehid olan herkese Allah rahmet eylesin.

İkinci olarak hakkında konuşmak istediğim husus, önümüzdeki ABD seçimleri olacak. Kendine özel bir seçim sistemi olan ABD’de, ilk olarak adaylık seçimlerini kazanmak gerekiyor.

Herkes başkan adayı olabilir ABD’de. İnsanların unuttuğu bir şey olarak, ABD’deki her seçimde yüz yıla yakındır bir aday çıkarır ABD Komünist Partisi. Üstelik ABD Komünist Partisi, Sovyet veya Rus Komünist Partisi’nden bile daha eskidir. Tarihî gerçektir bunlar. Ancak bahisleri de edilmez, çünkü küçük bir oy yüzdesine ulaşırlar ve aldıkları oy da onbinleri geçmez; hepsi o.

Ana kutublar, Cumhuriyetçiler ile Demokratlardır. Bu çerçevede adaylık seçimleri yapılır önce ve seçimlerde başkanlık yarışının Cumhuriyetçilerden ve Demokratlardan kimlerin arasında geçeceğine karar verilir böylece.

İşte bu çerçevede, -Cumhuriyetçiler arasından- Donald Trump diye bir adam çıktı aday adayı olarak. CNN’i kuran, yabancı uyruklu çok güzel manken kızlarla evlenmekten hoşlanan, çok zeki, çok zengin bir adamdır bu.

Şimdi o kadar önemli olmayabilir belki ama sanıyorum belli bir ücreti olmakla beraber, ilk kurulduğu demde biricik özgür enformasyon kaynağıydı CNN.

Irak’ın 1991’de –ABD liderliğindeki müttefikler tarafından- bombalandığı zamanları hatırlıyorum şimdi; CNN’den izlemiştik tüm bunları. Güvenlik mülâhazaları sebebiyle benim bir CNN bağlantım yoktu ve çatımın tepesine kocaman bir uydu çanağı yerleştirmek istememiştim. Bu yüzden, dönemin Suriye Savunma Bakanı General Mustafa Atlas’ın dairesinde izlemiştim bombardımanı.

Hernekadar Suriye birlikleri savaş meydanında “Kuveyt’i kurtarmaya” gidenlerin safındaysa da, General Mustafa Atlas’ı ağlarken ve “biz Arabları bombalayan Amerikalıların hasmıyız!” diye söylenirken görmüştüm yine orada.

Iraklılar ve Suriyeli Baasçılar siyaseten birbirlerine düşman olsalar bile, bir ülkenin, kardeş bir ülkenin, komşu bir ülkenin başka biri tarafından tahrib edildiğini görmek dayanılması zordu elbette.

Ancak, o dönemde CNN’in oynadığı rol olağanüstüydü. Irak’taki yegâne yabancı muhabirlerdi onlar. Serbestçe hareket edebiliyor ve uydu yoluyla doğrudan verdikleri haberlerle, hem müttefiklerce söylenen bazı savaş yalanlarını boşa çıkarıyor, hem de ABD ve –uçakları Amerikan bayrağı taşıyan İsrail dahil- müttefiklerinin hava saldırılarının nasıl bir suç teşkil ettiğini gösteriyorlardı dünyadaki herkese. Ki bu da Amerikan müdahalesi için iyi bir şey değildi elbette.

İsrail uçaklarının da Amerikan bayrağıyla bombardımana katılması dolayısıyla, Amerikalılar çalışan Arablar, aynı zamanda İsrailliler için de çalışmış oluyorlardı böylece.

Tekrar Donald Trump meselesine dönersek; bir bakıma özgür haberleşmeyi savunan bir adamdır Trump, ki bu da iyi bir şeydir.

(Carlos, özgür haberleşmenin ABD’de anayasal bir hak olduğunu; hernekadar Amerikan basını kapitalistçe bir yolla kontrol altında bulunsa ve ana akım basın, çoğu siyonist olan belli bazı kapitalist şahısların tekelinde bu şekilde denetim altına alınmış olsa bile, dileyenin dilediği yerde dilediğini yayınlayabileceğini; durumun, bu bakımdan, resmî bir sansürün hüküm sürdüğü Fransa’daki gibi olmadığını söylüyor.)

Şimdi, müslümanlar hakkında berbat şeyler konuşuyor Donald Trump; müslümanların ABD’ye alınmamasını istiyor. Ancak ben bu konuda kendi ideolojik, siyasî ve şahsî bakış açım zâviyesinden bir analiz yapmak istemiyorum şu ân. Sadece, Trump bu söylediklerini niye söylüyor; onu anlamaya çalışıyorum.

