“Firarî”, namı diğer “kaçak”… Ne sebeble kaçar insan? Yahut ne sebeble ona “firarî” denilir? Kanun kaçaklarına denir en başta. Hakkında bir ceza hükmü olanlara yani… Haksız yere cezaevinde yatmaktan bıkmışlar firar eder en çok. Fakat bir de “dünyayı kendine zindan eden” firarîler vardır. Dünyadan firar edenler. Dünyevi olandan…

Bizim camia her iki türden firarîlerle doludur. Hem kanundan firar eden hem dünyevi olandan… Aslında bir mecburi istikamet olarak kanundan firar eden, dünyevî olandan firar etmiş olur. Bu durumlara “hüzünlenmek” âdetimizdir ama onlara “destek” çıkmaya gelince, biraz çatallaşır iş…

Misal, herkes bayram yaparken bir firarî ne yapar? Herkes çalışıp kazanırken bir firarî nasıl geçinir? Veya çocuğunu okula nasıl gönderir? Kirasını nasıl öder? Tatile gider mi? Bulunduğu şehirden çıkma ihtimali yüzde kaçtır? Ertesi gün gözlerini nerede açacağı belli midir? Evinin duvarlarında mahpus duvarlarını mı görür?

Firar etmek bu sebeble dünyevî olandan da firar etmekle aynı anlama denk düşer. Mecburi bir dervişliktir firarî olmak. Her ânı tetiktedir, her günü “son günü” gibidir. Çocuğunu gece yatağa yatırınca sabaha görebileceğinden emin değildir. Gündüz gökyüzüne baktığında, akşam yıldızları göreceğinden emin değildir. Sabah evden çıktığında akşam döneceğinden emin değildir. Aslında normal bir insanın duyması gereken bir “endişe”dir bu; ancak hayat “alışkanlıklardan ibaret” olduğundan, hayat telaşesi bu ince nüansları hissetmemize, düşünmemize fırsat bırakmaz. Öyle ya başımıza her an ne geleceğinden nasıl bu kadar emin olabilirdik gaflet olmasa… Nasreddin Hoca’nın “inşallah ben geldim hanım” demesi gibi, “inşallah” dâhilinde bir hayat yaşıyoruz… Oysa firarî her ân bu nüanslarla içli dışlıdır.
Sebahattin Arslan üçüncü kitabı “Firarî”de özetle bunları anlatıyor: Kanundan, dolayısıyla dünyevî olandan firar ediş sürecini… Hâlihazırını yani… Ama bunu şahit olduğu hadiseler, hatıralar üzerinden yapıyor. Evet, yine ince bir mizahla yapıyor bunu…

Bilmeyenler için not düşelim: Sebahattin Arslan, 28 Şubat döneminde cezaevine girmiş, 7 yıl sonra 2006 yılında tahliye edilmiş, fakat 2014 yılında hakkında süren dava yüzünden yeni cezalar eklenince, o günden bugüne, yani iki yıldır firarî olarak yaşayan bir yazar. “Sıradışı Bir 28 Şubat Hikâyesi”, “Hayat Size Güzel” ve “Firarî” isimli kitaplarını da işte bu süreçte kaleme aldı.

Sebahattin Arslan, “Firarî”de, gündelik hayatında başından geçen ve kimi sıradan kimi sıradışı bazı olayları kaleme almış bu sefer. “Trajikomik Hatıralar” alt başlığını taşıyan kitabını şöyle takdim ediyor:
- “Memleketimden insan hikâyeleri anlatacağım size. Kimi zaman başkasını anlatırken kendimi anlatacağım. Yahud kendimi anlatırken başkasının hikâyesini…

Hepimiz birbirimizin hikâyesinin figüranları değil miyiz zaten? Başkasının hayat hikâyesinde figüran, kendi hayat hikâyemizde baş kahraman. (…)

İlk iki kitapta okuduğunuzun aksine, kendi hikâyemden ziyade, belki yine kendimle birlikte memleketimin insanlarını anlatmaya çalışacağım. Kamera spotlarını onların üzerine daha fazla tutacağım bu sefer…
Bu eser birbirinden bağımsız bölümlerden oluşuyor. Her bölüm küçük küçük hatıralar veya denemelerden oluştuğu için kronolojik bir tarih sırası gözetilmiyor. Bu yüzden her bölümü kitaptaki diğer bölümlerden bağımsız bir bütün olarak okuyup ayrı ayrı değerlendirebilirsiniz.

Birazdan okumaya başlayacağınız kitap yaşanmış gerçek hayat hikâyelerinden oluşmaktadır. Hikâyede adı geçen kahramanların isimleri, birebir gerçek hayattaki isimleridir. Bu hikâyeler yaşandığı esnada hiç bir canlıya zarar verilmemiştir.”

Öncelikle belirtelim: Kitabın ilk 40 sayfasını yazar, 28 Şubat döneminde kendisine destek olan Selim Gürselgil’le maceralarına ayırmış. Kitapta, sosyal medyadaki “tekfirci zihniyetten”, “V for Vendetta” isimli filmdeki Guy Fawkes’in gerçek hikâyesine (solcu ergenler duymasın), Ahmet Kaya’nın 28 Şubat mağduriyetinden, rahmetli Usame bin Laden’e benzediği için ceza alan komüniste, çay yerine kahve götürdüğü Kumandan’la ilgili hatırasına kadar pek çok hikâyeye yer vermiş. Üslubundaki mizah, kitabı bir solukta okutuyor. Bu da kitabın bize vermeye çalıştığı mesajı daha çabuk kavramamıza vesile oluyor.
Sebahattin Arslan, “yaşadığımız günler”in mizahla “çarpıtılmış” trajedisini sunuyor bize aslında. Bir şarapçının “samimiyetini” bir “başörtülüde” bulamayınca, bir hacı babanın nefs emniyetini bir garibanda bulamayınca, bir namus kavgasında yanında cami cemaatini değil de iddaa bayiinin müdavimlerini bulunca, kendi evladını ihbar eden akrabaya nisbet, cezaevinde yakını olmadığı halde, sırf “safım belli olsun” diye Kumandan’ı ve O’nun evlatlarını ziyarete gelen yaşlı bir dedeyi görünce…

Firardaki yazar Sebahattin Arslan, üçüncü kitabı “Firarî” için ilan edilmiş bir imza günü düzenleyemiyor, okurları ile sohbet edemiyor. Lakin tam da firarî bir yazara uygun şekilde, “vur kaç” imza günleri düzenleyebiliyor. Misal olarak ilk imza gününü, “Yürüyen Büyük Doğu Sempozyumu”nun ikinci gününde, bir oturum arasındaki duyuruyla yaptı. Bu sebeble okurları tetikte olmalı; katılması “muhtemel” toplantı ve sohbetlerde her ân bir imza günü düzenleyebilir.

Kitap Kökler Derneği yayınlarından çıktı. Kitapyurdu.com’dan sipariş edilebileceği gibi, Kökler Derneği Yayınlarından (0535-574 22 26) ve Akademya Sahaf’tan (Üsküdar) temin edilebilir. 


Baran Dergisi 496. Sayı