Hep büyük bir romancının hayatına dair derli-toplu bir çalışmam olsun istedim. Bu sebeple olsa gerek kendi memleketinin insanını yoğuran, işinde ehil yazarların hayatları ve nasihatleri alâkamı cezbetmiştir.

Balzak’ın Ferragus, Otuzundaki Kadın ve de Altın Gözlü Kız isimli eserleri Cemil Meriç’in tercümesiyle İletişim Yayınları’ndan birkaç sene evvel çıktı. Bana kalırsa son elli yılın en güzel Balzak tercümesi bu üçlemedir. “On Üçlerin Romanı” başlığı altında çıkan mevzubahis eserlerin muhtevasında, Paris’in izbe sokakları, aşk, ihtiras, aldatma, kibarlar âlemi, esrarlı kadınların buhranları, mevki, ihtiras ve sair meseleler mevcut. Sanat-estetik bahsinin yanında, ferdin psikolojisi, toplum kâideleri, tabiat kanunları da işlenmiştir. Romanın kahramanları bazen erguvan renkteki gökyüzünün üzerinde, bazen de uçurumun kenarındadır. Birkaç an sonra ise bir bakmışsınız bulutlar üzerinde gezen bahtiyar kahraman, kendi gölgesinden bile daha kıymetsiz hâldedir. Kimi ihtişam meraklısıdır, kimisi tevazu...

Cemil Meriç, bir tanesinin önsözünde “Büyük bir romancı olmak istedim, Balzak okudum, büyük bir Balzak okuru olmaya karar verdim.” demiş.. Ardından o güzide Türkçesi’yle “İnsanlık Komedyası”na dair bazı hususlardan bahsetmiş... Çarls Bodler de, “Vautrin, Rastignac, Birotteau …ve siz H. de Balzak, bağrınızdan yarattığınız bütün karakterlerden daha kahraman, daha sade, daha romantik ve daha şairanesiniz.” demiştir. Oskar Valyd’a göre ise, “Bildiğimiz 19. yüzyıl büyük ölçüde Balzak’ın icadıdır!”

Neşeli Dostunuz Kemal Kılıçdaroğlu
CHP’nin tarihî zalimliklerini şöyle bir kenara bırakıp, şu anki genel başkanı hakkında birkaç şeye temas etmek istiyorum. Kılıçdaroğlu hakikaten enteresan bir adam. Nereden bakarsanız bakın, hiç kimsenin alâkasını yeterince çekememekte ustalaşmış, üzerine cilt cilt eserler yazılması gereken –her yeni sayfa, bir öncekini çelmeli- bir adam! Kemal Kılıçdaroğlu, memleketimizin dört bir yanında insanların tebessüm etmesini sağlayan tuhaf birisi. İyi ki var!.. Düşünsenize bu beyefendinin bir kahvehanede mesai yaptığını? Ne tiyatroya ne de komedyaya gitmeye lüzum yok; söyle çayını, bak keyfine. “Tavşan kanı” geliyor, tabağı ayrı elde tutulmuş, ince belli bardağı ayrı. Bir çayın iki elle gelmesi kadar absürt bir şey olabilir mi, olur... Mevzubahis bu adamsa “olmaz” denilen bir absürtlük yoktur. Ne büyük kudret. Kapatıyorum gözlerimi, düşünüyorum; vallahi bu çay getirme olayını başaracağına inanamıyorum. Haydi çay gelmiş olsun diyelim, bu sefer de ya kaşığı eksiktir ya da çay gibi gözüken şey kuş burnu falandır. Niyetimiz hata-eksik aramak değil, hepimiz hatalarımızla mâluluz. Fakat bu adamın doğru yanı hayli az. O hep beklenilmeyeni yapıyor.

Ankara’da şehit cenazesine katılıyor, şehidin yakınlarından Osman (J. Fıreyzır) Sarıgün’den “ölmüşlerin canına değsin” narâsı eşliğinde aparkat yiyor, aklı başına gelmiyor. Ee neticede akılsız başın cezasını ayaklar da çekiyor. Açılıyor bir “adalet isterük” pankartı, Ankara’dan İstanbul’a yürünüyor. Nereden baksan 450 km. Biz yine de aklı selim olanların kulağına Balzak’ın çok sevdiği Hektor Berlio’nun bir bestesi eşliğinde söyleyelim: “Akılsız başın cezasını ayaklar çeker!” Yürüyerek adalet tesis edilseydi, en zengin beş bin kişinin geri kalan insanlardan daha fazla servete sahip olduğu altı küsur milyarlık dünyada fakirler işe koşarak giderdi. Kılıçdaroğlu geçenlerde muazzam bir çıkış yaptı, “CHP’li belediyelerde asgarî ücret iki bin 500 lira olacak” dedi. Sonra bazı CHP’li belediyelerin önünde millet toplandı, “önce eski maaşlarımızı verin” dedi. İşte o sahneler Emil Zola’nın “Germinal”ini aratmadı.

Tahminen 1990’ların sonunda “Tipitip” diye bir sakız vardı, “kaybolmayan sakız!” kadar olmasa da, güzeldi. “Neşeli Dostunuz!” mottosunun altında kimin portresi vardı dersiniz? Bizim Kemal... Bu adam da herkesle dost. Korkacaksın herkesle dost olan adamdan...

Büyük bir romancının hayatını yazmak istemiştim, romanlarda bile rastlayamayacağınız bir adamdan bahsettim... Sen çok yaşa Neşeli Kemal! Ya da vazgeçtim, yaşama.


Baran Dergisi 680. Sayı