Yazıya başlamadan önce okulumuza ait WhatsApp grubuna gelen mesajlara bakıyorum. Müdür bey hususî olarak hanım öğretmenlerin ve şahsımızda tüm annelerin anneler gününü kutluyor. Şu anda yazıyı yazarken karşımda annem bulunuyor. Babam vefat etti, annem yalnız kaldı. Annem felçli ve kendi kendine bakmaktan mahrum. Hafta içi bize yardım eden bakıcı var, anneme hafta sonları sırayla bir hafta ben, bir hafta da abim bakıyor. Oysa küçüklük hayalimiz böyle miydi? Asla… Büyüyüp adam olunca anneme ben bakacaktım, onu asla yalnız bırakmayacaktım. Annemi şuna-buna muhtaç etmeden sırtımda taşıyacaktım. Hayatta neler oluyor neler? Hayat cenderesinde ne sözler yutuluyor.

Evet, müdür bey anneler gününü kutlayınca hanım öğretmen arkadaşlar sıraya girmiş teşekkür üstüne teşekkür ediyorlar. Sağolsunlar hepsi de, kadir-kıymet bilen nezaket ve zarafet dolu insanlar. Zaten müdür bey ne zaman bir şeyler atsa bayanlarımız maşallah hemen duygu ve düşüncelerini ifade etmekte cesaretli ve atılganlar. Bizden önceki nesillere -yani babam ve annemlere- baktığımda hiç anneler gününü kutladıklarına şahit olmazdım. AVM’lere gidip güzel hediyeler ve çiçeklerle annelerini ziyaret ettiklerini görme bahtiyarlığına ermedim. Bizden önceki nesiller kaba saba insanlar mıydı? Romantik değiller miydi? Bizden önceki nesillerde babalarımız çalışır, annelerimiz de ev hanımlığı yapardı. 

Bir gün okulda otururken Murat isimli arkadaşla bizim nesille bizden önceki nesli tahlil ettik. Onun babası astsubaydı, annesi ev hanımı ve dört kardeşlerdi. Hepsi de meslek sahibi olmuşlardı. Zaman zaman küçük kavgalar olsa da boşanma diye bir şey akıllarının ucundan bile geçmemişti. Evet, bizden önceki neslin çocuk sayıları ortalama üç-dört civarındaydı, gayet güzel de geçinmişler. Hepsinin de yavruları, mahalle denen hanede arkadaşlıklarla dolu dolu bir çocukluk geçirmişlerdi. Konu komşu bilinir, sadece annenin kız kardeşine değil mahallede oturan birçok hanım büyüklere teyze diye hitap edilirdi. Anne ve babalarımız acil bir şey olup da bir yere gittiğinde bizi rahatlıkla mahalledeki teyzelere emanet edip giderlerdi. Bu teyzeler, mutlulukla bizi yedirir, içirir ve bir şeye muhtaç olduğumuzda üşenmeden gözleri pırıltılı bir şekilde üzerimize titrerdi. Mahallede oynarken bakkaldan ve manavdan bir şey alacaklarında bize seslenir ve bizden yardım isterlerdi. Biz de hiç gocunmadan teyzelerimizin isteklerini yerine getirirdik. Teyzelerimiz kapıya gelip istediklerini alacakları zaman başımızı okşayıp teşekkür ederken, biz de bir insana yardım etmenin hazzını yaşardık. Ne yalan söyleyelim, bazen de küçük bir harçlık alırken daha bir “sevindirik” olurduk. Yardım ederdik; çünkü büyüklerimiz bize böyle öğretmişti. Eğer teyzelerimize yardım etmezsek çatık bir kaşla karşılanır ayıplanırdık. Kimsenin ailesi, bilmediğiniz kimseye yardım etmeyin demezdi. Çünkü mahallemiz, bizim hanemizden sonra ikinci evimizdi. Evet, teyzelere yardım ettiğimizde kimi zaman bizlere minik harçlıklar verirdi ve bizleri çok sevindirirlerdi. Verdikleri bu harçlık teyzelerle bizim aramızda kalırdı. Ne annem, ne de babam kimse bilmezdi. Teyzelerle aramızda oluşurdu bu minik sırlar. “Neden?” diye sorarsanız iyilik karşılıksız yapılır derdi analarımız ve babalarımız. Yardım edip para aldığımızı duysalar çok kızarlardı. Teyzeler harçlık verirken sen yardım ettin o yüzden veriyorum demezdi. Yardımının karşılığı bunu hak ettin imasında bulunmazlardı. “Nerden biliyorsun?” derseniz inanın izahı zor. Teyzelerin gözüne bakınca, ne bileyim, böyle anlardım.