En başta, bir demagogtur bu adam; “popüler” seviyede değerlendirildiğinde, söyledikleri mantıklı ve akıllıca olan bir demagogtur. Öyle entellektüel kesime falan hitab ediyor değildir; birkaç bin oydan ibaret bu kitle umurunda bile değildir. Milyonlarca oy almak istemektedir o. Bu yüzdendir ki, çoğu Amerikalının zaten düşündüğünü ve işitmek istediğini telaffuz etmektedir yalnızca.

Budur işte hakikat. Çoğu Amerikalı, Trump’ın söylediklerini zaten doğru bulmakta yahud bunların doğru olabileceğini düşünmektedir. Böyle olunca, Trump daha çok destek bulmakta ve adaylık seçimlerinde muhtemelen birinciliğe yürümektedir.

Yalnız, sıradışı bir şey göze çarpıyor burada: ABD’deki, özellikle güneyindeki demokratlardan bile yüzbinlerce, milyonlarca oy alabilecek ve adaylık seçimlerinden sonra kendilerine başkanlığı kazandırabilecek bu adamın önünü kesmek için seferber olmuştur Cumhuriyetçi Parti mekanizması. Buradaki seçimler özgür bir çerçevede yürütülmek zorunda olmasına rağmen, Trump’ın adaylığını sabote etmektedir bu mekanizma.

Niçin istemiyorlar peki Trump’ı? Çünkü ikili bir oyun oynamaya, ikili konuşmaya devam etmek istiyor bunlar; ABD’deki siyonistler işte bunu istiyor. Bir yanda insan haklarını, eşitliği, dinî hakları falan konuşacaklar, diğer yanda da -müslümanlar ve müslümanlık karşıtı- faaliyetlerine rahatça devam edecekler.

(Carlos, hukukî çerçevede ABD’deki dinî özgürlüğün, dünyanın başka yerlerinde görülmeyen bir nitelik arzettiğini söylüyor ve ABD vatandaşlarının dilediği yerde dilediği isimle “evanjelik” bir kilise açabileceğini; biraz mübalağa etmekle birlikte, farklı ülkelerden gelmiş farklı diller konuşan müslümanlar olmalarına rağmen, ABD’de yaşayan birer vatandaş oldukları takdirde, kendisinin bile Av. Yılmaz’la böyle bir kilise kurabileceğini belirtiyor.)

Evet, müslümanların ABD’ye girmelerine izin vermemeliyiz diyor şimdi bu adam. Oysa unutmamamız gereken şey, ABD’de yaşayan, ABD’ye göç eden müslümanların –hepsi olmasa bile- çoğu, işbirlikçidir. Tabiî, Gönüldaş Gülen müstesnâ (Carlos bu esnada yaptığı ironiden ötürü kahkaha atıyor). Büyük bir adam, vatansever bir Türk, iyi bir müslümandır Gönüldaş Gülen ve CIA ajanı falan da olmayıp, tüm bir işbirlikçiler arasındaki yegâne istisnâ olarak ABD’de yaşamaktadır. (Carlos, Gülen konusunda ironi yaptığını belirtiyor peşinden).

Tabiî, çoğunluğu teşkil etmeseler bile aralarında hakiki müslümanlar da olan her çeşit müslüman gidiyor ABD’ye. Ki, bu hakiki müslümanlar, ABD emperyalizmi için gerçekten bir tehlike teşkil edebilir ve orada yaşayan insanlar olarak kolayca silâh ve patlayıcıya erişip, ABD’nin özellikle müslümanlara yönelik saldırganca suçlarına karşı misillemede bulunabilirler.

Diğer yandan, ABD’deki anayasal haklara terstir Trump’ın müslümanlar için söyledikleri. Ne var ki, müslümanları fazla sevmeyen hıristiyan Amerikalıların zaten çoğu düşündüğü şeyler de bunlardır. Böyle olunca, ABD nüfusunun çoğunluğunu oluşturan ve aralarında siyahların da bulunduğu fakirler, beyazlar, “doğru söylüyor bu adam, oy verip başkan yapalım kendisini” diye düşünebilirler.

Peki bu adam gerçekten de iktidara gelirse, daha doğrusu iktidara gelmesine izin verilirse, ne olur sonuçta?

Muhtemelen ne olacağını söyleyeyim: ABD, kendisini ilgilendirmeyen şeyler için oraya buraya müdahale etmeyi ve bu saldırganlıklar için, Amerikan halkının cebine girmeyip kitle imha silâhları satıcılarının, belli bir “elit”in cebine giren milyarlarca doları her hafta harcamayı bırakacaktır.

