Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmenlerin kendilerini yetiştirmesi, bilgi ve anlatımlarını geliştirmeleri için kitap listesi veriyor. Dileyen bunlardan birini seçip okuyor ve arkadaşlarına anlatıyor. Bilgilenme ve bilgisini paylaşarak bilgilendirme. Güzel bir faaliyet. Hedefine ulaşıyor mu? Tartışılır. Beyaz Zambaklar Ülkesi de bu listede yayınlanan kitaplardan biri. Cumhuriyet döneminde, kurucusunun da askerî okullarda okutulmasını emrettiği bir kitap. Bu yüzden “Küçük Prens” kadar olmasa da oldukça meşhur bir kitap. Gayemiz, bakanlığın okunmasını tavsiye ettiği kitapları tek tek okumak ve bu kitapları değerlendirmek ve güzide Baran okurlarıyla paylaşmak. Varsa bir değeri Büyük Doğu – İBDA anlayışına katmak, gönül ve ruh dünyamızı zenginleştirmek. Dışımızdaki âlemin arka planını da bu vesileyle kavramak.
Finlandiya’nın kuruluşunu ve bataklıklar ülkesinden beyaz zambaklar ülkesine dönüşümünü anlatan kitap, Rus hatip, yazar, gazeteci Grigory Petrov’a ait.

Yazar, tarih bazı milletlerin feci sonlarını yazdığı gibi, bazı devletlerin ilerleme ve yükselmesini yazmak için de parlak sayfalar açmaktadır, diyerek, Finlandiya’nın İsveç ve daha sonra Rus hakimiyetinden kurtuluşu ve bu kurtuluş sürecinde mücadelesini anlatıyor. Bir bakıma bu halkın azim ve ilerleyişinin sonucunda yükseliş ve parlaklığına tanık ediyor. Yazara göre zaman geçtikçe, kuşaklar sürekli değişiyor ve yenileniyor ve her kuşak, kendisiyle birlikte yeni kavramlar, söylemler, yeni ihtiyaçlar ve talepler geliştiriyor. Yeni kuşaklara artık eskimiş, zaman aşımına uğramış yönetim biçimleri ve yasalar zorla uygulanamaz. Yeni kuşaklar için daha yeni, daha akılcı, daha adil, daha sağlam temellere dayanan yönetim anlayışlarının, yasa ve kurallarının uygulanması zorunludur. Ünlü bir atasözü vardır. “Yeni toplumlar, kendileriyle birlikte yeni şarkılar üretirler.”

Kahramanlar ve Millet
Devletlerin gücü ve zaafı, milletlerin ilerleme ve yozlaşması, yalnızca devlet adamlarından kaynaklanmaz. Yöneticiler nasıl olurlarsa olsunlar, kendi milletlerinin bir yansımasıdır. Onlar, millî ruhun bir yansımasıdır. Bir millet nasılsa, devlet adamları da onlar gibidir. İşte bu nedenledir ki eskiden beri, “Her millet, layık olduğu yönetime ve devlet adamlarına sahiptir.” Devletler buhran dönemlerinde bilgece davranmalı ve bu durum halkın bütün katmanlarını ilgilendirmelidir.

Milletlerin tarihini kim oluşturur? Büyük hadiseler kimler tarafından yönlendirilir ve yönetilir? Bağımsız ferdler tarafından mı? Yani tek başına Carlyle’in dediği gibi kahramanlar tarafından mı yoksa tüm milletin gayreti ve halk ruhunun dirilerek yaygınlaşması sayesinde mi? İkinci görüşü Tolstoy savunmuştur. Carlyle göre milletlerin ve hatta tüm insanlığın tarihini oluşturanlar, ruhen güçlü olanlar, zeka ve yetenek sahibi olan fertler, yani kahramanlardır. Halk kitlesi, yerde hareketsiz yatan ve çürüyen bir saman çöpü gibidir. Büyük adamlar ve kahramanlar ise samanı tutuşturan, kitleleri canlandıran ve harekete geçiren, gökten düşen bir yağmur gibidirler. Tolstoyise hayatı yaratan, olayların akışını belirleyen ve bunların keyfiyetini ve şeklini veren tek başına kişiler değil, halkın kendisidir, der. Yumurta tavuk hikayesi. Para bütününü oluşturan bir yüzüyle diğer yüzü. Zıt gibi görünseler de zıtlıkların birbirini yalanlayıcı değil de hakikatin diğer veçhesine tanıklık ettirmesi...

