Bir cemiyet plânına ve ideallere sahip olan her fert ve zümrenin, davasının dost ve düşman kutuplarını belirlemesi zaruridir. Üstad Necip Fazıl’ın tabiriyle düşman bizim “ifademiz ve hızımızdır.” Uzun yıllar boyunca İslâm davasının sancaktarlığını yapmış bir milletin mensupları ve klişe tabirle “bütün dünyanın gözünün olduğu” bir coğrafyanın insanları olarak düşmanımız çok...

Hem de öylesine çok ki, matruşka bebekler gibi açtıkça başka bir düşman ortaya çıkıyor. Dış düşmanlar... Daha tehlikelisi onların kuyrukçuluğunu yapan hainler... Daha da tehlikelisi “bizden” gibi görünüp düşmana çalışan münafık tıynetliler... Tüm bunları bir kenara bırakırsak en tehlikeli olan ise zarar verip bunun idrakinde dahi olmayan “bizimkiler”; bu milletin ve memleketin en büyük düşmanı “bizden”...

Emperyalistler ve kuyrukçuları tarafından müstemleke hâline getirilen Anadolu toprakları ve Müslüman Anadolu halkı, yüzyıllık bu mezalimden kurtulmanın ümidiyle yaşar, belini doğrultmaya çalışırken, hesapları bozan yine “bizimkiler”... “Bizimkiler” diyoruz; çünkü Müslüman Anadolu halkı teveccüh gösteriyor, Müslümanlık müşterek paydası altında kendisinden görüyor yahut görüyordu, hâlâ öyle mi bilemiyoruz...

Malûm, seçim süreci boyunca Cumhur İttifakı’nın propagandası “beka meselesi” söylemi üzerine kuruluydu. Hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hem de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dev ekranlardan CHP’nin ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Siyonist-emperyalistler tarafından emellerini gerçekleştirilebilmek için bir manivela olarak kullanılan PKK’ya nasıl arka çıktığını gösteren videoları miting meydanlarında halka seyrettirip durdular. “Zillet İttifakı”na niçin oy verilmemesi gerektiğini vurguladılar. Seçimlerin ardından bu hafta sonu Ankara Çubuk’ta yaşanan hadise, bırakın halka anlatmayı, beka meselesinin içeridekilere dahî anlatılamadığını gösterdi. Elbette meselenin menfi tarafından daha ehemmiyetli bir de müsbet tarafı var ondan da bahsedeceğiz.

15 Temmuz ve sonrasında, düşman içerideki kuyrukçularıyla beraber var gücüyle Müslüman Anadolu halkının üzerine çöreklenmek için fırsat kolluyor. Türkiye, geçmişte de bu gibi durumlara sıklıkla düştü; daha muharebeye başlamadan kaybetti. Çünkü bu şartlar altında yapılacak tek şey taarruz etmek iken, taarruz bir kenara müdafaa yapmayı bile beceremeyenler yahut da doğrudan hainler tarafından yönetilip durduk. Bugün ise zemin son derece müsaitken mücadelede taviz ve tereddüt gösterilmesi ne ile izah edilebilir bilemiyoruz. Korkaklık mı, basiretsizlik mi, şahsiyetsizlik mi yahut başka bir şey mi, siz karar verin...

Kılıçdaroğlu’na halk tarafından tepki gösterilmesinin ardından geçmiş olsun dileklerinde bulunma, Müslüman Anadolu halkını kınama yarışı aldı başını gitti. Kılıçdaroğlu’na attığı yumrukla Müslüman Anadolu’nun hissiyatını aksiyona döken Osman Sarıgün amca “kelepçelenerek” gözaltına alındı. Kendisi bir Ak Parti üyesi imiş; AKP tarafından ihraç talebiyle disipline sevk edildi... Halk kim, halkın hissi ne; kime ne? Halk sadece seçim dönemlerinde lâzım...

Yetti mi? Tabiî ki hayır... Yetkili bir hanım, CHP’nin grup başkanvekili bir herifi arayıp “geçmiş olsun, çok üzgünüz” deme ezikliğini göstermiş, CHP’li vekil de küfür edip rahatlamak için bu telefonu bekliyormuş... Falan ve filan, bunlar gibi nicesi...

İşin müsbet tarafı ise şu; seçim dönemi boyunca halka “terörist seviciliği” anlatılan Kılıçdaroğlu’nu ve CHP heyetini gören halk, hainlere nasıl muamele göstereceğini bir kez daha sergiledi. CHP’nin Müslüman Anadolu için düşman kutbu olduğunu müteaddit defa olduğu gibi yine işaretledi. Yetmedi, kendinden olup da düşmana taviz verenlere de cevap verdi. Tıpkı, “Gün ayrışma günü değil, teröre karşı birlik olma günüdür.” diyerek Kılıçdaroğlu’na geçmiş olsun diyen kelli felli bir abiye, “eee tamam işte, biz de teröriste karşı birlik oluyoruz.” diyerek yaptığı gibi...

Mânâsı mı? Basit: Beceriksizlikle ihanet arasında ipince bir çizgi vardır ve bu millet mukadder hesaplaşmanın önünde set olmaya çalışanları da tepeler...

Baran Dergisi 641. Sayı