O zaman insanlar çok konuşmazlardı. Hatta, o zaman insanlar laftan iğrenir gözleriyle birçok şeyi anlatırlardı. O zaman insanlar sükût denen ırmağın yatağında sessiz ve derin derin akarlardı. O zaman insanlar dinlemenin daha aziz bir şey olduğunu bilirlerdi. O zaman ağustos sıcağında oynarken hangi kapıya yakınsak evimize gitmez bir yudum suyu ister ve oyunumuza çabucak dönerdik. O zamanlar henüz bakkalda çakkalda pet şişelerle su satılmazdı. Henüz kimsenin su satıp da para kazanmak aklına gelmezdi. Allah’ın suyu satılır mıydı? Kimi dükkanların önüne, yazın sıcağında su içsinler diye güzel insanlar sebil koyarlardı. 

Evet, bu nesiller bir çok şeyi becermişler sadece anneler gününü kutlamayı becerememişler. AVM’lerden hediye paketleri ve demet demet çiçeklerle annelerini ziyaret edip mutlu etmeyi unutmuşlar. Bizden önceki nesiller kaba saba insanlardı ve romantik değillerdi. Sorsak onlara “Birbirinizden elektrik aldınız mı?” “Ne diyorsun evladım, ne elektriği?” diye garip garip bakarlardı. Dedim ya onlar romantik değillerdi. Oysa onlar aşkın, samimiyetin, vefanın lafzını değil halini yaşatırlardı. Hal olan bir şey dile gelir mi? Dile gelse sihri bozulurdu. Anlaşılmaz ve anlatılamaz şey dile gelse söze gelse ne olurdu. Bizim nesilse halden anlamaz her şeyin lafında. Aşka dair ne varsa lafzi biliyoruz; lakin o halin gereklerini tatbik etmekte aciziz. Bizden önceki nesiller anneler gününü bilmezdi lakin küçük aile cinnetinde de değillerdi. Anne ve babalarına onlar bakardı. Anne ve babalarımız “öf” nedir bilmezlerdi. Olur ya insanlık hali bir öf deseler bir köşede oturur pişmanlık içre dişlerini sıkar dururlardı. O zamanlar televizyona bakarken huzurevlerine gidilip anneler gününün kutlandığına şahit olunmazdı. O zamanlar huzur anne, çocuk, dede ve ninenin yani üç neslin yaşandığı evlerdi. O zamanlar huzur geçmişi barındıran dede-nine ile geleceği yeşerten torunların kalp atışlarının birbirine karıştığı yuvalardı. Dede-nine ve torunların ayrıldığı büyüklerin başka mekanlara terk edildiği yerler nasıl huzurevi olur? İnsan, insan olsa bu ismi koyarken utanır. Bu devrin en büyük hastalıklarından birisi utanma duygusunun unutulması olsa gerek. Anneler yavrularının evlerinde son demlerine kadar yaşarlardı. 