Trump gibi faydacı, söylediği şeylere kendisinin de inandığını zannetmediğim, tam bir medya iletişim uzmanı ve belli bir karakter sahibi olan böyle bir demagogun sözleri yanıltıcı olmamalıdır. Çelişkiler içinde çelişkiler, onların da içinde çelişkiler bulunan bir durum sözkonusu çünkü burada. Cumhuriyetçi Parti mekanizmasının liderliğini yapan gerici, ırkçı, suçlu piçler, çoğu kendilerinin veya ekseriyeti fakir, işçi veya çiftçi beyaz ABD halkının zaten düşündüğünü ama telaffuz etmediğini dillendiren bu adama tavır almaktadırlar bugün.

Sonuç ne olur bilmiyorum ama –şayet seçilirse- Donald Trump’ın müslümanlar ve mücahidler açısından bile kötü bir unsur olacağını düşünmüyorum.

(Carlos, dünyadaki güya “müslüman” ülkelerde yaşayan müslümanlar çoğunlukla hain ve ajan rejimler tarafından yönetiliyor olsa bile, sıradan Amerikalıların müslümanları yine de sevmediğini, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra bunun daha da kökleştiğini, müslümanları kendileri için bir tehlike olarak gördüklerini vurguluyor… Bu vesileyle, “İslâm Devleti”yle savaşmak için dünyanın tüm büyük güçleri bölgeye odaklanmış olmasına rağmen, askerî olarak yenebilecekleri bu güçle göğüs göğüse savaşmaktan korktuklarını, çünkü mücahidlerin ve getirdikleri adaletten dolayı bölgede onları destekleyenlerin direnişi esnasında çok büyük asker kayıbları yaşayacaklarını bildiklerini söylüyor… Rusya’nın da savaşa girmiş olmakla beraber, gelecekteki Suudî himayeli ajan rejim için işbirlikçilerini kollarken gerçek mücahidleri imha etmeye bakan ABD’den farklı davrandığını, Rusya’nın geçmişte müttefik ve içiçe olduğu Iraklı Baasçı Nakşibendî askerî liderleri imha etmeye dönük bir strateji izlemediğini ekliyor…)

Trump hakkında söyleyebileceğim son şey, gerçi böyle ifâde etmekten de çekiniyorum ama, kendisinin başkan seçilmesinin müslümanlar ve mücahidler için o kadar da kötü bir şey olmayacağıdır. Çünkü bu olursa, dünyanın en borçlu ülkesi olan ABD, karşılıksız “kâğıttan ibaret” paralara dayanarak her yeri işgal etmeyi bırakacaktır. Trump’ın söylediklerine takılmamalı, arkasında ne olduğuna anlamaya çalışmalıyız bence. Başka herkesten daha az kötü bir adamdır aynı şekilde o. Gerçi Demokratlar arasında sol kanattan bir adam var ve başkan olduğunda ABD’yi bu girdiği bataktan çekip çıkarabilir ama seçilme şansı yok. Hele eski başkan Bill Clinton’un kağıt üzerindeki karısı o hafif meşrep kadının [Hillary Clinton] seçilmesini ise asla temenni etmiyorum; başkan seçilebilmek için yapamayacağı şey yoktur bu kadının. Unutmayınız ki, hernekadar resmî pozisyonu bakımından eski başkanlara nazaran daha barışçı, daha az emperyalist olmasına rağmen, dünyanın her tarafında binlerce insanı bombalayıp katletmiştir kocası Clinton. Kâğıt üzerindeki karısı da ondan daha iyi olmayacak, çok daha kötü olacaktır. Bay Clinton’un kapasitesine sahib olduğunu da düşünmüyorum ayrıca.

ABD’deki siyonist kontrollü malî sistemin tamamen karşı olduğu ve olacağı Donald Trump’ın başkanlığı gerçekleşirse şayet, inşallah umduğum gibi iyi gelişmeler olur. Kendisi İsrail düşmanı değildir, aptal değil sonuçta, ama İsrail taraftarı da değildir ve sırtında siyonistleri taşımak istediğini hiç sanmıyor, İsrail’le ilgili söylediklerinin kalbinin ifâdesi olduğunu da düşünmüyor, yahudilerden hazzetmeyen Amerikalı bir hıristiyan olduğunu zannediyorum sadece.

Neler olacak, bekleyip görelim.

Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin benden.



Allahü Ekber.



20 Aralık 2015







Baran Dergisi 467. Sayı