Barbaros Hayreddin Paşa’yı –Hızır Hayreddin- duymayanımız yoktur. Kardeşleriyle birlikte Cezayir’de hüküm süren Hızır Reis, bir yandan da İspanyol, Venedik ve Fransızlara karşı denizde gazâlarına devam ediyordu. (Bir not olarak hatırlatalım ki, tam teşekküllü ilk İslâm donanması Hz.Osman (r.a) devrinde Şam Valisi Hz.Muaviye (r.a) tarafından oluşturulmuş ve denizdeki ilk gazavât da bu dönemde başlamıştır.) Avrupa’nın denizci milletlerine kardeşleriyle beraber kök söktüren Hızır Reis, dönemin Osmanlı İmparatorluğu Padişahı ve İslâm Âleminin Halifesi Kanunî Sultan Süleyman’ın dikkatini celbetti; Kanunî, Hızır Reis ve kardeşlerini İslâmbol’a davet etti. Davete icabet eden Hızır Reis, halife ile yapılan görüşmeler sonucunda toprağı olan Cezayir’i Osmanlı’ya ilhak etti ve padişahın işaretiyle Cezayir Beylerbeyi ve Osmanlı İmparatorluğu Kapudan-ı Derya’sı olmakla şereflendi. Tabii ki bu biat işlemini bir “oldu-bitti”ye indirgememek gerek; çünkü Osmanlı ile eş zamanlarda Fransa ve İspanya da O’nu kendilerine tâbi olmaya davet ettilerse de Hızır Reis, gerçek bir mümin-amirâl olduğu için bu teklifleri elinin tersiyle reddetti. Bu biat haberi Avrupa’da bomba etkisi yaratmaya kalmadan Hayreddin Paşa İtalya kıyılarına vardı ve yaşamı boyunca süregelen başarılar silsilesini ilk top atışıyla açtı… Derken Tunus kuşatması, Mayorka Adası’nın fethi ve nihayet Preveze (1538)…
O güne kadar Osmanlı İmparatorluğu’na karşı denizde de hiçbir başarı elde edemeyeceklerini anlayan salib ülkeleri, Ceneviz asıllı İspanyol kaptan meşhur Andrea Doria amiralliğine Venedik, Papalık, İspanya, Portekiz, Ceneviz ve Malta’dan müteşekkil bir “haçlı donanması” tahsis ederek Kanunî-Hayreddin’in karşısına çıkma cür’eti gösterdiler. Haçlılarda 300 küsur parçadan mürekkeb hantal bir donanma, Osmanlı’da ise 122 parçadan oluşan manevra kaabiliyeti yüksek, sığ sularda da yüzebilen ve top menzili çağın gemilerine göre nisbeten uzun donanma mevcuttu. İki donanma arasındaki bu keyfiyet farkı da öyle şansa gerçekleşmemişti; nitekim Hızır Reis, Osmanlı Padışahı’na biat eder etmez ilk iş olarak Akdeniz’de edindiği tecrübeleri Tersane-i Âmire’de hayata geçirdi. Mühendis Hâne-i Bahr-i Hûmayun’u işlek hale getirerek kalifiye eleman açığını giderdi, hantal ve kullanışsız kalyonların ve yelkenlilerin birçoğunu manevra kaabiliyeti yüksek ve hızlı gidebilen, Akdeniz’in koylarında çatışmaya uygun kürekli kadırgalarla değiştirmişti; işte ileriyi görebilen gerçek komutan!
Savaşta bilinenin aksine Barbaros Paşa doğrudan yer almamış, o meşhur Andrea Doria’nın karşısına çırağı mesabesindeki Turgut Reis’i dikmiştir. Savaşın sonucunda ise bilindiği gibi haçlı donanması su üstünde yüzen saman çöpüne dönmüş ve dağılmıştır. Böylelikle Akdeniz bir Müslüman iç denizi haline gelmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus ise Avrupa’da alanının ve döneminin en selâhiyetlisi olarak sayılan Andrea Doria’ya karşı, Barbaros gibi bir kaputan-ı deryanın çırağı Turgut Reis’in çıkmış olmasıdır. İşte burada Avrupalı’nın “Osmanlı kibri” dediği, bizim ise vâkar olarak adlandırdığımız “Kibirliye kibretmek sadakadır” hadisindeki hikmet gibi bir incelik görünmektedir. Tabii ki bugünün denizcisi farkında olmadan zillete düşmüştür; meselâ bizde karşılığı olup da Batılıdan alınan terimlerin kullanılması gibi…
Preveze’den sonraki gazavâtları özetlersek: Nice seferi, Toulon kuşatması, Malta Adası’na yapılan akınlar ve diğer ufak çarpışmalar… Barbaros Hızır Hayreddin Paşa arkasında Akdeniz gibi bir Türk denizi, Tersane-i Âmire gibi dünyanın en teçhizatlı tersanesi ve donanmasını bırakarak 1546 (Hicri 953) senesinde Rahmet-i Rahman’a kavuştu. (ilginç bir ayrıntı olarak Barbaros’un hicri ölüm tarihinin ebcedi “Mâte reis-ül bahr - deniz reisi öldü” cümlesine denk düşmektedir.)