Finlilerin Tarihi
1811 yılına kadar Finler, İsveç hakimiyeti altında kalmışlardır. Hükümetin ve iktidarın tüm gücü; ticaret, sanayi, okullar ve hatta kiliseler bile İsveçlilerin elindeydi. İsveçliler kendilerini medeniyet anlamında üstün görmeleri nedeniyle Finleri alt bir ırk mensubu olarak görür ve onlara karşı sürekli o şekilde davranırlardı. Finler, İsveçlilerle aynı siyasî haklara sahip olmakla birlikte, fikrî, ekonomik ve hatta ahlâkî olarak dahî geri bırakılmışlardı. 1808 yılında Rusya ile İsveç arasında çıkan savaşta, Rus Çarı, ordusuyla Finlandiya’nın yarısını işgal etmiş, daha sonra Finli temsilcileri toplayarak iç yönetimde bağımsız olmak şartıyla Rus hakimiyeti altında yaşamak teklifine müsbet cevap almıştır. Bu durum her iki taraf için faydalı olmuştur. İçte bağımsızlık kazanan Finler, kendilerine özgü kültür ve medeniyetlerini geliştirme fırsatına kavuşmuşlardı.

Yükseliş Önderi Bir Aydın: Snelman
İç bağımsızlıkla birlikte bir topluma gerekli liderde ortaya çıkmıştı. Fin tarihinde talih bir anda dönmüş, lider ve millet bütünlüğü sağlanmıştı. Snelman; dönemin büyük bir bilim adamı, derin bir filozofu ve ünlü bir politikacısıydı. O, Fin kültürünü tesis eden bir halk öğretmeniydi. Yaz kış demeden her türden insana ulaşarak sohbet ediyor, onların iç alemlerindeki yeteneklerini ortaya çıkarıp, her türlü dertleriyle uğraşıyordu. Zeki insanları uyandırıp, onların zihinlerini açıyor ve sürekli mektuplaşıyordu. Yediden yetmişe herkesi ilerleme ve güçlenme hedefinde bir kılmıştı. Sürekli milletinin hafızasına şunları nakşediyordu. “Finlandiya her zaman Rusya ve İsveç tarafından işgal edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Güçlü ve sömürgeci komşularına karşı direnebilmesi için, kültür ve uygarlık yönünden onlardan yüksek olması gerekmektedir. Ne zaman bizim küçük milletimiz, büyük komşulardan daha yüksek bir uygarlığa sahip olursa, ancak o zaman tehlike savuşturulmuş olur.”

Snelman bir avuç genç öğretmen, din adamı, avukat ve memurla birlikte halkın eğitilmesi ve eğitimin yaygınlaşması amacıyla adeta seferberlik ilan etmiştir. O bir avuç insana şöyle seslenmiştir: Aydın olmak demek, modaya uygun şekilde giysi ve kolalı gömlek giyinmek ya da şapka demek değildir. Aydın kesim halkın beyni durumundadır. Halkımız, iyi bir eğitim aldıktan sonra yüksek bir gelir elde edin diye sizi o konuma getirmemiştir. Böyle olanlar gerçek aydın olamazlar. Onlar yozlaşmışlardır. Eğitim alanlarınınhepsi millî düşünceyi geliştirmeye, millî ruhuuyandırmaya, millî iradeyi uyandırmaya mecburdurÜlkenin tümüne bir aile gözüyle bakınız. Kendilerinin ve çocuklarının sağlıklarını nasıl koruyabileceklerini öğretiniz. Mutlu bir aile hayatının nasıl kurulabileceğini, kadının erkeğe, erkeğin kadına nasıl davranacağını ve çocuklarınınnasıl terbiye edileceğini anlatınız. Halkımıza, her işi zamanında yapmaya, disiplinli ve düzenli çalıştırmaya alıştırınız.Unutmayınız ki halkın cehaleti, kabalığı, alkol düşkünlüğü, hastalıklı oluşu, sefaleti, kötü ahlâklı oluşu, bütün bunların hepsi sizin utancınız ve suçunuzdur.”

