Akilah Azra Kohen, daha doğrusu Azra Sarızeybek Kohen’in romanından uyarlanan bir diziden bahsedeceğim size: “Fi”. Roman bir üçleme “Fi, Çi ve Pi” şeklinde. Diziyi de öyle tasarlamışlar, fakat yazar, dizinin romanın amacının dışına çıktığını söyleyerek bitirilmesini isteyince, final yapmış. İşte ben de o final kısmını izledim. Önce şu roman kısmına bakalım. Serinin üç romanı da çok satanlar listesinden uzun süre inmemiş. Peki kim bu yazar?

Azra Sarızeybek Kohen 1979 yılında doğar. Aslen İzmirli. İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümü mezunu olduktan sonra eğitim hayatına Kanada Ottawa Üniversitesi’nde, Üçüncü Dünya Ülkelerine Yardım Ekonomisi bölümü ile devam eder. Liverpool Üniveristesi’nde Davranış Bilimleri dalında uzmanlık yapmaya devam eden yazar, iyi derecede İtalyanca ve İngilizce biliyor. Asıl adı Azra Sarızeybek, Akilah ismini mahlası olarak kullanıyor. 2001 yılında Sadok Kohen ile yaptığı evlilikten sonra ‘Kohen’ soyadını almış.

Şöyle diyor “Fi, Pi ve Çi” hakkında:

“Fi, altın oran demek. İnsan beyninde, güzelliğin kodlandığı bir oran var. Baktığımız her şey, eğer o oran varsa gözümüze güzel geliyor. Bu, sehpa için de, bir kızın yüzü için de geçerli. Fi’de ihtirası anlatıyorum. Niye mi güzellikten yola çıktım? Çünkü güzellik, ihtirası tetikleyen ilk şey. Bizim ilkel beynimiz, doğal olarak görme duyu organımıza takmış durumda. Görme duyu organımız, düşüncelerimizi çok güzel yönlendiriyor. Gördüğümüz her şeyde, hoşumuza giden şeyleri bulmak istiyoruz. Varsa ne âlâ, o insanı kendimize daha yakın buluyoruz. Birinci kitapta yola çıkış noktam burası. Çi ise, yaşam enerjisi. Çi’de aslında motivasyonunu kaybetmiş bir insanlık anlatılıyor. Motive olabilmek için uyuşturucuya, içkiye, ayakkabı ve çanta bağımlılığına sığınıyorlar. Güzellikten girip yaşam enerjisine geçtim. Sonra da Pi geldi. Gittiğin yol ne kadar uzuyorsa, kapsadığın alan da o kadar büyüyor. İnsanları denedikleri yüzünden kınamayın. İlle de kınayacaksak birbirimizi, almadığımız derslerle kınayalım. Benim hikâyede anlattığım, terapist Can Manay’ın iflah olmazlığı üzerine. Ama dersini alan insanlar da var orada. Öğrenen insana daima çok güzel kapılar açılıyor ve cevaplar veriliyor. Şimdi Azra Kohen, kitaplarıyla “insan”ı kendini tanımaya ve kendisiyle yüzleşmeye, sonra da insan olmaya davet ettiğini söylüyor röportajında. Roman “beyaz Türkler” etrafında geçen bir hikaye; güzel kızlar, güzel erkekler, zenginlik, bolca cinsellik, araya birkaç felsefe, kişisel gelişim sözü, ortaya binlerce sayfalık bir “çok satan” çıkmış. Kimi kime anlatıyor? Hayat tarzıyla, yaşadığı gerçeklikle, hiç de “herkesin” olmayan problemleriyle bir “kesim”i, bir “zümre”yi anlatıyor. Kimler okuyor? O hayatın içinde yaşayanlar veya o hayata özenenler, özentiler…”

Kitapta bolca oradan buradan aparma cümle ve düşüncenin kol gezdiğini göreceksiniz. Kuantum fiziğinden, new age beslenme ve sağlık klişelerine, kişisel gelişim ekollerinin yeni modası “kendini aş”lı, “kendinle yüzleş”li, “insan olmanın dayanılmaz acısı”lı cümlelerine kadar, buram buram seviyesizlik dökülüyor paçalarından… En basitinden şu: “Sorgulanmamış, analiz edilmemiş bir yaşam hiç yaşanmamıştır.” Bunun aslı da, Sokrat’ın “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez” sözüdür. Alıntılar sırıtıyor, çünkü oraya öyle atılmışlar bağı yok, bağlantısı yok. En çok eleştirilen yönü de kitabın düşük cümleler, anlam bozuklukları ve imla hataları ile dolu olması. Bizim en büyük sorunumuz da bu: 3 üniversite de bitirse, imla hatası yapmayan yazar yok.

