V for Vendetta isimli filmin önermesi ve aynı zamanda dillere pelesenk olmuş cümlesi, “Bu maskenin ardında etten fazlası var. Bu maskenin altında bir fikir var; ve fikirlere kurşun işlemez!”di. Filmin kahramanın sarıldığı fikirler ne kadar kurşun geçirmez orası tartışılır; fakat bugünlerde düşen bir maske daha var ki, onun arkasında etten, kemikten ve gem vurulmamış hayvanî iştiyaklardan başka hiçbir şey yok. Evet, frengiden etleri çürümüş ve dökülmüş bir suratın ardına gizlendiği, satıhtan bakıldığında belki de en mükemmel şekilde tasarlanmış ve kabartılmış, derinliği müşahede edilmeye kalkıldığında ise muşambadan mülhem maskenin, koronavirüs salgını vesilesiyle Batı’nın ve Batılı hayat tarzını benimsemiş rejimlerin yüzünden düşüşüne şahitlik ediyoruz.

Üstad Necib Fazıl tarih muhasebesi yaparken, Batı Medeniyeti’nin, Roma nizâmı, Yunan aklı ve Hristiyan ahlâkından müteşekkil üçlü saç ayak üzerine bina edildiğinden bahseder. Batı, medeniyetini bu temeller üzerine bina etti, doğrudur; fakat üst katlara çıktıkça, ruhî bir ciheti olmayan bu maddî köklerden uzaklaştı ve üst katlarını nizâm, akıl ve ahlâk fikrinden vareste, yalnız ekonomik çıkar ilişkilerine dayalı, insan, toplum ve devletin statik ilmine aykırı bir şekilde, dünya düzenine değil de global sermaye çetelerine hizmet edecek şekilde inşâ etmekte bir mahsur görmedi.

Bu binanın dış cebhesi her ne kadar cicili bicili giydirilmiş olsa da, maske esprisinde de olduğu gibi ortaya çıkan salgın hastalık kaplamayı bir fırtına gibi söküp götürdü ve geriye göklere bir bağırsak gibi uzanmış, içindeki kurukafa hareketliliğine rağmen, fikirden, ahlâktan ve nizamdan yana metruk bir yapı çıktı.

Allah herkesi iddiasından vururmuş; teleskop ve mikroskob ile merceğe dayalı gözlem ilmini bilginin yegâne kaynağı addeden Batı’nın, bütün fikirden uzaklaştığı için baktığı, gördüğü, teşhis ettiği hâlde bir virüs karşısındaki mucize çapındaki çaresizlik, Allahsızlık ufkunun müntehasını resmetmesi bakımından müthiş.

Geri Kalan Tek Dayanak Çöküyor
Ortada bir fikir, bu fikri ileri zuhur ettirecek bir ahlâk ve tüm bu yokluk içinde kalınmış olsa bile en azından günü kurtaracak bir düzen de yok. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzeni topyekûn ekonomik münasebetlere istinad ettiler; fakat globalizm sonrasında bu iktisadî ilişkiler öylesine birbirinin içine geçti ki, tıpkı domino taşları gibi biri yıkılsa diğerinin yıkılması mukadder ve buna karşılık çözümü bir yün çilesini andırır giriftlikte bir düzen meydana getirdi.

Salgın hastalık dolayısıyla tüketimde yaşanan daralmanın ekonomilerde ne çapta bir tahribat meydana getireceği meçhulken, salgından sonra bilhassa Çin’in açığı kapatmak için üretim çılgınlığına kapılacağı, daha çok satmak için damping yapacağı ve bunun dünyanın geri kalanını artık üretimden tamamen uzaklaşmak yahut Çin’e yönelik gümrük duvarlarını yükseltmek noktasına iteceği açık. Eğer ki dünya Çin’in izleyeceği bu yola karşı çıkmazsa, biraz evvel de ifâde ettiğimiz gibi dünyanın geri kalanı yüksek maliyetler dolayısıyla üretim yapamaz hâle gelecek ve üretim yapamadığı için de bir süre sonra Çin mallarını da tüketemeyecek ve global ekonomi satranç tabiriyle pat olacak. Yok hayır, Çin’e karşı gümrük duvarları yükseltilir ve bir nev’i merkantilist ekonomilere dönüş olursa da bu sefer Çin’in siyasî bütünlüğünün bile dağılması gündeme gelir ki, elinde olan mevcut Amerikan doları stoğu ve global şirketlerin tedarik zincirinin başında bulunuyor olması dolayısıyla yine dünya çapındaki mevcut iktisadî sistemin çökmesi kaçınılmaz.