Bir Takım Sırlar
İslâm’a verdiği büyük hizmetlerden ötürü halife tarafından “Hayreddin” ismiyle şereflendirilen Hızır’ın sancağı oldukça dikkat çekicidir. Sancak üzerindeki semboller, kaba softa ve ham yobazca yanlış değerlendirilir –hatta söylenene göre Beşiktaş’ta bulunan Denizcilik Müzesi’nde bile sancaktaki “Zülfikar” bir haç olarak tanıtılmıştır açıklama yazısında…- Bu algıyı ezmek için biz de sancak üzerindeki yazı ve sembolleri özetleyelim:
-Sancağın en üstünde Es Saff Sûresi’nin “Yardım Allah’tandır ve fetih yakındır, mü’minleri müjdele” meâlindeki 13. ayeti yazılıdır. (Barbaros ile ilgili şöyle bir hadise de aktarılır: Düşmanın barçalarının rüzgârdan hız alarak Osmanlı Donanması’nı sıkıştırıp top atışıyla helâk etmesine ramak kala Hayreddin Paşa’nin levendlerine Kur’an’dan iki ayet yazdırıp kendi gemisinin iki yanına astığı –bazı rivayetlerde iki yanından suya bıraktığı- ve böylece rüzgârın kesilip düşman gemilerinin oldukları yerde iskelet gibi kalakaldıkları ve Osmanlı Donanması’nın yok olmaktan kurtulduğu da söylenir.)
-Kaba softanın “haç”a benzettiği ortadaki sembol ise Allah’ın Arslanı Hz. Ali’nin (r.a) Zülfikar isimli kılıcıdır. Bu kılıç Efendimiz (s.a.s) tarafından Hz. Ali’ye armağan edilmiştir ve zaferi simgelemektedir. Ayrıca Türk-İslâm devletlerinin bayraklarında da sıkça kullanılmıştır. Peki kaba softanın dinimiz sembollerini tanımaması neye alâmettir?
-Zülfikar’ın dört köşesinde duran yuvarlak içerisindeki yazılar ise Hulefâ-i Râşidîn’e alâmettir.
-Zülfikar’ın iki dişi arasına tekabül eden sombol ise “Dâvud Yıldızı” yani “Mühr-ü Süleyman”dır. Hz. Davut ve Hz. Süleyman Aleyhisselamlar da Müslüman olduklarına göre bu alâmet ham yobazlarca sanılanın aksine Yahudilerin değil biz Müslümanlarındır. Kendi değerlerimizi Yahudi kullanıyor diye bırakacaksak eğer Kudüs’ü de bırakmamız lâzım gelmez mi? Dâvud Yıldızı çoğu camimizde ve eski yerleşim birimlerinde yapılmış sebillerde işlenmiş bir motif olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca bu sembol, denizciler arasında “yön gösteren yıldız” mânâsına gelmektedir.
-Zülfikar’ın hemen solunda bulunan beyaz el ise kabalacı-sabetayistlerin simgesi olan el değil; “Pençe-i Al-i Âba”dır. Yani Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan’dan oluşan Ehl-i Beyt’e olan sevgiyi temsil eder.
Görüldüğü gibi Barbaros Hayrettin Paşa’nın kavi bir Müslüman olduğu anlaşılıyor; lâkin onun soyundan geldiğini iddia eden kodoman bir tersane sahibi ile aramda şöyle bir konuşma geçmişti: “Selâmunaleykum İsmail Bey”, “İş yeri burası” yani Allah’ın dininin hayırlısı Hayreddinlerden Allah’ın selâmından utanan, sıkılan, tiksinen kodoş İsmaillere gelmiş devir…
Asıl Sır!
Bir gün “denizcilik İngilizcesi dersi”nden çıkmış, arkadaşlarla Barbaros Caddesi’nden sahile doğru yürüyoruz; derken Beşiktaş-Üsküdar İskelesi’nin önüne varmışız. Hemen iskelenin önünde tek kubbeli, tarihi bir yapı var, muhtemelen bir türbe. Hemen yanımdaki gemi inşaat mühendisi adaylarına sordum “Buranın ne olduğunu bileniniz var mı?”, “Hayır bilmiyorum”, “Bir velinin türbesiydi sanki burası” diyenler oldu; işte gençliğin hâli…
Evet, Barbaros Hızır Hayreddin Paşa’nın kabirleri Şehir Hatları Üsküdar İskelesi ile Sinan Paşa Camii arasında bulunmaktadır. Sadece Cuma günleri saat 13-15.00 arası ziyarete açık olmasına rağmen, türbe yanındaki “Barbaros Parkı”nda yapılan konserlerde tepinen ayyaşlardan başka da pek bir ziyaretçisi olduğu söylenemez ne yazık ki…
Baran Dergisi 454. Sayı