Okul WhatsApp grubundan hanım öğretmenler müdüre teşekkür ederken birbirlerinin anneler gününü kutluyor. Korona olmasa AVM’lere gidip annelerine güzel güzel hediyeler alıp demet demet çiçeklerle ziyaret edeceklerdi. Ellerinden öpüp onları ne güzel sevindireceklerdi. Onların içli dualarını alacaklardı. Kahrolsun korona nelere engel oldu. Bizim nesil çift maaşla yaşıyoruz. Ortalama çocuk sayımız bir-iki. Babalarımız mı çok, biz mi az kazanır olduk? “Sebep bu mu?” derseniz... Asla böyle bir şey söz konusu değil. Mesele ekonomik falan değil. Biliyorsunuz... “Devir değişti” diyorlar. Böyle izah ediyorlar... Dağ gibi anne ve babalarımız tek maaşla üç dört çocuğa bakarken bizler bir veya iki çocuğa zar zor bakıyoruz. Devir değişti, bu zaman böyle gerekiyor diyenler bir türlü insanlıktan çıktık demiyorlar. “Nereye gidiyoruz, bu işin sonu nereye çıkar?” diye dert edinmiyorlar. Ahlâkî bir cinnetin içinde yaşadıklarının farkında değiller. Şimdiki nesil anne ve babalarını yalnızlığa ve huzurevlerine terk etmiş bir vaziyette. Anneler günü ve sevgililer gününü kutlamaya çok hevesliler. AVM’lere gidip oturup yiyip-içecekler, bir kendilerine bir de annelerine bir şey alıp mutlu olacaklardı. Ne garip anne ve babayı yalnızlığa veya huzurevine terk et ve sonra da onları mutlu etmenin sahteliğine sığın. 

Evet, şimdiki nesil okumuş lise, üniversite bitirmiş. Anne ve babalarımızdan daha eğitimliler. Hayatta en iyi yol gösterici ilim deyip akıllarını bolca çalıştırmışlar. Kimi mühendis, kimi doktor , kimi öğretmen olmuşlar. Eski nesilden çok daha aydınlar. Hayata mantıklı ve akıl dolu bakıyorlar. Daha iyi bir gelecek vermek için daha az çocuk doğuruyorlar. Bu annelere mahallede kimse teyze demiyor. Hiçbir terlemiş çocuk kapıya vurup “Teyzeciğim su verir misiniz? diye seslenmiyor. Bayramlarda ziyaretlere gitmiyor. Çünkü bu nesil akıllı ve mantıklı, bayramı tatil edinmiş akın akın denize gidiyorlar. Denizin tuzlu sularında yanıp yanıp geliyorlar. Cep telefonlarıyla hazır mesaj bulup bayramları kutlayıp vazifelerini yapıyorlar. Evet, şimdiki nesil bayramlarda eş dost akrabayı ziyaret etmenin faziletini yaşayıp, vazife şuurunu duymuyorlar. Bir nefeste koşturup tuzlu sularda sahillere uzanarak yaşamanın doruğundalar; fakat kimse sahilde uzanırken Suriyeli mülteci bir çocuğun cesedinin sahile vurduğunu hayal edip ürpermiyor. Bir an böylesi bir hazdan utanıp sıkılmıyor.  

Evet, kadın istihdamını artırıp en az üç çocuk diyenlere gülüyorum. Bu bir tezattır. Çünkü yaptıklarınızla arzu ettiklerinize ulaşmanız muhal. İstatistiklere boğduğunuz insanlara bunun da istatistiğini yapsanız ya.. Çalışan karıkocaların ne kadar çocuk yaptıklarının hesabını sunun. Zaman elbette akıp gidiyor. Zaman elbette her zaman öncekinden farklı bir durum arzeder. Zaman akıp giderken yaşanan güzellikleri ileriye taşımak çok mu zor? 

Evet, adam olacaktım. Annemin, babamın anne ve babasına baktığından daha güzel anne ve babama bakacaktım. Zaman nelere gebe. Birazdan felçli annemi arabaya bindirip evine götüreceğim. Birazdan annemi bakıcıya emanet edeceğim. Bakıcının kurşini ifadesine ve metalik kalbine annemi bırakacağım. Annemi huzurevine terk etmedim. Bu bir küçük avuntu. Ya ben annem gibi olursam evlatlarım olacak, bizden sonraki nesil ne yapacak?.. Bizlere bakabilirler mi? Allah’ım beni kimseye muhtaç etmeden canımı al.


Baran Dergisi 697.Sayı