Türkiye ile Yemen tarafından hazırlanan ve Birleşmiş Milletler’e üye tüm devletlere “Kudüs’te diplomatik misyon kurmaktan kaçınma” çağrısı yapan karar tasarısı, BM Genel Kurulu’nda 128 oyla kabul edildi. 193 üyeli BM’de yapılan oylamada 9 ülke tasarının aleyhinde oy kullanırken, 35 ülke de çekimser kaldı.
***
Yahudilerin ukala, şımarık ve haddi aşan tavırları artık bütün dünyanın canına tak etmiş olacak ki, çağımızın geçer akçesi para bile kâr etmedi de, Amerika’nın, BM oylamasında bir başına kalmasına vesile oldu. Peki çıkan karar ne anlama geliyor? Aslına bakacak olursanız hiçbir anlama gelmiyor. Çünkü milletlerarası kamu düzeni, milletlerarası bir kamu hukukunun nizâmı olmaktan ziyade belli ülkelerin kendi menfaatlerini önceleyen teamüller düzeninden ibaret. Bu sebeble de o şaşalı toplantılar, yapılan büyük büyük konuşmalar ve akabinde çıkan kararlar, yaptırımı olmadığı için konuşmuş olmaktan ibaret bir manzara arz ediyor. Bahsettiğimiz teamüller düzeni içinde söz sahibi olmanın birinci şartı ise, yerleşik düzenin güç odaklarının diş geçiremeyeceği, ucuzundan dağıtamayacağı ve iç ihanet şebekeleri vesilesiyle tesir edemeyeceği hakiki bir birliğin tesis edilmesinden geçiyor.



Kudüs hakkında çıkan kararın psikolojik olarak meydana getirdiği müsbet iklimi inkâr etmiyoruz tabiî. Bizim derdimiz, meydana gelen bu psikolojiyi tıpkı bir manivelâ gibi kullanmak.

Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararından sonra İslâm İşbirliği Teşkilâtının acil toplantısı ve çıkan karar bize gösteriyor ki; her ne kadar kendi içinde son derece ümitsiz vakıalar barındırıyor olsa da, Kudüs gibi Müslüman olan herkesi alâkadar eden bir mesele mevzu bahis olduğunda, ister istemez birlik sağlanabiliyor. Kimi iktidarlar bu birliğe gönüllü bir şekilde katılırken, kimileri de kendi kamuoylarından yana çekinceleri dolayısıyla iştirak etmek zorunda kalıyorlar. Öyle ki başka bir projenin eseri de olsa, potansiyeli göstermesi bakımından Arab Baharı gibi bir hadisenin cereyan etmiş olması, bilhassa bölgedeki batıcı iktidarların korkulu rüyalar görmesine neden oluyor. Bölgedeki iktidarlar, Batı kuklası bile olsalar, artık Müslümanları alâkadar eden meselelere karşı kayıtsız kalamazlar. Amerika’nın bilmem ne desteği de nihayetinde bir yere kadar. Kendi milleti nezdinde meşruiyeti kalmayan hiçbir rejim ve iktidarın dışarıdan ne kadar desteklenirse desteklensin koltuğunu koruyamayacağı bedahet.

Meydana gelen psikolojinin manivelâ olarak kullanılması dedik. Peki, neyin manivelâsı? Konjonktüre baktığımızda, karşımızdaki güçlere karşı Müslümanların ve diğer mazlum milletlerin haklarının korunması için bir güç odağı hâline gelinmesi gerekiyor. Bıçak kemiğe dayanıp, iş bir varlık yokluk noktasına geldiğinde bizim milletimiz dünya çapında herkesle boy ölçüşür ölçüşmesine de, eldeki bütün alternatifleri denemeden kaz gibi işi o raddeye getirmenin de âlemi yok.
Amerika’nın “Yeni Dünya Düzeni” diye ortaya koyduğu, milletlerarası bir hukuk sistemine dayanmayan teamüller nizâmının müntehasında gördük ki, dünya çapında bir senfoni orkestrası yerine kakafonik ve ne idüğü belirsiz bir orkestra kuruldu. A.B.D., Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Fransa ve Birleşik Krallığın kendi bölgesi yahut gücünün yettiği yerlerde her birinin ayrı ayrı ve kafasına göre borusunu öttürdüğü bir düzen ihdas edildi. Geri kalanlara isteseler de, istemeseler de bu caz orkestrasının biletli dinleyicisi olmak gibi bir rol düştü. Oysa ki Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’ndan sonra ihdas edilmesi beklenen dünya düzeni, her milletin kendisine bir yer bulacağı, birinin diğerini istismar etmek yerine zenginleştireceği son derece ahenkli bir düzendi.
***
“Bulunan ve bilinen aranır” hikmetinden mülhem, ihtiyaçlar âletleri ortaya çıkarmaz, âletler ihtiyaçları doğurur. İbda’nın temel tezlerinden olan “ihtiyaçlar âleti değil, âletler ihtiyacı doğurur” prensibi, ilk bakışta bilhassa icad edilen teknolojik âletler gibi idrak ediliyorsa da, daha geniş bir perspektiften baktığımızda görürüz ki; insanoğlu için asıl vasıta, sistemli bir şekilde eşya ve hadiselere teshir etmesine vesile olan fikirdir. Fikir, sistemli bir bütün hâlinde işletildiği takdirde aynı zamanda gayeyi de işaretler.