Tabiî buraya kadar sadece işin üretim ayağından bahsettik, bir de finans ayağı var. Amerika 2008 senesinden beri piyasaya karşılığı olmayan para basıyor ve yığıyor. Üretim ilişkilerinde global mânâda meydana gelmesi mukadder böylesi bir dalgalanma, Amerikan dolarını paçavraya çevirir ve ardından zaten %50’ye yakını sanal, karşılıksız para üzerinden işleyen global ekonominin gerçeklerle yüzleşme süreci başlar ki, bu süreç iç savaşlar da çıkarır, dünya savaşı da.

Kıtalar Çapında Müşterekleşen His ve İdrak
Sosyal medyanın bu denli yaygınlaştığı bir zamanda yaşanan salgın hastalık, his ve idraklerin de tıpkı salgın gibi kıtalar çapında yaygın bir müştereklik kazanmasına vesile teşkil etti. Hastalık, ölümler, kısıtlamalar, karantina derken, dünya çapındaki insanların aynı hadise karşısında benzer tepkiler vermeye başladığını ve bunun da istenenin aksine kontrol altında olmayan bir şekilde cereyan ettiğine şahitlik ettik. “1400 Gergini” tabirinin kurma mânâsından beri bu hadiseye bakacak olursak, dünya çapındaki his ve idraklerin benzeştiği, bunun da ortak refleksler doğurmaya gebe olduğunu gözden kaçırmamak önemli.

Bir diğer taraftan, yine global planda, insan ve toplum nazarında senelerdir neredeyse putlaştırılmış olan Batı imajının yerle bir olduğunu görüyoruz. Senelerdir idraklerimizi iğdiş ederken kullandıkları ana argümanlardan biri emniyet duygumuzu Batı’nın kayıtsız şartsız hakimiyeti üzerine bina etmeleriydi. Oysa ki yaşanan salgın hastalık sürecinde Batı bu sürecin yönetimine liderlik edemedi ve dünya çapında senelerdir imâl etmek için uğraştığı emniyet duygusunu yine kendi eliyle tahrib etti.

Bir diğer husus ise yine global anlamda toplumlara sirayet eden kararsızlık ve kaygı. Bundan sonrasının nasıl şekilleneceğinin meçhul olması ve işsizliğin sürekli artması doğudan batıya bütün toplumları azamî derecede kaygılandırıyor. Tabiî zenginin fakirleşmesiyle fakirin daha da fakirleşmesi arasında fark var ve bu durumun Batı’da Doğu’dakinden farklı olarak yabancı düşmanlığından başlayıp Nazizm’e kadar geniş bir yelpazede sorunlara sebebiyet verecek olması kaçınılmaz.

Toplumu atomlardan müteşekkil bir bütüne benzetecek olursak, bilirsiniz ki atom bombası kararsız atomları olan elementlerden yapılır ve toplumun kararsızlığı hiç şüphe yok ki atom bombasından daha büyük tesirler meydana getirir.
***
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Hicrî 1400 Gergini” tabiriyle işaret ettiği düzen değişimi sürecinin anlaşıldığı kadarıyla kurma, kurulma safhası son sürat sürüyor. Üstad Necib Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun tarih muhasebesi sayesinde bizler hafızamızı tazelerken, Batı gitgide hafızasını kaybediyor.

İşte, biz tüm bu sürece bakarak diyoruz ki, mevcut köhnemiş düzen içinde yer aramak yerine zaman kaybetmeksizin bu krizi fırsata çevirip, kendi fikrimizi, ahlâkımızı ve nizâmımızı teşkil ederek, yeni düzende de yer arayıcı değil kurucu rolü, yâni tarihî misyonumuzu üstlenmek zorundayız.


Baran Dergisi 695.Sayı