Halk Okulu: Kışla
Büyük Doğu-İBDA inkılapçı bir dünya görüşüdür ve orducu bir karakter taşır. Bu ordu asla günlük siyasete karışmaz. İçeriye doğru hiçbir hizip ve zümreye dayanak ve manivela hizmeti görmez. Ordu gassal elinde ölü gibi ruh merkezine tâbî olacak ve ruh merkezinin nizam ve aşkını her an yaşatma cehdini yaşayacaktır. Altun Ordu… İslâm inkılabının rüyasını gördüğü ordu ismi budur. Fetö sapığının yetiştirdiği “altın nesil” gibi yurtsuz ve sapık itikadlı değildir. Amerika ve İsrail ile işbirliği yapıp Anadolu insanını haince sırtından hançerlemez. Bu ordu “Ölmeden ölenler-Allah’ta fani olanlar’ın emri altında”, “Ölüp de ölmeyen” -şehitlerin muazzam güzelliğini yaşatacaktır. İslâm inkılabında ordu, fikrin emrinde, en harika nizamla estetiğin, en ileri müsbet bilgilerle aletlerin tecelli mihrakında, davayı bütün cihana teşmil memur, tarih boyunca gelmiş manivelaların en muhteşem ve en manalısıdır. Ordu için ordu yok; millet için ordu vardır.

Peki bizde ordu neydi? Hürriyet Gazetesi üzerinden “Genç Subaylar Rahatsız” deyip, siyasete ayar vermeler. Yargıçları seminere çağırıp, adalet mekanizmasını adaletsizlik üzerine düzenlemeler. Subayları içki içmiyor ve dans etmiyor diye fişlemeler. Başörtülü anne ve akrabaları kışla içine almamalar. “Aç aç” diye ağızlardan akıtılan salyalar eşliğinde çıplak kadınlarla yapılan gösteriler. Tertipçilik düzeneği tesis edilerek, kendinden sonrakilere her türlü işkence ve eziyetler. Her türlü galiz küfür ve dayakları makul görmeler. Ve daha neler neler…Hulusi Akar’la ve öncesi genelkurmay başkanlarının da katkıları ile ordumuzdaki müsbet hamleleri görmemek ve sevinmemek elde değil. Ordu ve millet kucaklaşmasını ve yakınlaşmasını gözyaşları içinde izliyoruz. Dilerim hakikate doğru bu atılımlar giderek artar.