Röportajlarından anlaşıldığı kadarıyla çok derin şeyler söylediğini zannediyor, fakat klasik “kişisel gelişim” edebiyatını aşamayan bir üçleme yazmış. Meydanı boş bulunca da, okur kitlesi de “boş” olunca, bakmış ki tutuyor, yazmış da yazmış.

Kitaptan uyarlanan dizisinin son bölümüne gelelim. Son bölümde dizinin esas oğlanı psikolog Can Manay, bir sürü cinayet ve tonla suç işledikten sonra yakalanıyor ve psikolojik sorunları olduğu için bir tedaviye tâbi tutuluyor. Aradan yıllar geçiyor. Saçı sakalı ağarmış bir şekilde yazar olarak kitap imzaladığını görüyoruz. Kitabın ismi: “Bir İnsan Yaratmak”.

Onca pisliğin, cinayetin, cinsel sapıklığın, hırsın, ihtirasın ardından, “Bir İnsan Yaratmak”. Dizide ne buna dair bir derinlik, ne de buna dair bir incelik var. Hedonist bir yaşam tarzı, bunun içinde “sanatına, dansa tutunmuş bir kadın” imajı. O kadın da “siyah kuğu” filmindeki gibi vurulduğu halde çıkıyor sahneye. Öyle de tutkulu(!) ama tutkusu da kopya/sahte.

Üstad Necip Fazıl’ın “Bir Adam Yaratmak” isimli eserinden alındığı bariz böyle bir sonla, yine “kopyala-yapıştır” yapmış yazar. İnsan ne diyeceğini şaşırıyor. Aslında tam da bakılması gerekene işaret etmiş diyeceğim ama okur kitlesinin buradan oraya gideceğinden şüpheliyim.

“Dünyayı değiştirmek için yazdım” diye büyük laflar ediyor. Ama o büyük lafların altından kalkamıyor. Mesela şöyle diyor:

“Biz şu an bakteriler gibi hareket ediyoruz! Bakın insan doğulmaz, insan olunur. Bizse insan doğduğumuzu sanıyoruz! Hayır, insan bedenine doğuyor olmamız insan olduğumuz anlamına gelmiyor. Bizler bir enerji devrimi seçeneğinin ortasındayız. Ya petrolü seçip bütün savaşlara tamam diyeceğiz, parazit olarak hayatımızı sürdüreceğiz ya da olmamız gereken şeye uyup öncelikle ‘temiz enerji’ye geçeceğiz. Yani güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi. Kurtuluşumuz bu sayede olacak.”

“İnsan doğulmaz insan olunur” dediğinde arkasından buna dair bir cümle beklerken, enerji devriminden, güneş enerjisinden filan bahsetmeye başlıyor. Gülsek mi ağlasak mı? Sonra baklayı ağzından çıkarıyor:

“Neyle besleniyorsan ona dönüşüyorsun. Eğer sen, temiz enerjiyle beslenirsen, muhteşem bir varlığa dönüşebilme olasılığın var. Bu kuracağım çiftlikle insanlara ilham vermek istiyorum. İstiyorum ki güneş enerjisiyle, rüzgâr enerjisiyle, yenilenebilir enerjiyle kendini idame ettirsin ve insanlara örnek olsun.”

Azra Kohen insanlara insan olmayı öğrettikten sonra bu enerji işine yatırım yapmış meğer, bununla da insanlığa yol gösterecekmiş. “Bir İnsan Yaratmak” ha? Güldürmeyin insanı…


Baran Dergisi 584. Sayı