İslâm, insana, topyekûn insan ve toplum meselelerinin mutlak hakikat yönünden çözüm imkânını veriyor. Bu imkânı değerlendirmek için; İslâm’a muhatab olacak şekilde anlayışın yenilenmesi ve yenilenen anlayışın çağın gerektirdiği bütün eşya ve hadiselere tatbik edilecek şekilde sistemli bir dünya görüşü hâline getirilmesi gerekiyor. Vasıta fikir dedik ya. Büyük Doğu-İbda’nın bütün insanlığın fert ve toplum meselelerine çözüm getirecek şekilde örgüleştirdiği dünya görüşü, işte bu vasıtadır. İbda’nın “ihtiyaçlar âleti değil, âletler ihtiyacı doğurur.” tezini şimdi bir kez daha hatırlayalım. Bu fikir manzumesi örgüleştirildiğine ve fikir de bir âlet-vasıta olduğuna göre aynı zamanda artık bir ihtiyaçtır da. Bu bakımdan Büyük Doğu-İbda çağımızın fert ve toplum meselelerini çözüme kavuşturan bir dünya görüşü örgüleşitirirken, aynı zamanda 21. asrın en büyük ihtiyacını da doğurmuştur.

Bu öyle bir ihtiyaçtır ki, “Mutlak” olanı asırlardır dünya dışına itmeye çalışıp, O’nun getirdiği solmaz pörsümez “Mutlak” ölçüler yerine, kendi keyfî kokuşmuş teamüllerini yerleştirip, nizâm adı altında bütün dünyayı adaletsizlik ve zulümle dolduranlara karşı insanlığın elindeki biricik devadır.
***
Kudüs oylamasından sonra meydana gelen psikoloji, böylesi bir fikir etrafında İslâm Birliğinin tesis edilmesine manivelâ olduğu ölçüde kıymetli. Yoksa maç kazanmış taraftar hezeyanından öte bir kıymeti yok!

Dünya çapında hakiki bir kamu hukuku ve bu hukukun düzeninin son derece katı yaptırımlarıyla beraber ihdas edilmesi, çağımız için son derece hayatî bir ihtiyaç hâlini almış vaziyette. İşin başında, dünya çapında olmasa bile en azından Müslümanlar olarak bizim böylesi bir nizâmı ve bu nizâmın birliğini tesis etmemiz zaruret. Görünen o ki, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını korkutup kaçıracak bir savaşa doğru süratle ilerliyoruz. Bu sürecin yalnız para ve askerî güç ile atlatılmasının mümkün olmadığı, artık yalnız Müslüman Anadolu değil, bütün Müslüman âlemi tarafından idrak edilmeli.
***
Bizim, İslâm Âleminden başlayarak bütün dünyanın mazlum milletlerini davet edeceğimiz sofrada onlara sunabileceğimiz yüksek teknoloji ve paramız yok. Bunun yerine, teknolojiye de paraya da yerini ve haddini bildirerek, yalnız Müslümanlar için değil, bütün insanlık için yaşanmaya değer hayatı tesis edebilecek alternatifsiz bir dünya görüşümüz var. Artık bunun konuşulmaya başlaması gerekiyor.

Bir mihrak etrafında toplanmayan her şey dağılmaya mahkûm olduğuna göre, meydana gelen psikoloji de böylesi bir yatırım yapılıp sistemli bir fikrin emrine tahsis edilerek daimi kılınmadığı takdirde, sabun köpüğü misâli dağılıp gidecektir.