Kitaba dönecek olursak... Snelman’ın öncülüğünde genç Fin aydınları orduya da gereken önemi gösterdiler. Özellikle ordudaki askerlerin talim ve eğitimleriyle ilgilenmeyi hedeflediler. Bunun sonucunda liselerin en gözde öğrencileri, okullarından mezun olduktan sonra askerî okullara girmeye, orduya mensup olmaya başladılar. Önceden askerler sürekli sarhoştu, ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Askerler birbirlerine, subaylar birbirlerine, hatta generaller bile birbirlerine küfür ederlerdi. Karşılarındakini severken de yererken de küfürlü konuşurlardı. İğrenç ve uğursuz küfürlerdi hepsi de. Hiç çekinmeden ana-babaya, dine-imana, güneşe-aya söverlerdi. Yeni ve genç Fin subayları, kışlaya temizlik maddeleri getirttiler; askerlerin yemeklerden önce ve sonra sabun kullanmalarını sağladılar. Temiz havlular zimmetlendi; her askere birer diş fırçası ve macun dağıtılarak onlara diş temizliğinin önemi öğretildi. Diş temizliğinden sonra dil temizliğini, düzgün ve küfürsüz konuşmayı öğrettiler. Subayların kendileri de asla kötü söz söylemiyor ve küfür etmiyordu. Kışla bambaşka bir havaya bürünmüştü. Fin subayları şöyle diyordu: Kışla bizim aile ocağımızdır. Orası bizim ibadet yerimizdir. Din adamı için mabet, öğretmen için okul neyse, bizim için de kışla odur. Biz burada kadınlar arasında bulunduğumuz zamankinden daha fazla edepli ve terbiyeli davranmak zorundayız.Küfürlü konuşarak kışlanın nezih havasını bozmayınız. Dilinizi temiz tutunuz, arkadaşlarınızın kulaklarını kirletmeyiniz. Kaba küfürle konuşmak, köpek ulumasından daha kötüdür. Küfür etmek medeniyetsizliğin belirtisidir. Eğer yiğitliğinizi göstermek istiyorsanız, bunun için daha asil çözümlerbulunuz. Spor yapınız; uzun metrajlıyüzmeyi, ustaca güreşmeyi, yüksek atlamayı öğreniniz. Toplantıda nezaket içinde olmayı öğreniniz. Yararlı kitaplar okuyunuz. Okuduklarınızı ve dinlediklerinizi iyice anlayınız. Bu şekilde genç subayların her biri iyi birer eğitimci oldular. Askerî talimler ne kadar çok zaman alırsa alsın, subaylar, askerleri terbiye etmek için her gün bir-iki saat harcıyorlardı.  Subaylar, askerlere özel oyunlar, eğlenceler, piyesler ve genel okuma geceleri düzenliyorlardı. Onlarla sohbet ediyor ve ayrıca çeşitli milletlere dair hikayeler ve ünlü kahramanların yiğitliklerini anlatan kitaplar okutuyorlardı. 

Doğanın sanki hor görürcesine feyiz ve bereketten mahrum bıraktığı Finlandiya topraklarında, genç Fin subayları büyük bir kültür gücü oluyorlardı. Bir fabrikanın üretimi gibi ülke için akıllı, güçlü, canlı insanlar yetişiyordu.       

Futbol
En küçük fertten en yaşlımıza kadar herkesi sarmış bir illet. Üstadımızın tabiriyle meşin kafa ile meşin topu ayırt etmek gerek. Fikre muhatap olması gereken insanımızı her mekan ve her zamanda okumuşundan okumamışına kadar sohbetlerine mevzuu acı bir vakıa. Spora elbette karşı değiliz, her zaman olduğu gibi Büyük Doğu-İBDA şuuru ile her vakıaya kıvam verme derdindeyiz. Haddini aşan her şey zıddına inkılap eder ya, her şeyi haddiyle çerçevelemeliyiz. Hiçbir fikrin, edebiyat ve kültür meselesinin konuşulmadığı bir insan topluluğu ile karşı karşıyayız. Bu acı durumu şahsında tezahür ettiren kitlelerin sohbet mevzuu futbol. Futbol dünyası yöneticilerin ağızlarında, burası bizim mabedimiz, lâfını çok rahatlıkla kullandığı, ‘maçın kaderini şu belirledi’ tarzında itikadı zedeleyici cümlelerin ve kavramların yerli yersiz kullanıldığı bir görüntü veriyor. Küfürlerin edildiği aynı milletin insanlarının birbiriyle kavga ettiği ve birbirlerine düşman oldukları bir alem. En büyük kumar ve talih oyunlarına vesile bir şeytani düzen.

İsterseniz sözlerimizi bizim de ruhumuza tercüman olacak Snelman’ın bir spor kuruluşunda verdiği fikirlerle sürdürelim: Fin gençliğinin sporla uğraştığını görerek seviniyorum. Akılcı bir şekilde yapılan çeşitli beden hareketlerinin önemi büyüktür. Felsefe alanında hayli ilerlemiş olan eski Yunanlılar, öyle rastgele jimnastiği, güreşi, yarışları yüksek bir konuma getirmemişlerdir. Beden egzersizleri vücudu çevikleştirir ve güçlendirir. Egzersizler sayesinde vücudun görünümü düzelir, yürüyüş ve hareketler güzelleşir. Kentlilerin kokuşmuş evlerde yaşadıkları hayat, vücudu yıpratır, kasları güçsüzleştirir, kanda zehirlenmelere sebep olur ve insanları tembelleştirir…Işıktan yoksun bitkiler gibi solgun yüzlü bu insanlara köylerde değil, kentlerde rastlanır. İnsanın, böylelerini, ellerinden tutup kırlara çıkaracağı, çayırlarda koşturup temiz havayı derin derin solutacağı geliyor…”

Eski Yunanlılar da böyle yapıyorlardı. Şimdi, bizler de onlar gibi yapıyoruz. Fakat Sokrates’in Phidias’ın ve Perikles’inçağdaşları, hayatın temel ilkesi olarak şunu öne sürmüşlerdir: ‘Hiçbir şeyde aşırıya kaçmamalıdır! Hiçbir şey tek taraflı olmamalıdır. Her şeyde orta yolu gözetlemelidir. Her şeyi zamanında ve yerinde yapmalıdır...

Ancak biz, Finlilerin bacakları güçlü ama zayıf olmasını da istemeyiz. Bacakları manda ayağı gibi güçlü ama beyinleri koyun gibi zayıf insanlar bizim isteğimiz değildir. Böyle bir insan, bizim küçük milletimiz bir örnek, bir model olamaz…

Ben arzu ederim ki bizim sevgili Finlandiya’da şu isimleri taşıyan teşkilatlar, dernekler kurulsun. “Güçlü Düşünce, Büyük İşler, Yüce Girişimler, Sağlıklı Hayvancılık, En İyi Tarım, Temiz Vicdan, Yeni Fikirler, Mekanik Başarı, Rahat Millet”

Ben isterim ki siz gençFinler, yalnız Macarları değil, Fransızları ve İngilizleri de mağlup edesiniz. Ancak yalnız bacak gücüyledeğil; bilim, teknoloji, sanat, ticaret ve sanayi alanlarında, hukuk toplumu olarak ve ülkeyi kalkındırarak onlara galip gelesiniz.

Sokrates’in  ve meşhur Herkül’ün resimlerini bulup karşılaştırınız, Sokrates’in büstünde filozof başı dikkat çeker. Burası zekanın yeridir. Sanki Sokrates’in zekası kafasının içine sığmıyormuş da dışarı taşacak sanırsınız. Birde Herkül’ün heykeline bakınız. Antik Yunan efsanelerinde geçen bu kahraman güçlü kasları karşısında hayrete düşersiniz. İri bir vücut, sütun gibi güçlü bacakların üstünde yükseliyor. Kollarının kasları, kalın bir halatı andırıyor. Omuzları geniş, göğsü kabarık, boynöküz boynu kadar kalın. Başı ise vücuduna oranla küçük, alını dar.Bütün bunlar büyük bir beden gücünün ifadesidir. Ama bu kahraman zeka yönünden güçsüzdür. Muhteşem vücutlu, sert yapılı, güçlü adaleli bir adamdır. Ama akıl ve zekası itibariyle geridir. Düşünce ve maneviyat kahramanı değildir.

Ben size Sokrates’in veya Herkül’ün kafalarını tercih ediniz demiyorum. Demek istediğim manda bacaklarını düşünürken, Sokrates’in başını da unutmayınız.Şu kuralı asla unutmayınız.Her işi zamanında yapmak lazımdır. Eğlence zamanında da eğlenilmelidir.’Finlandiya’nın, yalnız topa vurmasını bilen insanlara ihtiyacı yoktur. Bize Fin milletini; ekonomik, sosyal, ahlaki ve fikri yönden yükseltecek insanlar lazımdır…Şu kuralı aklınızdan hiç çıkarmayınızSağlam ruh, sağlam vücutta bulunur.’

Ey Fin gençliği!
Sizin vazifeniz, şutla topu yükseklere fırlatmak değil, Fin milletinin haysiyet ve şerefini yükseltmektir. Sevgili yurdumuzu her alanda ileri götürmeye, her alanda refahı arttırmaya gayret etmektir.”

Snelman, Fin gençlerine işte böyle hitap ediyor. Yukarıdaki satırların arasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna atfedilen bir sözün esasında kimden aparıldığını da yakalamışsınızdır. 

Baran Dergisi 606. Sayı